İzcinin Günlüğü - 5

Alplerde Kürek Çekmek

 

İsviçre, Kandersteg Uluslararası İzcilik Merkezi’nde ki kampımızın bir gününü Alplerde kürek çekmeye ayırdık. Sabahın ilk saatlerinde kahvaltımızı yapıp, öğle yemeğini de kumanya olarak yanımıza alıp yola koyulduk. Kamp alanı ile kamp binalarını birbirinden ayıran yoldan geçen kasaba otobüsünü bekledik. Gelen otobüse binerek kasabanın merkezinde indik. Oradan Alplere çıkmak için teleferik alanına doğru yürümeye başladık.

 

Kandersteg, Bern kantonuna bağlı eski bir kasabadır. 9.6 km2'lik bir alanda, (Tam olarak çevredeki tarımsal ve ormanlık arazilerle birlikte 134 km2 lik bir alanı kaplar.) 1300 kişilik bir nüfusa sahiptir. Kadın ve erkek nüfusu yarı yarıyadır. Nüfusun çoğu ilk dil olarak Almanca’yı konuşmaktadır (%90). Nüfusun en az yarısı lise mezunudur.

 

Denizden 1174m yüksekte, Alplerin yamacındadır. En yüksek tepesi 3698m'dir. Yerel ekonomi geleneksel tarım ve hayvancılığa dayanır. 1850 senesinden itibaren de belediyenin girişimleriyle turistik bir belde haline gelmiştir. Çok sayıda butik oteller, yaz ve kış aylarında gelir getirir. İki orta boy marketi, dört tane turistik eşya satan mağazası bulunur.

 

Yeni demiryolu ve İtalya’ya giden tren tünel yolu da turist sayısını arttırmıştır. Kanderstegten kalkan araç treni, otomobil ve diğer tekerlekli araçları alıp Alp dağlarının altındaki tünelden geçirip İtalya’ya ulaştırarak önemli zaman kazandırmaktadır.

 

 

Oeschinen Gölü’ne giden teleferik 1948 yılında açılmış. Biz de yaklaşık on beş dakikalık bir yürüyüşle teleferiğe vardık. İklim burada yaz aylarında dahi sisli ve yağışlı olabiliyor. O zaman teleferik çalışmıyor.

 

Biz gittiğimizde de sise denk gelince yaklaşık 1.5 saat sisin açılmasını bekledik. Eğer sis açılmazsa geri dönecektik. Neyseki sis açıldı ve yola koyulduk. Teleferikler sekiz kişilikti. Kandersteg’e gittikçe yukardan bakarak yükselmeye başladık. Yaklaşık bir kilometrelik bir mesafeydi. Pencereden baktığımızda gördüğümüz tek tük dağ evleri, eğime göre biçimlendirilerek yapılmıştı. Bizim Karadeniz yayla evleriyle de çok benzeşiyorlardı.

 

 

 

 

Teleferiğin varış noktası gölün yakını değildi. Göle kadar yarım saatlik bir yürüyüş daha vardı. Ama burada çocukların çok hoşuna gidecek bir şey daha vardı. Roller Coaster (hız treni). Dağın eğimine göre yerleşimi ayarlanmış, metalden oyuk bir yol üzerinde, kızak ile, dağdan aşağı, kendi hızıyla gitmenizi sağlayan eğlenceli bir sistem. Önce orta bölümde tek kişilik bir metal kızağa biniyorsunuz. Alttan gelen mekanizma sizi yolun en üst tarafına yavaşça çıkarıyor. Tepeden aşağıya kadar, hızınızı önünüzdeki fren çubuğu ile  siz ayarlıyorsunuz. Kışın yapılan kızak yarışlarının yaz versiyonu gibi.

 

 

Aşağıya vardığınızda kızaklar tekrar alttan gelen döner sisteme takılarak, yola başladığınız yere kadar sizi yavaşça yukarı götürüyor. Eğer başka jetonunuz varsa, atıp tekrar biniyorsunuz.

 

Sis tekrar gelmeye başlamıştı. Buradaki iklime göre ortalama olarak yılın 130 günü ya yağmur ya da kar yağıyormuş. Biz de on günlük kampta iki kez yağmur yedik. Bazı günler penye ve şort giyerken, bazı günlerde ise montlarla dolaştık.

 

 

Birkaç kez roller coastere binen izcileri toplamak biraz zor olsa da, toplanıp yeniden yola koyulduk. Elimizdeki haritaya bakarak göle giden yolu bulup yürümeye başladık.

 

 

Alp dağları, Orta Avrupa'da yer alan büyük dağ silsilesidir. İsviçre, Kuzey İtalya ve Fransa'nın pek çok bölümünde görülür. Avusturya'nın hemen hemen hepsini kaplar ve Almanya'nın güneyinde önemli yer tutar. Rakımı 4810 metredir. En yüksek tepesi Mont Blanc İtalya ve Fransa sınırları içindedir. Alp Dağları kendi içinde üç kısma ayrılır: Batı, Orta ve Doğu Alpler. Alpler baştan başa İtalya'yı geçen Apeninleri, Slovenya ve Hırvatistan kıyısında uzanan Dinar AlpleriniBalkan ve Karpat Dağlarını içine alır.

Bazı fasılalarla Anadolu'da Toros Dağlarıyla devam ederek, İran'a geçer ve oradan Orta Asya'ya uzanır.

 

 

Mola verdiğimiz yerde manzaraya bakarak öğle yemeğimiz olan kumanyalarımızı yedik. Biraz dinlendik. Birkaç dakika ses çıkarmadan doğayı dinledik. Sonra tekrar yola çıktık.

 

 

Sonunda göle varmıştık. Oeschinen Gölü 1.578 metre yükseklikte, 1.1147 kilometrekarelik bir yüzey alanına sahiptir. Maksimum derinliği 56 metredir. Ortalama mevsimsel değişim 12,2 metredir.

Göl, bir dizi dağ deresinden beslenir ve yeraltına akar. Sularının çoğunu Alplerden akan eriyen karlar sağlar. Su daha sonra Oeschibach olarak yeniden ortaya çıkar. Bir kısmı elektrik üretimi için, bir kısmı Kandersteg kasabasına su temini için tutulur.

Göl genellikle Aralık'tan Mayıs'a kadar beş ay boyunca donduğu için, buz pateni yapmak mümkündür.

Göldeki balıklar arasında Arctic char (Seesaibling), göl alabalığı (Kanadische Seeforelle), gökkuşağı alabalığı (Regenbogenforelle) bulunur. Ocak ayından Mart ayına kadar buz balıkçılığı popülerdir.

Kandersteg'den kalkan bir teleferik, göle 25 dakikalık yürüme mesafesindeki Oeschinen'e gitmektedir.Göl 2007'den beri Jungfrau - Aletsch - Bietschhorn UNESCO Dünya Mirası Sit Alanı'nın bir parçasıdır.

 

 

 

Burada kayıkları kiralayan görevliden, buranın sönmüş bir volkan olduğunu, söndükten sonra eriyen kar sularıyla gölün oluştuğunu öğreniyoruz. Kayıklara en fazla dörder kişi biniliyordu. Her kayıkta en az bir kişinin kürek çekmeyi bilmesi şarttı. Biz de büyük izcileri ve liderler olarak bizi, kayıkların kaptanı yapıp binip göle açıldık. Görevlinin son uyarısı ise, eğer sis gelirse geri dönmemiz gerektiğiydi. O düdük çalarak bizi uyaracaktı. Mutlaka hemen kıyıya dönmemiz gerekiyordu. Çünkü sis çok uzun süre kalabiliyordu.

 

 

Göle ilk çıktığımızda biraz manevra yapmakta zorlandık. O nedenle kıyıya yakın yerde kürek çekme kurallarını, kürekleri aynı anda çekmenin önemini, sağa sola dönerken kürekleri nasıl kullanacaklarını su üstünde anlatıp grubu serbest bıraktık. Herkes yüzme biliyordu ve can yeleklerimizde vardı.

 

 

Bindiğimiz yerden en uzak köşeye gidebildiğimiz kadar gitmeye karar verdik. Sonra dönecektik. Peşpeşe yola koyulduk. Gölün ortasına ilerledikçe rüzgar ve dalgalar artıyordu. Dağdan aşağı hala eriyen karlardan oluşan sularda akmaya devam ediyordu. En uzak noktaya vardıktan sonra geri dönmeye başladık.

 

 

 

 

Dönüşte sis birden bire belirmeye başladı. Rüzgarla birlikte hızla etrafımızı sarıyordu. Görevli düdük çalmaya başlamıştı. En arkada kalıp çocukları kıyıya doğru yönlendirdim. Neyseki çok mesafe yoktu. Yine de biz karaya varmadan sis göle inmeye başlamıştı. Görüntü hem korkutucu, hem de çok fantastikti. Böyle bir sis açık denizde olsa ne olurdu diye düşündük. Panik olmadan sakince küreklerini karaya doğru çekmeye başladık. Biraz sonra kıyı da iyice belli olunca sırayla yanaşıp karaya çıktık. Kayıkların sorumlusu, ‘’Gördünüz mü size söylemiştim, burada hava hiç belli olmaz.’’ diye uyarısını tekrarladı. Her türlü önlem alınmasına rağmen, insan hayatı buralarda çok kıymetliydi. Kimse eksik bir şey yapmak istemiyordu.

 

 

 

Biz kıyıya çıkarken bir de sıkı bir yağmur başladı. Yakındaki kafeteryaya sığındık. Eski bir dağ evini restore edip alt katını kafeterya, üst katını pansiyon yapmışlardı. Biraz ilerde de daha büyük bir motel vardı. Oranında alt katı lokantaydı. Çay içip bir kek türü şeyler yedik. Biraz sohbet edip ısındık. Yağmur dinmiş, hava açmıştı. Biraz daha zamanımız vardı.

 

 

 

 

Kalan zamanımızda göle girmeye karar verdik. Mayolarımızı da yanımızda getirmiştik. Elbette su çok soğuktu. Sanırım çocukların soğuğa dayanıklılıkları bizlerden daha fazla. Onlar hemen atladılar suya. Ben de sonunda, buraya kadar geldik, bir daha ne zamana deyip girdim. Suyun zemininde topraktan çok küçük kahverengi taş parçaları vardı. Sanırım eski döneminden kalmaydı. Ben kısa kesip, daha çok çocukların fotoğraf ve videolarını çektim. Onlarsa yarım saate yakın sudan çıkmadılar. Geri dönüşte geç kalacağımızı, daha çok yokuş yukarı yürüyeceğimizi söyleyip izcileri toparladık.

 

 

 

Üstümüz değiştirdiğimizde, bir kız, bir erkek İsviçreli, uzun borularıyla gelip yavaştan çalmaya başladılar.Onlar çaldıkça inekler onların etrafında toplanmaya başladılar. Sanırım artık eve gitme vakti diyorlardı. İneklerde bu müziğe alışkın olduklarını gösterip, dağıldıkları uzak yerlerden çoğalarak geliyorlardı.

Alphorn veya çoban borusu ya da dağ boynuz, labrophone denen bu uzun müzik aleti, sadece ucu kıvrık, bir kaç metrelik düz ahşap borudan oluşan, doğal boynuza ait, konik delikleri olan bir kap şekilli  ve ağızlıkla sona eriyordu. Bu boru daha çok dağ sakinleri tarafından kullanılıyor. İsviçre AlpleriAvusturya AlpleriBavyera Alpleri içinde AlmanyaFransız Alpleri'nde kullanılıyor. Zaman zaman bazı ülkelerde de Alphorn festivalleri düzenlenmektedir.

 

 

Biz Alphornları dinleyip, inekleri izlerken yola çıkmayı geciktirmişiz. Aslında çok geç olmamasına rağmen, saat 19:00 da telesiyej bölgesine geldiğimizde kapandığını gördük. Aynı durum kasabadaki dükkanlarda da vardı. Sabah saat 10:00-12:00 arası açık, 12:00-14:00 arası öğle tatili ve 14:00-18:00 arası yine açılıyordu.

 

 

Yapacak bir şey yoktu. Haritada gözükmeyen patikaları öncü olarak gidip kontrol ettikten sonra, birinde karar verip inmeye başladık. Kampa varana kadar iki saat sürecek bu inişte, devamlı aşağı yöneldiğimizden ve yolun dikliğinden en çok parmak uçlarımız acımıştı. Teleferikle çıkarken gördüğümüz, bizim Karadeniz yayla evlerine benzer evlerin yanlarından geçtik. Patikanın çoğu yerinde, vahşi hayvanların, özellikle ayıların ve geyiklerin geçmemesi için demirden ve tellerden çitler vardı.

 

 

Yorgun ama mutlu döndüğümüz kampta aklımda kalanlar; bu ülkede yaşayanların hiç stres yaşamadıkları, uzun ve sağlıklı yaşadıkları, bu güzel doğal ortamda yaşadıkları için ne kadar şanslı olduklarıydı. Bizimse yıllardır engelleyemediğimiz, özellikle buraya çok benzeyen doğu karadeniz bölgesindeki  hesler, maden ocakları, son günlerde Rize’de ısrarla yapılmaya çalışılan taş ocağı gibi dertlerimiz vardı. Onlar burada ömürlerini sağlıklı bir şekilde geçirirken, bizim insanlarımız böyle yerler ellerinden gidip yok olacak diye stresten, sıkıntıdan hasta oluyorlardı. Ne diyelim, darısı başımıza.

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap