‘’Asfalt şehir yollarının çaresiz yolcularına ait anonim ayak izlerinin birbirine karıştığı bir telaşe düzeni içinde, hangimiz hayatımızı çapraz sorguya çekerek bir hayalin içinde kendimizi bulmadık ki? Deniz sevdalıları için ise bu hayaller lüks ve şatafatlı beton yığınlarının çok ötesinde, en bakir coğrafyalarda mavi ve yeşilin meşru aşkına tanıklık etmiş eski bir dost gibi kendini hatırlatıp durur. Pek az sayıda deniz insanının cesaret göstererek peşine düşmeye cüret ettiği hayallerin başında ise kadim bir deniz kaplumbağası misali teknesini evi kabul ederek hayatının geri kalan yıllarını kıtalar arası deniz seyahatleri yaparak geçirmek vardır. Bu ulaşılması zor hayalin gerçeğe dönüşmesi için inatçı bir karaktere ve zor koşullar karşısında eğilip bükülmeyecek çelikten bir iradeye sahip olmak gerekir.’’
Burak Erdoğan
Koçer Türköz’ ün seyirlerinin ve dalışlarının anlatılacağı bu yazı serisi, kalbi denizler için atan mavi ruhlu denizcilere pusula olması için kaleme alınmıştır.
Geçtiğimiz temmuz ayı başında Bostancı’daki denizcilik şirketimde masamı ablukaya almış hunharca çalışırken aniden gelen telefonla dikkatim diz çöktü. Telefonun ucunda benim de yazarlığını yaptığım ve Anadolu Yakası Bölge Temsilciliği görevini yürüttüğüm Yelkencinin Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hulusi Gürbüz ağabeyim vardı. Bizim dünyamızda eğer üstadımız arıyor ise ya kallavi bir fırça darbesi gelecektir ya da seni göndereceği altın madeni değerinde bir haberin sevincini yaşayacaksındır. Şanslıydım ki o gün ikincisi oldu. Kendimi bir anda kendisi de gazetemiz yazarlarından birisi olan ve daha önce hiç tanışma fırsatımın olmadığı Koçer Türköz’ün ön bilgilerini bloknotuma yazarken buldum. Konu tam bana hitap eden bir konuydu üstelik habere konu olan kişi Yelkencinin Gazetesi ailesine mensup bir isimdi.
En uygun tarih ve saat belirlendi ve soluğu Koçer Türköz’ün teknesinin bağlı olduğu Tuzla Marina’da aldım. Hava sıcak, gündem ise ağırdı. Tüm denizcilerde olduğu gibi kaynaşmamız ve birbirimizi anlamamız uzun sürmedi. Adrenalin dozu yüksek olacak hikayenin yardımcı başrol oyuncusu Liberty isimli yelkenli teknenin güvertesinde kahvelerimizi yudumlarken Koçer Türköz çıkmak üzere olduğu büyük maceranın içeriğini anlatmaya başlamıştı bile.
Genelinde tek başına olacağı bu serüvende, kıtalar arası yelken açacak ve en tecrübeli dalgıçların bile girmekten imtina ettiği derin sularda dalışlar gerçekleştirecekti. Her şeyin planladığı gibi gitmesi durumunda beş ila yedi yıl gibi uzun bir zaman anavatana hiç dönmeden uzak denizlerde hayatını idame ettirmeye çalışacak ve tecrübelerini Yelkencinin Gazetesi marifetiyle deniz severlerle paylaşacaktı.
İçimden ‘’macera diye buna derim ben’’ diye geçirdim. Üstüne birde yelkenli teknelerden yapıldığına pek de şahit olmadığımız dalış meselesi de tüm ışıltısıyla karşımızda duruyordu.
Koçer Türköz konuya pupa yelken hızıyla giriş yapsa da ben kendisindeki ziynetlerin tümünü heybeme doldurabilmek için pruvayı gençlik yıllarına çevirdim. Kendisi kimdir? Denizcilik sevdası nasıl başlamıştır? Yetenek ve becerileri nelerdir? Kendisini böyle zorlu bir serüveni yaşamaya iten etkenler nelerdir? Geçmişten geleceğe aktarmak istedikleri ve çok daha fazlasıyla KOD ADI LİBERTY artık başlasın…
KISACA KOÇER TÜRKÖZ...
Gençlik yılları ve denizle ilk flört
Koçer Türköz 1959 senesinde, Köy Enstitüsü mezunu olan öğretmen bir anne ve babanın evladı olarak Aydın’da dünyaya gözlerini açmış. Kuşadası’nda geçen çocukluk yılları kano ve bot üstünde geçerken, çok küçük yaşlarda serbest dalışa başlamış. Birçok denizcide olduğu gibi Koçer Bey’in de çocukluk kahramanı ve rol modeli Kaptan Kusto olmuş. Maceralı bir çocukluk dönemi geçiren Koçer Türköz 15 yaşlarında Kadınlar Denizi mevkinden Söke’ye kadar dörtnala at biner, sevdiği noktalarda kamp yapmaktan büyük haz alırmış. Tüple dalışa 1978 senesinde Kuşadası’na gelen liman inşaatı çalışanlarıyla birlikte başladığı günden, bugüne denizin üstü kadar altı da kaderi olmuş.
Kariyeri
Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarından mezun olan Koçer Türköz, 30 yılın üzerinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi olarak görev yapmış.
Denizcilik faaliyetleri
Koçer Türköz üç yıldız eğitmen balık adamdır. Bir dönem Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Eğitim Kurulunda görev yapmıştır. Avrupa’dan yurdumuza birçok yelkenli tekne transfer etmiş, yelken yarışlarına katılmıştır. En önemli dalışlarından birisi “uzaydan görülen tek yaşam” “Avustralya GREAT BARRIER REEF” dir. 1990 yılında planladığı bu dalışı uzun süren hazırlıklarını tamamlayarak 2001 yılında gerçekleştirdi. Yağmur Ormanları ve Reeflerin buluştuğu nokta olan Malezya Borneo Adası’nda, Uzak Doğu’nun en harika yerlerinden Bali Adası’nda, Endonezya’da, Mısır’da dalışlar yapmıştır. Daha önce bu konu gazetemizde manşet olarak yer almıştır.
Bali için saygı duruşu..
Çok sevdiği Amerikan Cocker Bali’sini yeni sayılabilecek bir tarihte sonsuzluğa uğurlamış acılı bir adam olarak, Koçer Türköz’ ün denizci köpeği Bali’nin hikayesini es geçmeye gönlüm razı olmadı. Bedeni Amerikan cocker olmasına rağmen ancak bir denizkızının sahip olabileceği türden bir karakter yapısı sergileyen Bali, profesyonel yüzücüleri kıskandıracak kadar iyi bir yüzücüymüş. Koçer Türköz karadan yürürken o sahibini diğer köpeklerin aksine karadan yürüyerek değil, denizden yüzerek takip etmeyi tercih edermiş. Bali’nin en büyük özelliklerinden birisi de sahibi gibi çok tecrübeli bir dalgıç olmasıymış. Bu özelliği sayesinde bir metre kadar derine dalarak denizin dibinde kalan oyuncaklarını su üstüne çıkarabiliyormuş. Günde 10- 12 saat kadar suda zaman geçirerek, Koçer Bey’in deyimiyle kendini ördek zanneden Bali, Koçer Bey’e bıraktığı birbirinden unutulmaz anıların ardından geçtiğimiz haziran ayında kendisine ayrılan 17 yıllık sürenin sonuna gelmiş. Umarız orada da yüzeceğin, dalabileceğin denizler bulursun Bali…
Burak Erdoğan: Dalış yaptığınız dünya denizlerinde gerçekleştirdiğiniz fotoğraf çekimleri ve sualtı dünyası temalı yazılarınızın önemli dergilerde yayınladığını biliyoruz. Dalış yaptığınız noktaları hangi kriterlere göre tercih ediyorsunuz?
Koçer Türköz: Bazıları balığı vurarak, bazıları da balığı yerken paylaşır. Ben de yazarak gördüğüm şeyleri paylaşmayı tercih ettim. Yazıların ilginç olması adına da mümkün olduğunca tanınmamış ve bilinmemiş yerlerde dalış yapmayı hedeflerimle bütünleştirdim.
B.E: Başarılı bir dalışın olmazsa olmazları nelerdir?
K.T: Dalışta, denizcilik gibi güvenliği maksimum seviyede tutmak gerekiyor. Bizlerin en önem verdiği hususların başında olan ve slogan gibi devamlı söylediğimiz şeylerden biri ‘’En iyi dalıcı kazaya en hızlı müdahale eden değildir.’’ Öngörüyle riskleri ortadan kaldırmak mantığıyla hareket etmeniz gerekir. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak her şeye paranoya ile yaklaşmaya başlarsınız. Bir zaman sonra hayatınızın bir parçası olur bu bakış açısı. Bunu böylelikle günlük yaşantınıza, hatta iş yaşantınıza yansıtmaya başlarsınız. Ben % 1’lik bir olasılığı çok düşük bir risk diye değerlendirmem. %1 benim başıma geldiği zaman % 100 demektir çünkü. Dolayısıyla ben % 1’ lik bir riske bile çok yüksek bir oran gözüyle bakarım. Onun için maksimum güvenli yaşamayı öğreniyorsunuz. Bana göre dalış içinde, deniz içinde aynı mantık geçerlidir.
B.E: Dalış gerçekleştirdiğiniz dünya denizlerinde farklı milletlerden çok sayıda dalış severle karşılaşmış olmalısınız. Onlarla etkileşim haline girerek yaşayarak önemli bulduğunuz anlardan birisini bizlerle paylaşabilir misiniz?
K.T: Kızıldeniz’de dip tabiatını makro çekim yapmak amacıyla (bir objeyi çok yakından büyüterek fotoğraflamak) rehberden izin almıştım. Makro çekim yapmak için objektifinizdeki noktaya iyice yaklaşmanız gerekiyor. Bazen 10, 15 cm’e kadar kamerayı yaklaştırmak durumunda kalıyorsunuz. Böyle bir çekim yaptım ve tam uzaklaşırken başka bir gruptan bir kişi adeta ok gibi fırlayarak yanıma yaklaştı ve neredeyse parmağıyla omzumu delecek şiddette ikaz mahiyetinde beni dürtmeye başladı. El işaretleriyle beni kaydettiğini, şikayet edeceğini, yaptığımın yanlış bir şey olduğunu anlatmaya başladı. Daha fazla neler söylüyor ne küfürler ediyor bilemiyorum artık (gülüşmeler). Ben de temas etmediğimi anlatmaya çalıştım ama hala bu kadar yaklaşamayacağımı anlatarak verip veriştirmeye devam etti. Burada bana dank etti ve kısacası buna doğal bir otokontrol mekanizması diyebiliriz.
B.E: Karşılaştığınız bu tatlı sert uyarı karşısında duygu durumunuz ne oldu peki?
K.T: Hoşuma bile gittiğini söyleyebilirim. Karşı tarafa kızamadım bile. Yaptığı şeyi çok doğru buldum ve öyle yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bizlerin de öyle yapması gerekiyor.
Aynı gezimde dışarıya çıktım, teknede çoluk çocuk öğle yemeği yeniyor. Çocuklardan birkaçı ekmek gibi gıdaları denize attı. Bir anda denizin üstüne çok büyük balıklar akın ettiler. Durumu öyle görünce bir, iki küçük bir şey atmaya devam ettik. Balıklar çoşku seli içinde güzel görüntüler oluşturmaya başladılar. Ardından çevre teknelerden bağırış çağırış, ciddi uyarılar duymaya başladık. Ben de balıklara zarar vermediğimizi ve insani bir şekilde beslemeye çalıştığımızı anlatmaya çalışıyorum. Uyarıları yapan adam ‘’Ha onları öldürmüşünüz, ha yaralamışsınız, ha beslemişsiniz.’’ dedi. ‘’Hiçbir şey değişmiyor, sonuç aynı.’’ dedi. Bu hayvanlar turizm sezonu bittikten sonra hantallaşıyor, avlanma vasıflarını ve fizyolojisini kaybediyor ve turizm sezonundan sonra bu hayvanların hepsinin öldüğü tespit ediliyor. Şimdi siz ne kadar insani olarak besliyorum deseniz de bilinçsiz olarak yaptığınız iyi niyetli hareketler bile doğaya zarar veriyor, eko dengeyi bozuyor. Dolayısıyla buna benzer en ufak şeyleri yaparken bile iyi değerlendirmeler yapmamız gerekiyor. Doğanın dengesiyle oynamamak gerekiyor.
B.E: Hazır balık demişken bir denizci olarak deniz mahsulleriyle aranızın iyi olduğunu tahmin ediyorum.
K.T: Çiğ olmamak kaydıyla denizden babam çıksa yerim. (gülüşmeler) İş nedeniyle uzak doğuya yaptığım seyahatlerde Çin ve Kore’de bulunduğum bir zamanda ne tarz şeyler yemekten hoşlanırsın diye sorduklarında ben de ‘’Deniz mahsulü olsun da ne olursa olsun, kahvaltıda bile deniz mahsulü yiyebilirim.’’ demiştim. Öyle deyince ‘’Bize bırakın, tamam.’’ dediler ve kaldığımız 15 günlük süre içerisinde her gün için yemek rezervasyonlarını ona göre ayarlamışlardı. Ancak önüme konan her şey çiğ olduğu için beş kilo kaybetmiştim o gezide (gülüşmeler). O seyahatten sonraki noktam galiba Bali’ydi, gider gitmez onun intikamını almıştım. Çiğ hiçbir şey görmek istemiyorum bu masada her şey pişmiş olacak demiştim (gülüşmeler).
B.E: Dalışlarınız esnasında karşınıza çıkan en heyecan verici canlı türleri hangileri oldu?
K.T: Avusturalya’ da Stingray köpek balığı gördüm ve fotoğrafını çektim. Unutamadıklarımdan bir tanesini de Gökçeada’da iki tane Manta Ray balığına
- Vatoz cinsi ender rastlanan bir balık - rastlamam oldu. Yine Saroz’da Büyük Kemikli fenerinin altında üç metre genişliğinde kumun üzerinde Vatoz görmüştüm. Tropik yerlerde görmediğim canlıları Marmara Denizi’nde birçok defa gördüm. O nedenle Marmara Denizi’nde makro çekimler için büyük bir zenginlik olduğunu söyleyebilirim. Bir kayanın üzerinde objektifinize takılacak onlarca obje bulabilirsiniz. Görüş mesafesi elverişli olsa eminim ki geniş açılı resimler için de çok büyük zenginliğe sahip bir deniz.
B.E: Marmara Denizi’nde oluşan müsilajın makro çekimleri olumsuz etkilediğini söyleyebilir miyiz?
K.T: Aslına bakacak olursanız uzun yıllardır bu tip problemler var. Bir yandan önlemler alınıyor gibi görünsede esaslı büyük önlemlerin hiçbirisine uzaktan yakından yaklaşılmadığını düşünüyorum..
B.E: Deniz kirliliğine yol açan unsurlara bakıldığı zaman hangi uygulamaları yanlış buluyorsunuz?
K.T: Küçük teknelere gösterilen hassasiyetin büyük teknelere, fabrikalara, kimyasal atıklara gösterilmediğini düşünüyorum. Demirlemiş gemilerin arasından geçerken ciddi mazot akıntıları, deniz kirlilikleri görüyorum ve ben teknemde bir ya da iki kişi olmama rağmen 15 günde bir atık vermem gerekiyor. Oysa MARPOL kanunlarına göre 200 grosston ve on kişinin altındaki teknelerin denizde belirli mesafelerde olduğunda, doğal atıkları için böyle bir zorunluluğu yok. Mesela deniz turizminin en yoğun şekilde yapıldığı Hırvatistan’a gidin, çoğu teknede atık su tankı olmadığını görebilirsiniz. Mesela benim transfer hizmeti olarak Hırvatistan’dan getirdiğim 44 ft bir teknede atık su tankı yoktu.
B.E: Yelkencilik konusuna geçecek olursak ilk teknenizden itibaren tecrübe ettiğiniz diğer tekneleri de bizimle paylaşabilir misiniz?
K.T: Bunlardan en önemlisi uzun bir süre Fethiye’de bağlı olan Moody’di. Planladığım seyire onunla çıkmayı düşündüm ama yaş olarak 1982 model olmasının dezavantajlarını ve teknenin statik dirençlerinin çok iyi olmadığını düşündüm. Ondan sonra da güzel teknelerim oldu ve bu teknelerde nelere ihtiyacım olduğunu analiz etmeye çalıştım. Ve en son olarak şu an bulunduğumuz Dufour Atoll 4 modelini tercih ettim.
B.E: Teknenizde sizin için yüksek öncelikli ekipmanların teknik ve mali detaylarını bize aktarır mısınız?
K.T: Ekonomik koşullarımı koruyabilmek için marinalardan uzak durmam gerektiği ilk öğrendim şeylerden birisiydi. Çünkü bir su almak, elektrik almak için bile çok yüksek maliyetlerle karşılaşıyorsunuz. Marinalardan uzak durmak demek de kendi imkanlarınızı kendiniz yaratmanız anlamına geliyor. Örneklendirecek olursak tekneye su yapıcı koymanız gerekiyor. Öteki taraftan bunlarından hepsinden önemli olan enerji ihtiyacınızı karşılamanız için güneş panelleri entegre ediyorsunuz ama özellikle kış aylarında yeterli olmadığı için teknenizde var olan akü düzeninin üzerine ben lityum akü bankası yaptım ve 900 watt gücünde güneş panelleriyle destekledim. Mutfak ekipmanları dahil tüm aletlerimi elektrikliye döndürmüş oldum. Isınma ve soğutma sistemlerim 220 watt ile çalışıyor dolayısıyla bunların hepsini destekleyecek güçlü bir akü bankasına ihtiyaç vardı.
B.E: Çok yakında çıkacağınız kıtalar arası deniz seyahati için Atoll 4’ü tercih etmenizdeki en önemli etkenler hangileri oldu?
K.T: Dalış ekipmanlarımı, kompresörümü kaldırabilecek şekilde geniş bir tekneye ihtiyacım vardı. Çünkü çoğu teknede dolapları ve saklama kutularını yerleştirmekte bile zorluklar yaşayabiliyorsunuz. Ayrıca bu teknede bir ton su kapasitesi bulunmakta. Önceliğim rahatlıkla dalış yapılabilecek, giriş ve çıkışın düz olması nedeniyle de bu tekne benim için tercih sebebi oldu. Diğer taraftan gideceğim bölgeler sığ sulara sahip, haritalara işlenmemiş Karayip bölgeleri olduğu için de teknemin 1.64 derinliğe sahip olması bu tekneyi cazip kılan en önemli faktörlerden biri oldu. Yaz mevsimi kadar sert kış koşulları için de yeterliliğe sahip bir tekne. Kışın her tarafı kapatıyorsunuz ve 360 derece görüş mesafesine sahipsiniz. Sandviç sistem bir tavan yapısına sahip olduğu için yazın sıcağı, kışın soğuğu geçirmeyen bir yapıya sahip. Teknenin genişliği nedeniyle yüksek havalarda bile konforlu seyir yapıyor, bu arada mutfakta yemek yapabiliyorsunuz. Önemli oranda yalnız olacağım için bu benim için önemli bir konu.
B.E: Teknede hep yalnız kalmayacaksınız sanırım?
K.T: Tek başıma dünya turu yapacağım gibi bir hedefim yok. Birçok kere yelken gruplarından ve dalışla ilgili arkadaşlarımın bana katıldığı dönemler olacak.
B.E: Şimdi sıra geldi en önemli sorularımıza. Koçer Bey, bu seyir planı nasıl gelişti? Hazırlık evrelerinde neler yaşadınız? Rota planınızda nerelere demir atmak var? Başlamak üzere olan bu macerayı bize nasıl özetlersiniz?
K.T: Bu seyahat ekonomik koşullara ve sağlık durumuma göre değişkenlik gösterebilir. Çünkü bazen evdeki hesap çarşıya uymayabiliyor. Normal şartlarda ben bu seyire 2015 yılı gibi çıkmayı planlamıştım. Hatta en son geçen yılın ağustos ayında çıkmayı planlıyordum fakat ağır bir covid hastalığı geçirmemden ötürü bu yıla ertelemek durumunda kaldım. Hedeflediğim seyahati gerçekleştirme hayalim ve denizlere olan tutkum olmasaydı yüksek ihtimalle covid 19 nedeniyle bugün hayatta olmayabilirdim. Üstelik dört ay önce dizimden bir operasyon geçirmek durumunda kaldım ama zaten eski yarışçı modumla seyahate çıkmayacağım. Gerçi bazen içimden geçmiyor değil eskisi gibi balon yelken basayım ama eski vücut kondisyonum olmadığı için kendime dikkat etmek zorundayım. Engelli arkadaşlarımıza rastlıyoruz bazen, onlar da çok önemli seyirler başarıyorlar. Dolayısıyla ben bedensel bir engelin mazeret olabileceğini düşünmüyorum. İnsan kapasitesi öyle bir şey ki yapamayacağım dediğiniz her şeyi yapıyorsunuz.
Seyir planımıza gelecek olursak, hazırlıklarımı önemli oranda bitirdim.
İstanbul’dan çıktıktan sonra güneye inmeyi düşünmüyorum. Güney, zaten Yunan adaları da dahil defalarca seyir yaptığım, çok iyi bildiğim bir bölge. Dolayısıyla bu bölgelerde oyalanmayı pek planlamıyorum. Gerçi denizde planlar hava koşullarından ötürü pek tutmayacağı için spontane değişiklikler de olacaktır. Sonuçta yetişeceğim bir şey yok, cezalı olduğum bir durum yok. Misal hoşuma giden bir yer varsa ben bir ay burada kalacağım diyebilirim. Ya da İtalya’nın bir adası olan Lipari’ye uğrayıp ben bu adayı çok sevdim vazgeçtim bu dünya turundan diyebilirim. (Gülüşmeler)
B.E: Aslında çıkacağınız bu seyahate plansız bir plan denilebilir.
K.T: Aynen öyle, bundan sonra özgürüm (kahkahalar). Liberty işte, teknemin adı özgürlük. Plansız, kuralsız, özgür bir yaşam bundan sonraki… Ama hedef olarak bizim tarafları ve Yunan sularını biraz daha hızlı geçerek belki Valetta (Malta) ya da Mesina’da (İtalya) bir ikmal yapma durumum olabilir. Sonrasında Cezayir, Fas, Tunus sahillerine gitme hedefim var. O ülkelere giden bazı arkadaşlarımın olumlu olduğu kadar olumsuz geri bildirimleri olsa da yaşam felsefem gereği olumlu yanlarına odaklanmaya çalışacağım.
B.E: Konusu gelmişken hayat felsefenizi tanımlayacak bir sözünüz var mı?
K.T: Benim için hata yok, tecrübe vardır. İşte benim hayat felsefem bu. (Gülüşmeler) Önemli olan bir daha aynı hataya düşmemektir.
B.E: Fas’tan sonra pruvanız hangi istikameti gösterecek?
K.T: Cebelitarık Boğazı’ndan çıkışı yapıp Kanarya Adaları’na geçecek, buradan da güneye doğru inerek Cape Verde’ye geçeceğim. Atlantik geçişi için oradan çıkış yapmayı daha doğru bir strateji olarak görüyorum. Colomb’un bulduğu ticaret rüzgarlarını kullanarak, bu bölgeden Martinik, Saint Lucia ile Karayip Denizi’ne giriş yapmış olacağım. O bölgeyi ayrıntılı olarak gezmek planlarım arasında. Belki bir arkadaşımla buluşarak Senegal’e geçme durumum olabilir. Atlantik geçişinin en ideal takvimi 15 Kasım gibi kabul edilir. Sürprizlerin en aza indiği bir zamandır ve 15 - 25 knot şiddetinde sancak kıç omuzluktan gelen rüzgarlarla seyir yapılabilir. Benim tahminim Liberty 15 ila 20 gün arasında geçişi gerçekleştirebilir.
B.E: O mevkiye geçtikten sonra olasılıklarda hangi ülkeler var?
K.T: En başta Meksika Körfezi var. Çünkü o körfez dünyada dalış yapılacak yerler arasında muhakkak gidilmesi gereken önemli noktalara sahip. Sonrasında hem yelken hem dalış amaçlı olarak Bahamalar’a geçmeyi düşünüyorum. Orada haziran ayı gibi fırtınalar dönemi başlıyor. İki, üç aylık bu fırtına döneminde genelde herkes güvenli bir yere geçmeyi hedefliyor. Araştırmalarıma göre 35, 36 km’lik bir nehirden göle giriş yaparak Guetamala içlerine girebilirim. Bu bölgelerde tabi teknenin draftı çok önem arz ediyor.
B. E: Bildiğimiz kadarıyla güvenlik risklerinin oldukça yüksek seviyede olduğu bölgeler oralar öyle değil mi?
K.T: Evet, riskli bölgeler ama Guetamala’da gireceğim bölgeler Amerika’nın kontrolü altında ve oldukça güvenli. Özellikle Amerika’dan ve Avrupa’dan giden teknelerin bu fırtınalar döneminde gittikleri en ucuz barınabileceği yerler olduğu için çoğunlukla kullanılan, talep gören noktalar. Ama planlar şartlara göre değişebilir tabi ki.
B.E: O bölgelerde ne kadar kalmayı planlıyorsunuz? Ve tabi ki sonrasında dümen nereye basılacak?
K.T: Tahmin ediyorum ki bir yıl kadar bu bölgelerde kalacağım. Sonrasında Panama olarak öngörüyorum. Sonrasında Pasifik’te de iki yıl geçirip küçük adaların büyük çoğunluğunu keşfetmek istiyorum. Çünkü orada çok güzel dalış bölgeleri var. Ardından Solomon adalarından başlayarak Papua Yeni Gine ve yine Avusturalya’da ki o Great Barrier Reef’i ölmeden tekrar bir kez daha görmek ve dalış yapmak isterim.
B.E: Great Barrier için sizin en fazla heyecan duyduğunuz dalış noktası olduğunu söyleyebilir miyiz?
K.T: Kesinlikle evet, dünyanın en güzel dalış noktalarından bir tanesi. Orada balinalar ve köpek balıklarıyla yüzüyorsunuz. Hatta orada o kadar fazla köpek balığı görüyorsunuz ki sadece nadir türlere rastladığınız zaman ilgi gösteriyorsunuz.
B.E: Böyle büyük bir maceraya atılmak için seyir yapacağınız tekneyle ilgili çok iyi bir teknik bilgi ve beceriye sahip olmak gerektiği aşikar. Bu açıdan bakacak olursak neler söylemek istersiniz?
K.T: Aslına bakarsanız pek de öyle değil. Niyet bence burada birçok şeyin önüne geçiyor. Ben de eskiden öyledir diye düşünüyordum. Bununla birlikte tabi ki iyi hazırlanmak çok önemli. Güvenliğiniz ve konforunuz açısından ne kadar iyi hazırlanırsanız o kadar güvenli ve konforlu hareket edersiniz. Ama bir bakıyorum akranım olan çok yakın arkadaşlarım var ve bana ‘’Ya sen kaç yaşına geldin, bırak bu işleri. Git torun torba bak.’’ falan diyerek beni seyahatimden geri döndürmeye çalışıyorlar(Gülüşmeler). Onlara göre 65 yaşında misyonu, vizyonu bitireceksin. Ben o yapıda birisi değilim. Ayrıca İstanbul’da risk yok mu? En büyük risk İstanbul’da. Kaldırımda giderken ölüyorsunuz, gaspa uğruyorsunuz, başka bir felaketle karşılaşıyorsunuz. Dolayısıyla evde kuş beslemek gibi bir vizyonum olmadığı için benim planım da bu. Size bir örnek vereyim. Şuan bulunduğumuz pontonun başına iki tane katamaran gelmişti. Biri Yeni Zelanda’dan öteki Avusturalya’dan çıkmış gelmişler, epeyce sohbetimiz oldu. Burada kışladılar ve iki teknede de karı ve koca iki kişiler ve yaşları da 80-85 arası. Benim yaşımı duyunca tepkileri ise “Ooo 65, daha çok gençsin” oldu. (Gülüşmeler) Buradan sonraki hedefleri neresi derseniz KUTUPLAR. Her halde ben o yaşlarda böyle bir seyahate çıkmaya kalkışsaydım beni burada akıl hastanesine kapatırlardı.(Gülüşmeler)
1. Bölümün Sonu - Devam Edecek
Yazı: Burak Erdoğan
Fotoğraflar: Burak Erdoğan - Koçer Türköz
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.
Yapılmış Yorumlar (1)
Burak Erdoğan Bey, Koçer Bey kısa bir süre sonra Atlantik'i geçecek. Kod adı Liberty yazınız 1. bölümde kaldı. Devamını okumak istiyoruz.