Bu yazımda beni ve benim gibi birçok insanı etkileyen su altı gizeminden bahsedeceğiz.
Tanıdığım birçok arkadaşım su altı sevdalısının dalış eğitimi alma sebebidir deryanın bizden sakladıklarını görmek. Tabii ki bu herkes için geçerli değil ancak önemsemeyip aman ne olmuş ki deyip bir batık dalışından sonra batık dalışlarından başka dalış tanımayan da çok insan tanırım. Düşünün, kapatın gözlerinizi aşağıya doğru iniyorsunuz. Hele ki Karadeniz veya Marmara’da iseniz karanlık bir su, bilinmezliğe doğru yol alıyorsunuz ve bir anda koca bir siluet beliriyor ama geminin baş kısmı veya uçağın pervanesi. İnsanın kalbi yerinden çıkacak gibi oluyor. Birkaç dakika sonra alışıyorsunuz ve tadını çıkarmaya başlıyorsunuz. Geminin ambar kapaklarından içeriye girerken başlıyor işte… ‘’Acaba bu gemi batmadan önce buradan kimler geçti kimler, ahşap gemi ise yıllar önce kim bunu inşa etti veya ne yükler taşıdı, kimlere hayat verdi?’’ diye sorgulamadan edemiyorsunuz ve bir de bakmışsınız ki dalış süreniz dolmak üzere ve daha yarısına gelmemişsiniz. İşte o zaman bir sonraki dalışa kaldığım yerden başlayacağım ve kalanını göreceğim diye plan yapıyorsunuz. Geçmiş sizi resmen bağlıyor kendine.
Ülkemiz su altı tarihi olarak çok zengin. Birçok uygarlık bu topraklarda yaşadığı için birçok kalıntı mevcut ancak biz bunu ne kadar değerlendirebiliyoruz, kocaman bir soru işareti. Her zamanki gibi bunu fark eden yabancılar kimlermiş bakalım…
Ülkemizde su altı arkeolojisinin ana konusu genellikle antik dönem gemi kalıntıları, deniz ticaretinde kullanılan malzemeler ve limanlar olmuştur.
Su altı arkeolojisinin doğuşu bundan 40 yıl önce Bodrum’da olmuştur. Bundan önceki tarihlerde de deniz dibinden eserler çıkarılmış, batıklar üzerinde incelemeler yapılmıştır. Ancak bildiğimiz şekilde bilimsel anlamda ilk su altı kazısı Türkiye’de gerçekleşmiştir.
Her şey Amerikalı gazeteci ve amatör arkeolog Peter Throckmorton’un 1958 yılında Bodrum’a gelmesi ile başladı. Throckmorton’un arzusu, Bodrumlu süngercilerle ilgili bir belgesel yapmaktı. Çekimler için tanıştığı İzmirli fotoğrafçı Mustafa Kapkın ile beraber Bodrum’a geldi ve süngerci Kemal Aras ile tanıştı. Kısa zamanda gerek Kemal Aras’tan ve gerekse yöredeki diğer süngercilerden yüzün üzerinde batığın yerini öğrendi. Bu batıklardan bir tanesi Antalya yakınlarındaki Gelidonya yöresinde bulunan bir bakır külçe yüklü gemi kalıntısıydı. Batığa dalan bir süngercinin tunç bıçak ve tarım aletleri çıkardığını belirtmesi üzerine Peter bu geminin Tunç Devri’nden kalmış olabileceğini tahmin etti. O yıl gemiyi ziyaret edemeden Amerika’ya döndü. Throckmorton 1959 yılında tekrar Türkiye’ye geldi ve Gelidonya’daki batığa dalış yaptı. Yanılmamıştı, batık Tunç Devri dönemine aitti ve 3200 yıllık geçmişiyle o tarihe kadar tespit edilen en eski gemiydi. Bu batık mutlaka kazılmalıydı. Gemi üzerinde yapılacak araştırmalardan tarihin önemli bir dilimi olan Tunç Devri ile ilgili çok değerli bilgiler elde edilebilirdi. Ama yardıma ve paraya ihtiyacı vardı. Muhtemelen bir sponsorun ilgisini uyandırmak, destek bulmak amacıyla Amerika’ya döndü. Bulduğu yardım, su altı araştırmalarının yönünü değiştirdi. Yeni bir bilim dalı kurulmak üzereydi. Birkaç girişimden sonra beklediği ilgiyi ve desteği buldu. O zamanlar Gordion’da kazı yapmakta olan Pennysylvania Üniversitesi Müzesi Müdürü Rodney Young yardım elini uzattı. Hatta sadece maddi yardımla kalmadı, arkeolojik destek için de yanındaki başarılı öğrencilerinden George Bass’ı kazıyı bizzat yönetmek için görevlendirdi. 1960 yılının ilkbaharında Throckmorton ile Bass Türkiye’nin yolunu tuttu.
Prof. Dr. George F. Bass
Bodrum Su altı Arkeoloji Müzesi’nde, çeşitli üniversite ve bilim kuruluşlarının yaptığı arkeolojik kazılarda bulunmuş, önemli cam eserler yer almaktadır. Bunların yanı sıra az miktarda satın alma yoluyla müzeye kazandırılmış cam buluntular vardır. Kazı buluntuları arasında en erken yapıtlar, Teksas Üniversitesi adına Sualtı Arkeoloji Enstitüsü tarafından Prof. Dr. George Bass ve daha sonra Dr. Cemal Pulak başkanlığında yapılan, Kaş-Uluburun batığı kazısında bulunmuş cam külçelerdir.
Uluburun kazısında 150’den fazla cam külçe ve külçe parçası bulunması, bunların Tell El Amarna kazısında bulunmuş tabletlerde adı geçen mekku ve ehlipakku taşları olabileceği savının ileri sürülmesine neden olmuştur.
Bodrum Su altı Arkeoloji Müzesi’nde, iki tanesi halen cam salonunda sergilenen, diğerleri depo ve laboratuvarda korunan bu külçeler, Türkiye müzelerindeki bilinen en eski cam buluntu olmalarının yanı sıra M.Ö iki bin ticareti, taşımacılığı ve doğu-batı ilişkileri açısından da büyük öneme sahiptir. En azından yabancı bilim adamları tarafından da olsa geleceklerimize gösterebileceğimiz bir müzemiz var. Umarım daha iyi yerlere getiririz.
Bir sonraki yazımızda ülkemizdeki önemli tarihi batıkları tanıyalım, bol deryalı günleriniz olsun.