“Zafer”in işaret fişeği aslında Suriye-Filistin Cephesindeki 7’nci ordunun kalan unsurlarının Halep’in kuzeyine çekilmesiyle atılmıştı. Mustafa Kemal bu cephedeki yenilgiyi görmüş, kazanma ümidi kalmadığını anlamış, hiç olmazsa kalan kuvvetleri Anadolu’nun savunulmasında kullanmanın daha yararlı olacağına karar vermişti. Zira bu kuvvetler, daha sonra başlayacak Millî Mücadele’nin çekirdeğini oluşturmuştu.
Tablo netti. Osmanlı Ordusu tüm cephelerde kaybetmiş, dayatılan Mondros ve sonrasındaki Sevr Antlaşmalarıyla devlet her yönden teslim alınmıştı. On yıllarca çeşitli cephelerde savaşan ordu komuta kadroları bu gelişmeler sonrası artık ümitlerini kaybetmiş, olacakları tevekkülle bekler durumdaydı.
Savaş sadece cephede değil, devletin içinde de kaybedilmiş, başta hükümet olmak üzere tüm işbirlikçiler artık Osmanlı’nın geleceğini bırakmış kendi geleceklerini garanti altına almanın peşine düşmüşlerdi. Padişah sadece sembolik olarak yerinde kalmış, saltanatını sürdürmek karşılığında İngilizlerin garantörlüğüne sığınmıştı.
Bu durumu fırsat bilen azınlıklar da bağımsızlık peşinde koşmaya başlamış ve “ne koparırsak kardır” anlayışıyla hareket eder durumdaydılar.
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün Şam yakınlarında “öngördüğü”, Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye düşman zırhlıları arasından motorla geçerken “düşlediği”, Şişli’deki evinde “planladığı”, Anadolu’da “hayata geçirdiği” bu tablodan çıkışın nihai sembolüydü “30 Ağustos”.
Kuvâ-yı Milliye’nin Anadolu’da verdiği çete savaşlarıydı 30 Ağustos,
İstanbul’dan Anadolu’ya insan ve silah kaçıran Karakol Cemiyetiydi 30 Ağustos,
30 Ağustos, 1’inci ve 2’nci İnönü Muharebeleriydi,
30 Ağustos, kaybedilen Kütahya-Eskişehir Muharebeleriydi.
Türk Ordusu’nun Sakarya’da 22 gün 22 gece süren kanlı direnişiydi 30 Ağustos,
30 Ağustos, Meclis’te Mustafa Kemal’e karşı yükselen muhalif seslerdi,
30 Ağustos, Dersimli Diyap Ağa’nın meclis kürsüsünde, “Buraya geri çekilmeye gelmedik” diye haykırmasıydı,
Bursa işgal edildiğinde, meclis kürsüsüne serilen ve tekrar kurtarılana kadar da kaldırılmayan siyah örtüydü 30 Ağustos,
30 Ağustos, “bitik” Türk Milleti’nin elinde avucunda kalanını da feda edip, kalan o son nefesini derinden soluduğu andı,
30 Ağustos, aldığı emri zamanında yerine getirememeyi gururuna yediremeyen Çiğiltepe’nin kafasına sıktığı kurşundu,
Nihayet 30 Ağustos, Türk Ordusu’nun, “Ordu-Millet” geleneğinin genlerinde bulunan “var olma” refleksinin tekrar kazanıldığı gündü.
Kutlu olsun.
Yazı: Levent Dinçer