Marmara, Sen Ne Kadar Kaprislisin / Anılardan (3. Bölüm)

BODRUM, BODRUM!

Burada biraz kalmayı kararlaştırmıştık, tekne için ihtiyacımız olan bazı materyalleri almayı ve özellikle de sanayiye gidip biraz hafif kalan çapayı daha ağırıyla değiştirmeyi düşünüyordum.

Küçük bir zanaatkarla bir süre pazarlık ettikten sonra makul bir fiyata işi yapmayı kabul etti. Mavi iş tulumumu üzerime geçirdim ve her sabah atölyeye gitmek için minibüse bindim yörede oturan bir yerli gibi. Birkaç gün içinde Fransa'da alacağım bir çapanın fiyatının neredeyse yarısına iki yeni çapamız oldu. Geriye onları test etmek ve benim şüpheci tayfama bunların eski çapamızdan daha iyi olduğunu kanıtlamak kalıyor. Bodrum'a doğru yola çıkacağımız zamana kadar geçen sürede zaten güvenli olan Hylas'ı büyük fırtınalara karşı daha da donanımlı hale getirmek için halatlarla bağlayarak etrafında neredeyse bir örümcek ağı ördük.

Teknemizle Bodrum'a girmeyi hiç istemiyoruz, liman Guletlerle dolup taşıyor (Bunlar turistleri gezdiren ahşap büyük yelkenliler). Birbirlerine bağlanmışlar, hatta üçüncü sırayı da görmek mümkün ve marina fiyatları çok yüksek. Biz de tam da Bodrum limanının karşısındaki büyük koyda demirliyoruz.

Gümbet'te sadece bir gün kalmayı planlıyorduk ama bir fırtına anonsu, kalışımızı uzatmamıza neden oldu. Bir hafta boyunca rüzgar ve fırtınalara maruz kaldık. Orada saatte 80km şiddette esen rüzgarda yeni çapamızla demir taradık. Sonunda Yeni Zelandalı bir tekneyle birlikte kıçtan karaya bağlandık ve platformun üstünde bu fırtınanın dinmesini bekledik.

Değirmen Bükü, Yedi Adalar, Küçük Çatı, Küçük ıssız Körmen limanı, egzotik isimler, Gökova Körfezi’ndeki küçük düşsel demirleme yerleri...

Türkiye kıyılarının bu bölümü çok girintili çıkıntılı. Yılın son duşlarını almak için havanın ılık zamanlarını tercih ettiğimiz bu ıssız güzel koylarda su pırıl pırıl. Zamanımız olduğu ve kışlama bölgemizde olduğumuz için tüm bu koylarda pire adımlarıyla ilerliyoruz. Katettiğimiz en yakın mesafe 7, en uzunu ise 40km.

Güçlü rüzgarları nedeniyle kötü bir ünü olan Deveboynu Burnu’nu harika bir zamanda geçiyoruz, Antik Knidos Limanı’nda bir günlük küçük bir mola veriyoruz. Dorien zamanından kalma kalıntıların ortasında uzun bir gezinti yapıyoruz, antik tiyatrodaki nar ağaçlarını görüyor…  Afrodit Tapınağı’nı ve Yunanlı geometrinin yaratıcısı Eudoxos'un göksel gözlemevini ziyaret ediyoruz. Nihayetinde de Palamut'a ulaşıyoruz. Burada sadece 24 saat kalmayı planlıyorduk. Önce kuzeyden, sonra güneyden ve yeniden kuzeyden gelen güçlü rüzgarlar nedeniyle 12 gündür burada kalakaldık. Mevsim kış. Sabırsızlanıyoruz, erken yatıp erken kalkıyor, biraz kitap okuyoruz. Teknede kışın yapılacak işler listesine başladık ve rüzgarın güçlü olmadığı ve güneşi gördüğümüz an yabani doğada uzun gezintilere çıkıyoruz.

Bu arada köydeki bir düğünü görme şansımız da oldu. Günlerce köylü kadınlar, teknenin hemen arkasında üç büyük kayanın arasında odun ateşlerinin çevresinde toplanıp büyük kazanlarda ve tepsilerde yemekler hazırladılar. Erkekler koyun kesti. Törene katılamadık ama ilk akşam gelin tarafı, ikinci akşam da damat tarafı tüm köylülerin davetli olduğu bir eğlence düzenledi. İncilerle süslenmiş, muhteşem beyaz gelinliği içinde sertleştirilmiş toprağın üstünde danseden gelini görmek ilginçti, iki dünyanın iç içe girişine tanık oluyoruz. Avrupa gelenekleri ve gerçek Türkiye...

Rüzgar biraz azalır azalmaz denize açılıyoruz. Önceden hazırladığımız program şöyle: Yunanistan'ın Simi Adası’nda kısa, ardından da Bozburun Limanı’nda uzun bir mola

Marmaris'te Kış

Zaman ne kadar çabuk geçiyor, Marmaris marinaya geleli iki ay geçmiş bile. Birkaç güne kadar teknenin kalafat işlerine başlayacağımız yine aynı koyda, biraz uzakta kurulmuş Marmarin deniz şantiyesine gideceğiz.

Her zamanki gibi kış sezonu başlar başlamaz yolculuklarımızı net bir şekilde programlamak zorlaşıyor, hava durumuna bağımlı kalıyoruz. Simi'de kısa bir mola olarak yaptığımız programa gelince havanın durumu bir yana özellikle de bilgisayarı ve Rodos'tan aldığımız radyoyu tamir ettirmek istememiz nedeniyle tam 20 günümüz geçti. Rodos limanı yeterince korunaklı olmadığı için tekneyi Pedi Koyu’nda bırakıp Simi'den Rodos'a giden feriye binmeyi kararlaştırdık.

Bazen hava o kadar kötü ki feribotlar bile çalışmıyor ya da açıkçası biz tekneyi bırakıp gitmeye cesaret edemiyoruz. Güzel havalardan yararlanarak Rodos'a üç etapta ulaşıyoruz.

Rodos, antik Yunan geçmişi dışında özellikle 15. yüz yıla tarihlenmiş olan Aziz Jean şövalyelerinin hanları ve harika saraylarının çok iyi korunmuş olmasıyla Ortaçağ'da ünlenmiş muhteşem bir kent.

Kasım ayında turistik butiklerin neredeyse tamamı kapalı ve turistik yerler boş. Geç kalmış bir turistin gölgesi ya da birkaç köpeğin havlamaları eşliğinde ve güzel döşenmiş kaldırımlarda gönlümüzce gezmek şansına erişiyoruz. Ağustos ayındaki canlılığını hayal ediyor ama bunu kaçırdığımıza da hiç üzülmüyoruz.

Şehrin önemine karşın burada küçük teknik problemlerimizi çözmek mümkün olmuyor. Yeniden Türkiye kıyılarına geçmek için uygun havayı beklerken Simi'de kalıyoruz. Simi'nin küçük limanı derin bir kumsalın etrafında kurulmuş; beyaz ya da pastel renkli evleri, çok küçük, genellikle mavi ya da kahverengi gibi canlı renklerle boyanmış pencereli. Sezon dışında köy çok sakin ve yaşayanlar çok misafirperverler. Fransa'da işçi olarak çalıştıktan sonra yeniden ülkelerine dönmüş Yunanlılarla tanışıyoruz.

Dikkatli ve yeni bir dinleyici bulmanın zevkiyle bize şehrin hikayesini anlatıyorlar. Orada kışı köylüler gibi geçiren Fransız bir yelkenci çiftle tanışıyoruz. Roger, teknenin kumanyasını çıkarmak için yazın turistlere satacağı suluboya resimler yapıyor. Simi Limanından daha güvenli olan Pedi Koyu’nun küçük rıhtımındaki en uygun tek yere iyice bağladık Hylas'ı. Hafta içinde birçok kez rıhtımın öteki köşesine bir kargo geliyor, adanın yiyecek ve içilebilir suyunu getiriyor, biz de bir hortumla önce kovaya ardından da su depolarımıza su taşıyarak tanklarımızı dolduruyoruz. Kalan suyla da çamaşırlarımızı sudan geçiriyoruz.

Nihayet Marmaris

Uygun havayla birlikte Türkiye kıyılarına, kışlama olasılıklarımızdan biri olan küçük Bozburun Limanı’na geçiyoruz.

Liman korunaklı ve orada birçok tekne görüyoruz, Alman, Ingiliz, Hollandalı ve üç Fransız'dan oluşan küçük uluslararası bir topluluk oluşturmuşlar. Küçük köyde, tüm temel ihtiyaç maddeleri bulunuyor, ama demirimizi uzun bir kışlama için bırakmadan önce Marmaris'e de bir göz atmayı düşünüyoruz.

Dolmuşla bir buçuk saat süren, 30 kilometrelik, dar olması bir yana çok dolambaçlı ve kötü bir toprak bir yolla yorucu bir yolculuktan sonra Marmaris'e ulaşıyoruz.

Şehir modern ve göreceli olarak temiz. Hemen sevdim bu kenti. Bozburun ve Marmaris arasındaki geçiş kolay ve teknede yapacak o kadar çok işimiz var ki Marmaris'te kışlamaya karar veriyoruz.

Geniş ve korunaklı, uykumuzu süsleyecek olan ve girişi Helenistik döneme ait bir kilisenin yıkıntıları tarafından korunan Bozukbükü'nde bir gecelik demirlemenin ardından sabah erkenden Marmaris'e ulaşmak için tüm yelkenlerimizi açıyoruz.

Yeniden bir marinanın konforuna kavuşmak ne güzel! Pontonda su, elektrik var. Ancak burada olmanın en güzel yanlarından biri hava durumuyla ilgili konularda düşünmemek. Tekne iyi bağlanmış ve tamamıyla güvende. Marmaris marinası tüm Akdeniz turu yapan denizciler tarafından ziyaret edilmiş Türkiye'nin en güzel marinalarından biri.

Bizim için burada olmak, alışveriş, teknede biriken bir yığın yapılacak iş; buzdolabı, radyo, bilgisayar, su ısıtıcısı, otopilot tamiri ve okumayla geçecek günler anlamına geliyor. Teknede yapılacak bunca işin olması iyi.

Önümüzdeki bu iki ayı teknede yapılacak işlere ayırıyoruz, sıcak günlerde güneşlenmeyi de unutmuyoruz tabi ki.

Marmaris Pazarı

Marmaris muhteşem bir koyun çevresine kurulmuş ve çoğu kışın kapalı denize bakan otelleri, restoranları, bar ve diskolarıyla tüm diğer sahil kentlerine benziyor. 1958 yılında meydana gelen bir depremle tamamen yıkılmış, çekici bir kent. Deniz kıyısındaki yerleşim, iç kısımlardaki anarşik yapılaşma kirliliğiyle tezat oluşturacak şekilde modern. Şehrin en canlı noktası hiç şüphesiz her Perşembe kurulan pazar.

Pazar, çatısı eternitle kaplı büyük beton bir binanın içinde kuruluyor. Oraya girmek için çamurlu bir sokaktan geçip suların içinden sıçramak gerekiyor. Yer betonlan ama suların akıp gideceği bir oluk yapmak düşünülmemiş... Ve hiç bir zaman temizlenmediği için tozlu olan sokak, çamurlu yağmur suyu derecikleri tuhaf bir duygu hissettiriyor.

Bu ilk sevimsiz girişi geçtikten sonra neşeleniyorsunuz. Peynir kokuları ve kokulu otlarla büyüleniyoruz. Mevsimin taze sebze ve meyveleri, mandalina ve portakallar, sarı elmalar ve büyük sepetlerin içindeki koyu yeşil pırasalar, yeşil kabaklar, yeşil ve beyazın karıştığı lahanalar, lahana çiçekleri, armutlar, kırmızı havuç ve domatesler. Fiyatlar ortalama 25.000 lira kilo başına.(3,30fr) Ama genellikle dikkatli olmak gerekiyor, etiketlerde fiyatlar yazılı değil, almadan önce fiyatı sormazsanız, bizden olduğu gibi sizden de "turist" fiyatı istenebilir.

Peynir satıcısı peynir tenekelerinin arkasında kayboluyor, özellikle de keçi peynirinin. Tezgahlardaki tüm peynirlerin tadı neredeyse aynı. Tatmamız için küçük parçalar kesip veriyorlar. En ilginci keçi derisinin içinde yapılmış bir peynirdi. Satıcı bu peyniri sunmak için deriden bir parçayı kesiyor ve yusyuvarlak, hayvanın bacaklarının şeklini almış peynir görünüyor.

İçeride neredeyse bir metre çapında maydonozlu, ateşte pişirilmiş büyük krepler satılıyor. Yapımı kolay ama lezzetli...

Şehirli kadınlar tamamıyla Avrupalılar gibi giyinmiş olsalar da pazarcı kadınlar, başlarında kenarları işlemeli küçük eşarplar, bluzlar ve birbirine zıt renklerden oluşan eteklerinin altından pantalonları görünen giyimleriyle çok daha otantik. Ne misafirperver bir halk, herkes bize bir şeyler ikram ediyor, Türkçe konuşuyor (tabi bir kelimesini bile anlamıyoruz!), güldükleri zaman eksik ya da altın dişleri görünüyor, iklimin ve yaşamlarının zorluğunu anlatan belirgin yüz çizgileri var.

Birinci kat giyim eşyalarına ayrılmış, orada Amerikan Levis'ının kopyaları olan pantolonlarla jean stoğumuzu yeniliyoruz, turist fiyatı 800.000 lira ama biraz pazarlıktan sonra tanesini 500.000(65fr, Fransa'da 400 ila 450fr arasında değişiyor) liraya alıyoruz.

Marinada Lüks Hayat

Bir marinada olmanın çok hoş yanları da var. Ne suyumuzun biteceğini, ne de içerinin aydınlatmasını düşünüyoruz. Birkaç küçük tamirden sonra buzdolabımız yeniden çalışmaya başlıyor ve nihayet taze et saklayabiliyoruz, hatta sıcak su lüksümüz bile var... Güney rüzgarı ve soğuk kuzey rüzgarlarının estiği bu yerde kış çok yağışlı geçiyor. Ama artık hava durumunu düşünüp kaygılanmıyoruz, güvenlikteyiz ve güzel bağlandık.

Nantes'daki Naudieres atraksiyon parkının yaratıcıları olan ve teknede yaşamak için parklarını satan Lulu ve Lulue ile birkaç yeni arkadaş ve daha önceden tanıdığımız birkaç tekneciyle karşılaştık.

Onlarla; onların ve bizim teknemizde, noeli ve yılbaşını iki güzel ve sakin akşamı, bize Fransa'dan kalan son konservelerimizi açarak kutladık.

Ama tüm güzel şeylerin bir sonu var. Marinada iki ayımızı geçirdikten sonra bakım ve onarım şantiyesine geçiyoruz, büyük lift teknemizi karaya çıkardı ve Hylas şimdi karada dinleniyor.

Bir spatula yardımıyla, Marmara'dan bu yana bize katılan ve hızımızı kesen teknenin karinasına yerleşmiş kaçak yolcuları temizliyoruz. Ardından boya öncesi karinayı parlatıyoruz. Su kesimi hattının etrafındaki boya iyice bozulmuş, öyle görünüyor ki Hylas'ın ciddi bir bakıma ihtiyacı var.

Kalafat işlerimiz biter bitmez yolculuğumuza devam edeceğiz. Bu ilkbaharın programı, Siklad takımadaları: Simi, Nisiros, Kos, Kalimnos, Leros, Patmos, Levitha, Amorgos, Naxos, Paros, Delos, Mikonos, Tinos, Siros, Serifos, Sifnos, Milos, Ios, ve Thira sonra Girit'teki Iraklion Limanı’na doğru geçiş, ardından Rodos yeniden Marmaris sonra güney Türkiye, Kıbrıs ve Tunus'ta kışlamak üzere dönmeden önce Lübnan, İsrail ve belki Fransa'ya küçük bir sıçrayış.

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap