Afrika’nın Hakiki Yüzü ''Tanzanya'' (2. Bölüm)

Afrika’nın Hakiki Yüzü ''Tanzanya'' başlıklı makalenin 1. bölümünü aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.

https://yelkenciningazetesi.com/afrikanin-hakiki-yuzu-tanzanya-1-bolum

 

O akşam bir şeyler atıştırırken ertesi gün neler görebileceğimi merak etmeye başlamıştım bile. Ancak gecenin en renkli yanı, tamamı genç Tanzanyalılardan oluşan konaklama çadırları işletme ekibinin bizleri ağırlama sonrası aramıza karışarak Afrika müzik ve folklorundan örnekler sunması oldu. Hepimizin yakından bildiği o kıvrak egzotik müziklerin eşliğinde saatler geçirdik. Gecenin kilit sözcükleri ise “Hakuna Matata” oldu. “Sorun değil”, ‘’Takma kafana” anlamına geliyordu. Bu iki sözcüğün arka planı ise benim açımdan daha bir anlamlıydı. Coşkuyla söylenen şarkılar asırlarca sömürülmüş, kaynakları elinden alınmış, emperyalizmin kölesi durumuna düşürülmüş, iş gücü olarak alınmış, satılmış, kıyımlara maruz kalmış Afrika yerlisinin her şeye rağmen, geçmişin üzerine sünger çekmişliğini, kimseye küsmemişliğini, yine de diğer insanlara dost eli uzatıyor olmasını haykırıyordu. Kömür karası ciltler, inci gibi parlayan dişlerle süslü sempatik yüzler her ne kadar coşkuyla gülse de geçmişin o yaşanmış acımasızlığını dikkatli gözlerden saklayamıyordu.

Tanzanya’nın içi buruk ancak dışa gururla bakan yüzü

İçinde yaşadığımız atmosferin kurallarını doğal olduğu kadar vahşi de bir yaşam belirlemişti. Bizlere de o kurallara duyarlılıkla uymak kalıyordu. Sabah kaldığımız yerden devam ederken doğa tüm cömertliğini sergilemiş, dün eksik kalan detayları gözlerimizin önüne sermeye başlamıştı. Gece konakladığımız çadırlar savanada vahşi hayvanların yoğun olduğu yere uzak bir konumdaydı. Tek korunma önlemimiz 2 kattan ve 2 kapıdan oluşan branda çadırlarımızdı. Ancak araçlarla hareket ettiğimizde yakınlardaki bir ağacın yüksek dallarından birine daha sonra alınmak üzere bırakılmış yarım bir küçük geyiği gördüğümde, geceleri istirahat ederken bile olsa bu vahşi yaşamdan hiç de uzak olmadığımızı anladım.

Bölgede yeşil dokunun yoğunlaşması yakınlarda bir yerde bir su birikintisi olduğunun işaretiydi. Antilop, zebra yoğunluklu bir sürü küçük göletin kenarındaki gölgeliklerde dinlenirken yaban domuzları, yaşlı birkaç fil, küçük bir zürafa sürüsü ve ağaçların yüksek dallarına konmuş etrafta kurban artığı arayan birkaç yırtıcı kuş bu manzarayı tamamlayan detaylardı.

Savanada hareket ederken araçların korna çalması yasaktı. Gerekçesi “hayvanların psikolojisini korumak” idi. Sadece ve sadece doğal yaşam atmosferinin hâkim olduğu bu bölgelerde insanın hayvan yaşamına kendi yaşamını karıştırmasına izin verilmiyordu. Avlanmak kesinlikle yasaktı. Aslan avlamak isteyenler ise 200 bin dolar gibi son derece yüksek bir bedel ödemek zorundaydılar.

Sadece hayvanların hüküm sürdüğü bir coğrafyada insanların araçlarla ve yüksek motor sesleriyle aralarına karışması hayvanlar açısından ürkütücü gibi düşünülse de durum hiç de sanıldığı gibi değildi. Serengeti’de geçen iki gün sonunda, her ne kadar Afrika gibi bir kıtada da olsak, her ne kadar vahşi yaşam kurallarının geçerli olduğu bir yerde de bulunsak da insan-hayvan hukukunu ayıran ince bir çizginin varlığını hissetmemek mümkün değildi. Öyle ki küçük bir çalı dibinde yatan büyükçe bir kaplanın etrafını bir anda 7-8 cip çevirdiğinde kaplanın ürkmek bir yana hiç istifini bozmaması, orta yerde karşılıklı ama yazılı olmayan bir hukukun varlığını gösteriyordu. 

Savana hukuku

Buna göre toprak alan hayvanların, araçlar insanların bulunması gereken yerdi. İnsan yere inmeyecek, hayvan araca çıkmayacaktı. Taraflar buna uyarlarsa mesele yoktu. Görüldüğü kadarıyla yıllarca aynı davranışlarla insanın araçtan yere inmediğine alıştırılmış olan kaplan etrafını saran onca araca aldırmadan uyumaya devam etmişti. Bu anlamda Tanzanya devletini bu disiplini sağladığı için de kutlamak gerekirdi. Ayrıca çok yerinde bir uygulamayla savananın belirli yerlerine gözle görünecek okunaklı yazılar konmuştu. Şöyle yazıyordu:

“Hayvanlara yiyecek vermeyiniz, onlar kendi yiyeceklerini bulur”.

Hayvanları gördüğü yerde beslemeyi şiar edinmiş insanoğluna “doğanın ve vahşi yaşamın kendi gıdasını kendisinin pekâlâ temin edebileceğini”, “bunun için insana gerek olmadığını” anımsatan bir cümleydi bu. Savanada beklendiği gibi kantin, kafe, büfe vs. gibi yerler yoktu. Bu amaçla sabah saatlerinde görevlendirilen 2-3 araç daha önce belirlenen yerlere gidiyor, burada geçici olarak su gibi ana ürünlerin satışını yapıyor, hava kararmadan bulunduğu yeri temizleyerek geri dönüyordu. Savanaya giren ziyaretçiler rastgele yerlerde yemek yiyemiyor, bu amaçla belirlenmiş yerlerde bulunuyor, ayrılırken de çöpünü beraberinde götürüyordu. Niye yalan söyleyeyim, hiç beklemediğim bu tertip, düzen ve disiplin karşısında Tanzanya gözümde bir başka büyüdü, ön yargılarım kırıldı, onlara saygı duydum. 

Bir krater düşünün. Milyonlarca yıl önce oluşmuş, yaklaşık 300 km2'lik alanıyla ve içinde barındırdığı on binlerce vahşi hayvanla bir cennet vadetsin. İşte burası da Ngorongoro. Dünyanın en büyük krateri ünvanını elinde bulunduran Tanzanya’nın bir başka koruma alanı. Kraterin başına gelindiğinde herkes aracından inip tepeden bu olağanüstü yaşam alanını izlerken ciğerlerine sabahın o tertemiz havasını derin derin çeker. Sonra araçlar yine koruma alanı giriş kapısından kontrollü olarak savanaya alınır.

Ngorongoro Krateri

Aynı kurallar burası için de geçerlidir. Toprak zeminde ilerlerken tek bir çöp bile göremezsiniz. Hiçbir yerde - araç teker izleri hariç - insan izine rastlanmaz. Her yer vahşi yaşam ve bunun yaşayan özneleri olan hayvanlara aittir. Ngorongoro, Afrika Kıtası’nda yaşayan tüm hayvan türlerini içinde barındırır.

Bir çita çevreye göre biraz yüksek bir tümsek üzerine oturmuş etrafı gözlemekte, gölgeye çekilmiş bir aslan yanından geçen dört çeker safari araçlarını umursamaz tavırlarla izlemekte, bir su birikintisi kenarına sinmiş bir timsah sıcak havanın hararetini atmakta, zebra sürüleri, antilop sürüleri, sırtlanlar ayrı ayrı yerlerde otlamakta, bir devekuşu geçişimizi kuşkulu gözlerle takip etmekte…

Çevresine dikkatle baktığımızda içinde çok sayıda yumurta olan yuvasını uzaktan kontrol ettiğini anlıyoruz. Ürkütmeden yolumuza devam ediyoruz. Yer yer doğanın yasalarına yenik düşmüş hayvan kemiklerine rastlıyoruz. Küçük bir gölete konmuş çok sayıda flamingo susuzluğunu gideriyor.

Yorumsuz görüntüleriyle Ngorongoro Kraterindeki yaşam

Bir anne aslan yanındaki üç yavrusuna avlanmayı öğretmekte. Evet, yanlış duymadınız! Yanındaki üç yavruya yaklaşık yüz metre ileride bulunan iki Afrika mandasının nasıl avlanacağının yollarını göstermeye çalışıyor. Gözleri uzağı görmeyen, yaklaşan tehlikeyi sadece kokuyla algılayan mandalar acemice kendilerine yaklaşan yavruların kokusunu alır almaz kaçmaya başlıyorlar. Durumu gören tüm safari araçlarından kuvvetli bir kahkaha sesi duyuluyor. Anne aslanın “Ulan ben size böyle mi öğrettim?” diye hayıflanmasını duyar gibi oluyoruz.

Avlanmaya (!) hazırlanan yavru aslanlar

Bu arada araçlarımızdan birinin patlayan lastiği deneyimli sürücülerin iş birliğiyle değiştiriliyor ve yola devam ediyoruz. Savananın görece sakin bölgelerinde mola verdiğimiz ve kumanyalarımızdan oluşan öğle yemeğimiz sırasında yanımıza yine oldukça büyük bir kuş konuyor. Fazla yaklaşmadan ve meraklı gözlerle yemek yiyenlere bakıp ödül bekliyor. Ama kuralları biliyoruz ve kendi yiyeceğini kendisi bulması gerektiği için hiç ilgilenmiyoruz.    

2. Bölüm Sonu

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap