Afrika’nın Hakiki Yüzü ''Tanzanya'' (1. Bölüm)

2 yıl önce görme fırsatını yakaladığım Güney Afrika gezim içime sinmemiş, gördüklerim ile Afrika arasında sağlıklı bir bağ kuramamıştım. Afrika’daydım ama ortalık beyaz adamdan geçilmiyordu. Oysa ben Afrika’nın gerçek sahiplerini, doğasını ve o vahşi yaşamını görmek istiyordum. Bir zamanlar birbirinden ayrı iki ülke olan Tanganika ve Zanzibar 20. yy ortalarında birleşerek bugünkü “Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti”ni oluşturmuşlardı.

 

Afrika Kıtası’nın Dünya’nın geri kalanı üzerinde bıraktığı “geri kalmış” ve “sömürge kıtası” izleri nedeniyle konukların bölge ülke ülkelerine genel olarak ön yargılı yaklaştıkları düşünülebilirdi. En azından Kilimanjaro Havaalanına ayak basarken ben de böyle bir izlenime sahiptim.

Gezimiz Afrika’nın o kendine özgü havası ve vahşi yaşamıyla iç içe geçecek şekilde planlanmıştı. Oteller yerine çadırlarda konaklayacak, dünya mutfağından yemek seçmek yerine “ne bulduysak” kumanyası tüketecektik. Ter içinde kalacak, toz toprak içinde yol kat edecek, kıtanın vahşi hayvanlarına ev sahipliği yapan savanalar içinde yaşayacak, kentlerden uzak duracak ama o gerçek Afrika’yı iliklerimize kadar soluyacaktık. Hazırlıklıydık.

Safari için Tarangire yakınlarındaki konaklama yerimiz ilk durağımız oldu. Ertesi sabah, üzerlerinde ait oldukları şirketin amblemini taşıyan 4 çeker cipler, kömür karası yüzleri, parlayan bembeyaz dişleri, gülücükler saçan sürücüleriyle hazır bekliyorlardı. Böylelikle “Swahili” dilindeki ilk kelimeyi, “jambo” demeyi de onlardan öğrenmiş oluyorduk. Bunun anlamı “merhaba” demekti. Gezimiz bitene kadar da her gördüğümüz Tanzanyalıyla bu sözcükle selamlaştık. Bu sözcüğün adını verdiği, yörede çokça bilinen şarkıyı da meraklılar için buraya bırakayım. 

Safari öncesi, her biri 2-3 dil bilen araç sürücüleri tarafından talimatlandırıldık. Buna göre savanadaki seyrimiz sırasında araçtan kesinlikle inilmeyecek, vahşi hayvanlara yiyecek verilmeyecek, rastgele çöp atılmayacaktı. 

Safari araçlarımız

 Araçların açık üst pencerelerinden fotoğraf alınabilecekti. Beklenmedik bu ciddiyete saygı duymaktan başka yapacak bir şey yoktu. Haklıydılar, bildiğimiz kafes arkasındaki hayvanları görmeye gitmiyorduk. Bölge onların doğal yaşam alanlarıydı. Kuralları biz değil onlar koymuşlardı ve bu vahşi yaşamın kurallarına saygı duymak zorundaydık.

Güneşin doğması ile birlikte sadece biz değil, farklı gruplarla gelen konuklar da savananın o uçsuz bucaksız toz toprak zeminine doluştular. Neyle, nerede, nasıl karşılaşılacağının bilinmediği, hangi çalının arkasından neyin çıkacağının öngörülemediği bir atmosferdi Serengeti.

O güne kadar televizyondaki belgesellerde izleyebildiğim, sadece bakıp geçtiğim o görüntülerin gerçek olarak karşımda yer alması çok farklı bir duyguydu. “Uçsuz bucaksız” kavramını günlük konuşmalarımızda “sınırsızlık” olarak kullanırız. Serengeti Savanası bu kavramın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Toprak zeminde süratle yol alırken uzakların giderek daha da uzaklaştığını söylemek abartı olmazdı.

Serengeti’den bir görünüm

Kameralarımızı hazırlamış, aracın üstündeki panelleri kaldırarak kendimize yüksekçe bir platform kazandırmıştık. Aracımızı koruyan hiçbir şey yoktu. Niyeti bozan bir aslan ya da puma rahatlıkla aracımıza tırmanır, yapacağını yapardı. Ancak bunun gerçekleşmeyeceğini ilerleyen günlerde görecektik.    

Tanzanya’nın ekvatoral kuşak üzerinde yer alması nedeniyle savana genellikle kuru bitkilerle kaplıydı. Ancak zaman zaman ortaya çıkan ve küçük göller barındıran sulak bölgelerde bitki örtüsü çevreye göre daha bir yeşildi. Savanaların vazgeçilmez bitkileri ise Baobap ağaçlarıydı. Dallarıyla oransız kalın gövdeleri kurak savanalarda su deposu görevi görüyordu. Binlerce yıl süren ömürlerinin sırrı da bu olsa gerekti. 

Serengeti’nin şanslı köşelerinden… 

 

Baobap Ağacı

Toz bulutu arasında Serengeti’de ilerlerken içlerinde zebra ve antilop grupları olan bir sürüye rastlıyoruz. İnsanlardan uzak, hiçbir kaygı taşımadan özgürce yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir çift zebra, yüzleri birbirine dönük, boyunlarını birbirlerine dayamış öylece duruyorlar. Uzaktan bakan bir insan birbirlerine kur yaptıklarını düşünmeden edemiyor. Sadece biz değil, başka araçlar da bölgeye yaklaşmalarına rağmen o tarafa kısa bir bakış sonrasında tüm sürü doğal yaşamına devam ediyor.

 

Zebralar

 

Antilop sürüsü

Belgesellerde izlediğim nehir geçişlerinde o devasa antilop sürülerinden bazılarının timsahlara yem oluşunu anımsıyorum. Sürüye bakarken kim bilir bu sene içlerinden hangisinin diğerlerinin karşı kıyıya sağlam geçmesi için kendini feda edeceğini düşünmeden de edemiyorum.

Onları oldukları yerde bırakarak Serengeti’nin bize hazırladığı diğer sürprizleri görmek üzere yolumuza devam ediyoruz. Baobap ağaçlarının yoğun olduğu bir alandan geçerken, yaşlı bir filin tek başına ağaçlar arasında öylece durduğunu fark ediyorum. Öğreniyorum ki, çok yaşlı, ölmesine az kalan filler sürülerden ayrılarak yaşamlarına tek başlarına devam ederlermiş. 

Akibetini bekleyen yaşlı fil

Ona bakarken içim burkuluyor. Kısa süre öncesine kadar ait olduğu sürüyle her şeyini paylaşan yaşlı fil için bu yalnızlığın hiç çekilmez olacağını düşünüyorum.

Serengeti kapalı bir kutuydu. Kimse şunu ya da bunu göreceğinin garantisini almış değildi. Doğa bize ne verirse, hangi canlısını gösterirse ona razı olacaktık. En büyük avantajımız araç sürücülerinin yerlilerden oluşmasıydı. Zira savanadaki vahşi yaşamı yakından biliyorlar, uzak mesafelerden doğa ile canlı görüntüsünü ayırt ederek bize nerede hangi hayvanın olduğunu önceden haber veriyorlardı. Yoksa basit bir çalının ardında yatan bir çitayı görmeden yolumuza devam etmemiz işten bile değildi.

Meraklı gözlerle bizi izleyen bir ceylan     

 

Sürücümüz gördüğü bir yırtıcıyı bize gösteriyor

Büyük yırtıcıları izlemeye çalışırken sağda solda uçuşan irili ufaklı ama adı bilinmeyen kuşların rengarenk görüntüleri arasında zamanın nasıl geçtiğini insan anlayamıyor. Küçük bir gölette serinlemeye çalışan bir hipopotam sürüsü, bir baobap ağacının gölgesinde vakit geçiren bir kaplan, yüksek ağaç dallarıyla beslenmeye çalışan birkaç zürafa, öğle yemeğimiz sırasında yakınımıza konan ve “belki bir şeyler çıkar” düşüncesiyle meraklı meraklı gezinen büyükçe bir kuş Serengeti’nin o gün için bize sunduğu vahşi güzelliklerdi. 

Yaban domuzu

 

Beklenmeyen konuğumuz

 

Zürafa

 

1. Bölüm Sonu

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap