DENİZ KIZLARI
“Gün doğuyor deniz kızları…
Haydi; gidin artık derinlerdeki yuvalarınıza…
Kimse görmesin sizleri, kimse bilmesin nerede yaşadığınızı…
Yeniden ay kardeş size ışıkları ile işaret verene kadar
Saklayın göz yaşlarınızı…”
Taner Tümerdirim
60’lı yılların sonu…Tuzla tren istasyonununda duran trenden büyük bir hızla malzemelerimizi boşaltıyoruz. Çadırlar, battaniyeler, sırt çantaları, bir şişme bot, tava tencere… İstasyon görevlisi sabırla inmemizi ve işimizin bitmesini bekliyor. Nihayet biz sıraya girip tekmile hazırlanırken, tren bir sonraki istasyona hareket ediyor.
İstasyonda bir inzibat meraklı gözlerle bizi izliyor. Elimizde sıkıyönetim komutanlığından aldığımız izin belgesini gösterip deniz izci tatbikatı için geldiğimizi söylüyoruz. Zor günler…
Bir at arabası bizi bekliyor. Kamp malzemelerini yüklüyoruz. Tarlaların kenarındaki yoldan, içmelere adını veren hamamları geçip, deniz kenarına doğru ilerliyoruz.
Gün; tepeyi çoktan aştı. İçimiz kıpır, kıpır yeni bir kampın, yeniden arkadaşlarımızla buluşmanın, yeni bir deniz izci macerasının başında olmanın heyecanı ile doluyuz. Çadırlarımızı kurmadan bayrak direğini daha önceki kamp sonunda sakladığımız yerden çıkarıp yerine yerleştireceğiz. Tören sonrası görev bölümü var. Biz balık tutacağız. Süleymanlar ateş yakmak için kırılmış ve kuru dalları toplayacak ekibin başında. Kampın çorbasını kızlardan oluşan Penguen obası pişirecek. Mutfak nöbeti bugün onlarda… Akşam olmadan yeni gelenlerle yarımada da önce keşif turu yapılacak. Bu görev Üret grup başının…
Tayfun ekip başı, küçük seyyar botu şişiriyor. Öğle sıcağından sonra deniz saati var. Sahilde güvenlik için bota ihtiyacı var. Birisi deniz kızları tarafından kaçırılmasın diye yüzenlere göz kulak olacak… (Şaka, şaka öyle bir şey yok tabii… Bu bizim acemilere anlattığımız bir masal…)
Köşede çiftliği olan Hasan amcaya ve köpeklerine merhaba diyeceğiz. Köpeğinin dünya tatlısı bir yavrusu olmuştu. Şimdi büyümüştür… Hasan amca orada ise torunu için ona birkaç paket bisküvi ve gofret bırakacağız. Birkaç tane de Boncuk’un payı var. Onlar bizim gece bekçilerimiz. Çakalları kampa yaklaştırmıyorlar.
Gün kahkaha sesleri arasında öyle çabuk bitiyor ki battaniyelere sarılıp şarkı söyleme, ateşin başında usta pandomimcilere taş çıkartan arkadaşlarımızı izleme, eski izci liderlerinin anılarını ve tavsiyelerini dinleme zamanı. Biz hiç balık tutamadık ama kızlar çorbanın dibini tutturdular. Mimoza abla biraz nane ilave ederek hem bizi aç kalmaktan, hem de çorbayı balıklara vermekten kurtardık. Neyse ki konserve ve kurutulmuş balığımız vardı. Çorba is kokuyordu ama açlıktan şikayet etmek hiç aklımıza gelmedi. Gece yarısı patates pişirdik közde. Üret lider, kamp ateşinden sonra üstün izcileri alarak yarımadanın bilmediğimiz bir yerinde kurdukları barınağa gidip karanlıkta kayboldular. İlk nöbet ekip arkadaşımız Hulusi’nindi. Ancak son nöbetçi dahil, kimseyi kaldırmamış, sabaha kadar kamp nöbetini tutmuştu…
Kamp ateşi yine muhteşem bir eğlence ve anı şölenine dönüştü. Çok ciddi oymakbaşların ne gibi muziplikler yaptıklarını görseydiniz şaşardınız. Ateş sönerken bizi hüzünlendiren bir bardak süt öyküsünü anlatmıştı kızların başındaki Serap obabaşı… Nasıl hüzünlenmiştik?
Müren lider, eczacı kızı olmanın getirdiği görev gereği kampta ufak tefek kazaların büyük doktoru olmuştu.
Atakan Önder, yatış vermeden önce ertesi gün yapılacak işlerin ve görevlilerin listesini açıkladı. Murat Oymakbaşı o gür sesi ile deniz kızlarına bir şiir okudu ve bizi iyi uykular şarkısı ile çadırlara gönderdi. Ne gece idi ama? Ahmet Ocakbaşı, herkesi ve her çadırı teker teker kontrol etti. Sanırım sabaha kadar nöbetçi idi. Ertesi günü yüzme ve dalma tatbikatında onu görememiştik.
Bir söylentiye göre Cebelitarık’ta tanıştığı bir deniz kızına aşık olmuş, ayın ışıkları ile birlikte kıyıda onun gelmesini bekliyordu…
Ta ki yağmurdan ıslandığını söyleyerek ortaya çıkana kadar…