Birisine Küba desek, alacağımız ilk yanıt büyük ihtimalle “Puro” olacaktır. Oysa Küba, Karaip Denizinde uzunca bir ada olmaktan çok daha fazlasını ifade eder. Küba’nın bugününü anlayabilmek için biraz geriye gitmek gerekir. Anımsayalım:
Castro 1950'li yıllarda başarısız olan ilk devrim girişiminin ardından bir süre hapis yatar ve Meksika'ya gider. Orada devrimi gerçekleştirecek ekiple eğitim ve çalışmalara başlar. Bu arada Che ile tanışırlar. Malûm, Che Arjantinli bir doktordur. Castro tarafından sadece sağlık konularında destek vermek üzere ekibe kabul edilir. Eğitim tamamlanınca Castro ve beraberindeki 81 kişilik ekip harekete geçer. Bir tekneyle adanın güney ucundan karaya çıkıp Sierra Maestra dağlarına ulaştıklarında ekipten geriye sadece 17 kişi kalır. Diğerleri hükümet güçleri tarafından öldürülür. Bu kadar fazla kaybın nedeni, ekip içinde hükümet adına çalışan bir casusun bulunması ve çıkarmayı önceden hükümete ihbar etmesidir.
Che'nin bu çıkarma sırasında yaşadığı bir olay, bundan sonraki mücadelesinde belirleyici olur. Şöyle der Che: "Sahile çıkıp, ateşi yiyip yere kapandığımda solumda sağlık çantası, sağımda bir silah vardı, bir seçim yapmak zorundaydım. Ben silahı tercih ettim."
Grup, Sierra Maestra dağlarında mevzi tutmayı başarır. Sonra ilk iş olarak halkı kazanmak adına büyük mücadele başlar. Çeşitli yer ve zamanlarda halkla kurulan diyalog sonuç verir. Ortaya koydukları bağımsızlık mücadelesi ve bunun sonucunda Küba halkına sundukları vaatler halk nezdinde taraftar bulur ve büyük bir destek sağlarlar. Bu destek de doğal olarak devrimin itici gücünü oluşturur.
O sırada devlet başkanı olan Batista, Küba’nın ABD tarafından sömürülmesine göz yumduğundan halk nazarında muteber biri değildir ve elindeki hükümet güçleriyle devrim savaşını bastırmaya çalışır. Ancak Santa Clara bölgesindeki hükümet güçlerine demiryoluyla gönderdiği silah ve mühimmat yüklü trenin Che'nin birlikleri tarafından ele geçirilmesiyle savaşı kaybettiğini anlar. Kısa bir süre sonra da zimmetine geçirdiği paralarla ülkeyi terk eder.
Castro'nun Havana'ya girip devrim meydanında yaptığı konuşma, Küba halkındaki olumlu devrim algısını zirveye taşır. Devrimin 4 komutanı (Castro, Cienfuegos, Che ve Raul) halkın gözünde birer idol olurlar. Çok kısa bir süre içinde, "devrim evlatlarını yer" söylemini çağrıştırırcasına, 4 kişiden Cienfuegos şaibeli bir uçak kazasında hayatını kaybeder. Düşen uçak ve içindekilerden tek bir iz bile bulunamaz.
Castro, bir ABD gezisinde, kendisine sorulan, "Küba'ya komünizm mi getirileceği?" şeklindeki sorulara olumsuz yanıt verir. İlk başlarda adada uygulanacak rejim hakkında hiçbir belirti vermez. Ancak kesin olan tek şey ABD emperyalizmine karşı olduğudur.
Adaya döndükten bir süre sonra devrim kadrosu kamulaştırma çalışmalarını başlatır. Castro çok zengin bir ailenin çocuğudur ve kamulaştırmaya önce kendi ailesinden başlar. Bunun üzerine annesi, "seni hiç affetmeyeceğim" der ve bir daha da görüşmezler. Castro'nun toprağı kamulaştırmaya kendi ailesinden başlaması halk üzerinde çok olumlu bir etki yapar.
Bir süre sonra ABD ile SSCB arasında füze krizi başlar. ABD'nin SSCB'ye karşı Türkiye'ye füze yerleştirmesi sonucu, SSCB'de Küba'ya füze yerleştirir. ABD'nin o füzeleri kaldırması yönündeki talebine SSCB "Sende Türkiye'dekileri kaldır" yanıtını verir. ABD ve SSCB karşılıklı olarak füzeleri kaldırır. Ancak bu pazarlıklarda ne Türkiye ne de Küba hesaba katılır, sadece ABD ve SSCB arasında pazarlık yapılmıştır.
Che bu pazarlıkta Küba'nın hesaba katılmaması, dahası Küba'nın bu konuda SSCB'ye karşı tavır koymaması üzerine Castro ile ilk büyük kırılmayı yaşar. Sonrasında, Che'nin devrimin “tüm Latin Amerika'ya yayılması” konusundaki talebinin Castro tarafından, “devrimin sadece Küba ile sınırlı tutulacağını” belirtmesi üzerine ikinci kırılmayı yaşar ve Castro'ya bir mektup bırakarak Küba'dan ayrılır.
Önce Afrika'ya gider, daha sonra Prag'a geçerek hastalıklarını tedavi ettirir. 1966'da kılık değiştirerek Bolivya'ya girer. Bolivya'yı seçmesinin nedeni, bu ülkenin tüm güney Amerika ülkeleriyle sınırının bulunması, buradan çevre ülkelere sıçramanın kolay olmasıdır.
Bir rivayet ise, Che’nin Bolivya’ya Castro tarafından gönderilmiş olduğudur. Malûm, "devrim evlatlarını yiyecek"tir. Ancak Bolivya'da işler umulduğu gibi gitmez. Zira halk desteğini alamazlar, çünkü Bolivya'da toprak reformu yapılmıştır ve halk halinden memnundur. Arkasına halk desteğini alamayan ve dağda beraberindeki 35 adamıyla yalnız kalan Che, ülkeden kaçmak isterken 2000 Bolivyalı askerin takibi sonucu sağ olarak yakalanır.
Hapis tutulduğunda "bir süre sonra serbest kalacağı ve tekrar başa bela olacağı" düşüncesinden hareketle Küba asıllı bir Amerikalı ajan tarafından, ABD’den gelen bir talimatla tek kurşunla öldürülür. Bir eli bileğinden kesilerek parmak izi kontrolü için ülkesi Arjantin’e gönderilir. Yanıt olumludur. Daha sonra, kendisini vuran CIA ajanı tarafından bilinmeyen bir yere gömülür.
30 küsur sene sonra Küba hükümeti, devrim komutanını ve arkadaşlarını onurlandırmak üzere, Bolivya hükümetinden Che ve diğerlerinin kemiklerini talep eder. Che’yi ve beraberindeki arkadaşlarını infaz edenler bulunur, gömüldükleri yerler gösterttirilir. Çıkarılan cenazeler Küba'ya gönderilir. Küba hükümeti, Santa Clara kentinde, hükümet kuvvetlerine yardım götüren trenin imha edildiği noktanın yakınında inşa ettiği mozoleye Che ve arkadaşlarını defneder. Bugün Che, Santa Clara kentinde, yüksek bir mermer bloğun üstünde, elinde silahı, başında ünlü beresiyle, yüzü Havana’ya dönük haliyle gelen konuklarını karşılamaktadır.
Devrimden sonra yapılan seçimlerde Castro devlet başkanı seçilir. Ülkede ABD'nin kontrolünde işletilen petrol kuyularının bulunduğu toprakların kamulaştırılması üzerine ABD varlığı ülkeyi terk eder. İpler hepten kopar. Küba artık tamamen SSCB'ni arkasına alan bir ülke konumuna gelir. Küba ilk fırsatta, ABD tarafından adeta "arka bahçe", bir başka deyişle "kumar, eğlence ve fuhuş yatağı" haline getirilen çehresini kısa sürede değiştirir.
Gerçekten de bugün Küba'ya bakıldığında, bu konularda toplumun son derece ölçülü seviyelere geldiği, bazılarının hala öyle sandığı, "Ortalığın Kübalı karılardan geçilmediği" gibi bir manzara yoktur. Varsa da toplumun değer yargılarını rencide edecek, gelen konukları rahatsız edecek görüntülere rastlanmaz. Küba, çok güvenli bir ülkedir; günün her saatinde, her yerde, her yaştan erkek ve kadın istediği gibi özgürce hareket edebilmektedir.
Küba devrimi denince akla gelen ilk isim Castro olsa da, aslında devrimin arka planında kalan teorisyeni kardeşi Raul'dur ama o, bugüne kadar hep geri planda kalmayı tercih eder.
1991 yılına kadar hep Sovyetler Birliği desteğiyle ayakta kalabilen Küba, SSCB'nin yıkılmasından sonra Rusya'dan destek alamaz. Özellikle 1990-1994 yılları arası ülke için tam bir yıkımdır. Castro'nun o zamanları "Çok özel bir dönemdi" şeklinde değerlendirdiği söylenir. Bir ziyaretçi gözüyle, bana göre bu yıkımın sebebi, SSCB'den destek alındığı dönemde Küba'nın, kendi ayakları üzerinde de durmasını sağlayacak üretim ve yatırımı yap(a)mamış olmasıdır. Bu, belki de SSCB'nin istediği bir şeydi. Küba'nın kendi yörüngesinden çıkmasını istememiş de olabilir. Öte yandan ABD ambargosunun da bu yıkımda çok etkili olduğu söylenir. İyi de, ambargo sırasında Sovyet desteği vardı yine de üretime yönelik bazı adımlar atılamaz mıydı? Bu konuda farklı değerlendirmeler yapmak da mümkündür.
Dış destek alamayan, ambargoyu da delemeyen Küba, durumun sürdürülebilirliği konusundaki kuşkularında etkisiyle 1997 yılında turizme açılır. Bu önlem ülkeye derin bir soluk aldırır ama yetmez.
Bugün bakıldığında ülkedeki yoğun turist sayısının verdiği artı getirinin halk üzerindeki etkisini görmek zordur. Havana cadde ve sokaklarına bakıldığında, çok sayıda turist gezdiren araca rastlanır. Turist otobüsleri sadece Havana ile sınırlı kalmaz, orta ve kuzey Küba'yı alt üst eder. Ancak bu kadar yoğun turist girdisine rağmen bu sektörün getirisi, Küba'ya para kazandırmakla beraber ayağa kaldırmaya yetmemiş görünüyor.
Ülkede eğitim ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz olduğunu biliyoruz. Ancak çevreye bakıldığında, adına sağlık merkezi, hastane vs. denebilecek bir tesis görebilmek zor. Sokak aralarında, kapı ve duvarlara yazılmış belli belirsiz "doctor" yazılarından başka bir ize rastlayamadık. Oysa Kübalı doktorların dünya çapında iyi işlere imza attıkları, kanser aşısını buldukları da çokça dillendiriliyor.
Eğlence, Küba için olmazsa olmaz bir yaşam felsefesi. 3-5 gencin bir araya gelerek hemen bir grup oluşturması, bir cadde ya da sokak köşesinde yer tutup Latin müzikleri yaparak gelen geçeni eğlendirmesi, neredeyse günlük rutin işlerden. Böyle bir grubun önünden müziğe uyup dans etmeden geçmemek de imkânsız. İşinizi gücünüzü unutup müziğin o kıvrak ritmine kendinizi kaptırıyorsunuz. Bu işin ustaları, İbrahim Ferrer kuşağından kalanlar -ki hepsi 80’li yaşları sürüyorlar- ünlü müzikhol Buena Vista’da konuklara enfes bir müzik ve dans ziyafeti sunuyorlar.
“Küba’da purolar kadınların baldırında dürülerek sarılır.”
Hemen herkesin keyifle dillendirdiği bu söylem, bir şehir efsanesinden başka bir şey değildir. Havana’nın en büyük puro fabrikalarından Partagas’ta, her biri yüzlerce kişilik salonlarda çalışan kadınlı erkekli puro imalatçıları, kendilerini izleyen konuk gözlere aldırmadan, önlerine konan büyük puro yapraklarındaki kalın damarları cımbızla özenle ayıklarken, bir yandan da günlük olarak içmelerine izin verilen istihkak purolarını tüttürürler. Amaçları, çeşitli çapta, uzunlukta ve lezzetteki puro türlerini müdavimlerine istenen kıvamda ulaştırmaktır. Her sabah imalata başlamadan önce imalatçılara görevliler tarafından bir hikâye okunur. Bitiminde, o gün imal edilen puro serisine o ad verilir. Örneğin bir puro kutusunda “Monte Kristo” ya da Romeo Juliet” yazısı görürseniz, o gün imalatçılara bu hikayelerin okunduğunu tahmin edebilirsiniz. Ancak her yerde olduğu gibi orada da devletin sırtından para kazanma meraklısı çalışanlar görülür. Örneğin, onları izlemeye konuklarla kaş göz işaretiyle anlaşan ve fabrikada imal edilen puroları daha ucuz fiyata konuklara pazarlayan işçiler vardır. Çok rahat bir şekilde işini bırakır, anlaştığı konukla fabrika dışında bir yerde buluşup siparişleri teslim eder ve işinin başına döner.
“Ron” Küba’da yetiştirilen şeker kamışlarından elde edilen bir içkidir. Mojito’nun ana katkı maddesidir. Bizim memlekette tek dublesi ateş pahasına yudumlanırken, Trinidad kentindeki tatil mekanlarında ücretsiz olarak ve su niyetine tüketmek mümkündür.
Sokaklarda gezerken her an kucağında bebeğiyle bir kadının yanınıza yaklaşıp bebeği için süt parası istemesi ya da çok yaşlı birinin geleneksel giysiler içinde, elinde purosuyla turistik mekanlarda boy gösterip bahşiş istemesi ve bu işi zorlama, emrivaki tarzında yapmaları neredeyse bir sektör olmuş görünüyor. Adına “modern dilencilik” de diyebileceğimiz bu davranış Küba insanı için neredeyse olağan, sıradan bir şey. O insanların yaşadıkları evlere bakıldığında, insan, hani deyim yerindeyse "köpek bağlasan durmaz" cinsinden mekanlar olduğundan kuşku duymuyor. Yiyecek ihtiyacının karne ile karşılandığı ve ortalama bir insanın aylık gelirinin 30 dolar civarında olduğu da eklendiğinde, ülkedeki ekonomik durum daha da netleşiyor.
Görünen ekonomik girdiler, ülkenin kuzeyinde yer alan bol tütün ile ortalarında yer alan şeker kamışı plantasyonları...Yanına turizmi de eklersek başkaca da bir şey kalmıyor. Bir de Guantanamo getirisi var ama Küba bunu kullanmıyor.
Hikâye özetle şöyle: Amerika'nın oradan buradan toplayıp getirdiği adamları barındırdığı Guantanamo kampı ülkenin güney ucunda. Burayı ABD 1900'lerin başında yıllık 4000 $ dolar karşılığında Küba'dan zorla kiralamış. Kira parasını bugüne kadar düzenli olarak çek ile gönderiyormuş. Ancak Küba, bu çeki bozdurma işlemini, ABD'ye ülkede resmiyet kazandıracağı düşüncesiyle bugüne kadar yapmamış. Kira anlaşması 2033'de sona erecek.
Gezdiğimiz yerlerin geneline bakıldığında toplumda inanılmaz bir "Che" hayranlığı görülüyor. Castro öldüğünde bile Che kadar popüler olamadı. Kişisel görüşüm, Che’nin tam zamanında öldüğü şeklinde. Yani Che henüz 39 yaşındaydı, karizmasının zirvesindeydi. Devrim sonrası bizzat halkla beraber üretime katılmıştı. Aslen Kübalı olmamasına rağmen devrim savaşı sırasındaki kahramanlığı nedeniyle Castro'dan "Commandante" ünvanını almıştı. Castro'ya kayıtsız şartsız itaat eden biriydi. Ateşli antiemperyalist söylemleri vardı. Ve en önemlisi, Che henüz hata yapma fırsatını bulamamıştı. Castro gibi uzun yıllar yaşama şansı olsaydı, belki hata yapma ve eleştirilme riski olacaktı.
50'li yılların sonunda konjonktür devrime uygundu, başarıya ulaştı. Ama zaman içinde devrim, gelişen dünyaya ayak uydurmada başarısız oldu. Devlet, "Her şey benim kontrolümde olacak, her şeyi ben yapacağım" diye kontrolü kaybetmemeye çalışırken her yere yetişmede başarısız oldu. Bana göre, Castro'da bunun farkındaydı ama "dünyada devrim yapıp iktidarını 60 senedir kesintisiz devam ettiren lider" karizmasını çizdirmemek için adım at(a)mıyordu. "Benden sonra ne olursa olsun" diye de düşünüyor olabilirdi. Zira yaşlılık ve hastalık nedeniyle işi kardeşine devrettikten sonra kendisinin yap(a)madığı değişiklikleri, esnemeleri, (örneğin ülkeye teknoloji girişindeki sınırlamaların kaldırılması, kişisel özgürlüklerin hafifletilmesi, mülk edinme hakkı vs. gibi) Raul'un yaptığını duyduk.
Küba halkı kuvvetle muhtemel, zamanında devrime büyük destek vermesine rağmen, bugün gelinen noktanın, devrimin bir öngörüsü olmadığını değerlendiriyordur. Başarılı bir devrimin zamana ayak uydurması (Zira devrimin amacı bağımsız bir Küba idi), ülkenin geri kalmadan yoluna devam etmesi, bu amaçla kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak atılımların gerçekleştirilmesi, dahası ele güne avuç açmadan, muhtaç olmadan yaşama devam eden bireyler olarak kalmaları eminim en büyük arzularıydı. Bugün bulundukları noktada dıştan olmasa da içten içe devrimi, dahası Castro'yu "Bize vaat edilen, desteklediğimiz devrim bu muydu?" şeklinde sorgulamadıklarını düşünmek zor. Ancak, hayata karşı baş eğmez bir duruş ve sabır sergileyen Küba halkı bu durumu nereye kadar sineye çeker bilemeyiz.
Vinales Vadisi / Puro Tütünü Üretimi
Vinales Vadisi / Mural Of Prehistory
Küba’nın ilk yerlilerinin mağaralara resmettiği görsellerin kayalara yansıtılmış dev stelleri.
Ernest Hemingway’ın sıkça uğradığı bar “Floridita”
Yorumsuz…
Trinidad / Kolonyal dönemden kalan evler
Che Guevera Anıtı / Santa Clara
Fotoğraflar: Levent Dinçer
Yapılmış Yorumlar (1)
Küba'yı, herhalde kaynaklardan da faydalanarak müthiş anlatmışsın Levent. Ellerine, emeklerine sağlık Kardeşim. Sevgilerimle.