
Zihnimizin kalelerini yıkan askerler, lağımcılar bölüğü!
Bugün bunu tartışmak istiyorum. Ama biliyorsunuz adetim daima bir konuda sohbet ederken bir metne bağlı kalmak ve kaynak kullanmaktır. Aksi takdirde ne ben kendime hakim olabilirim, ne de siz güvenebilirsiniz.
Ben bunu camide Cuma hutbesi dinlerken öğrenmiştim. Mahallemizin Kızıl Minare Camii imamı Mahmut Bayram Hocaefendi (ARE) hutbede Allah’ın (CC) kitabından hangi sureden hangi ayeti ve Peygamberimizin (SAS) hangi sözünü naklettiğini ve ne üzerinde konuşacağını açıklardı. Hatta diğer kitaplardan alıntılar yapıyorsa onları da isim ve sayfa numarası ile belirtirdi. İşi ciddiye alan meraklı dinleyiciler de tüm bunları not ederlerdi.
Neyse burada konu olan kitabımız, NeuroMined: Teknolojinin Titanlığını Yenmek, adıyla tercüme edilmiş. NeuroMined’ı doğrudan Türkçeye çevirmek zor, zira bir kelime oyunu: Neuro sinir, Mind zihin demek, fakat bir e harfi ekleyerek patlayıcı, mayın manasını vermiş. Bence burada mined tam Osmanlıca kullanımı ile “lağım” demek. Eskiden orduda lağımcılar diye bir bölük varmış. Kaleler kuşatılınca toplar yokken ve daha sonra düşmanın kale duvarlarının altına tüneller kazarak patlatırlar ve kalenin çökmesini sağlar; böylece kuşatan taraf büyük avantaj elde edermiş.
Kitabın kapağında beynin iki yarım küresi var, QR kodun içine oturtulmuş ve Mined’daki e’nin altı kırmızı ile çizilmiş. İşte bana çağrıştırdığı bu oldu. Bizi kuşatan teknoloji aslında zihnimizin altını oyuyor, biz aklediyoruz, çalışıyoruz derken aslında bizi kendi heva hevesine sevk ediyor.
Robert Grant ve Michael Ashley eserlerinde teknolojinin ve buna bağlı birçok yeniliğin risklerinden söz ediyor. Grant bir teknoloji şirketinin sahibi, Ashley ise farklı konularda 35 kitabın yazarı bir senarist Disney’de.
Kitap 186 sayfa, çoğu kişilerin başından geçen öyküler, senaristimiz öykücülüğünün hakkını vermiş ve konuyu öyküler üzerinden anlatıyor. Ama ben sizin için öykülerden arındırıp asıl tartışma konularını vermeye çalıştım. Nedir bunlar? Akıllı Telefonlar, Wikipedia, ESG (Çevre, Sosyal ve Yönetişim), Online İtibar ve Algı, Eğitim, Finans, Sürücüsüz Araç Kullanımı, Müzik Endüstrisi, Dezenformasyon, Gözetim Kapitalizmi.
Mobil, yani cep telefonlarımız, akıllı telefon da diyoruz; ne çok zamanımız o küçük ekrana bakarak geçiyor değil mi? Halbuki şikayet ederiz o ekranın küçük olmasından normalde, bilakis baş ve işaret parmaklarımızın arasına alıp ekrandaki nesneyi büyütmek zahmetine bile katılıyoruz. Demek ki çok cazip geliyor bize gördüklerimiz!
Bu akıllılık mı, bağımlılık mı, acaba? Neredeyse uyanık kaldığımız tüm süre o ekranın tahakkümü altındayız. Aslında telefon değil, küçük birer bilgisayar onlar ve internet vasıtasıyla cazip içerikler ve çeşitli aplikasyonlar nedeniyle FOMO (Günceli Kaçırma Korkusu) dürtüsüyle her geçen gün daha da bağlanıyoruz çevrimiçi kalmaya.
Akıllı Telefonlar
Kitabın ilk bölümü akıllı telefon bağımlılığının tehlikelerini ve akıllı telefonların kontrol aracı olarak nasıl kullanılabileceğini tartışıyor:
Akıllı telefonlar eşi benzeri görülmemiş bir şekilde sürekli dikkatimizi çekiyor. Birçok insan günde 3-4 veya daha fazla (17 saate varan var) saatini telefonlarında geçiriyor.
Akıllı telefonlar kullanışlı olmalarına rağmen bizi kontrol ettiğinin farkında olmadığımız “modern prangalar” şeklinde düşünülebilir. Konumlarımızı takip ediyorlar ve hizmetlere erişimi artırırken bizi mutlu edecek şeyleri sunup tüketimimizi arttırabiliyorlar.
Çoğu insan akıllı telefonların sağladığı kolaylıkları seviyor, ancak yönlendirildiklerini göremiyor. Ben mesela tüm cookie ve takiplere izin veriyorum, çünkü daha fazla hizmet alıyorum. Ama online sipariş vermiyorum. Bu beni durduruyor.
E devlet gibi teknolojik ilerlemeler artık hepimizin akıllı telefon kullanmamızı mecbur ediyor. Akıllı telefonlardaki biletler, harç makbuzları, ödeme kolaylıkları, aşı kağıdı gibi sağlık kodları gibi uygulamalarla idare kurallara uymayanların erişimini kısıtlayabiliyor.
Kitap, akıllı telefonların sağladığı kolaylıklara ve dopamin saldırılarına olan bağımlılığımız nedeniyle “uyurgezerlikle görünmez bir hapishaneye doğru gittiğimizi” öne sürüyor. Sağladıkları cazibenin bizi nereye yönlendirdiğinin farkında olmamız gerekiyor, diyor.
Özetle, akıllı telefonlar pek çok fayda sağlarken kitap, bunların aynı zamanda otoriteler tarafından suiistimal edilmesi durumunda özgürlüğü incelikli bir şekilde kısıtlama ve yeni şekillerde halkın kontrolüne sebep olmak potansiyellerinin farkında olmamız gerektiği konusunda uyarıyor.
Wikipedia
İkinci bölümde Wikipedia önemli bir kaynak olsa da tüm bilginin tek bir varlıkta merkezileştirilmesi riskler doğurur, diyor yazarlar ve bu konuda bazı önemli konuları şöyle vurguluyorlar:
Çok fazla güç: Tek oluşum, platform her neyse ana bilgi otoritesi haline geldiğinde, çok fazla merkezi güce sahip olur. Bu durum bilgi üzerindeki totaliter kontrol tehlikesini doğurur.
Tanımların manipülasyonu: Çevrimiçi içeriklerin çok azı gerçek zamanlı olarak güncellenebilir, bu gerçeklerin ve tanımların manipülasyonuna izin verir.
Anlatımlar üzerinde kontrol: Wikipedia editörleri ve yöneticilerinin halkın hangi bilgileri göreceğine ve hangi itibarın zedeleneceğine karar vererek anlatılar üzerinde kontrol sahibi olduklarını düşünür müsünüz!
Meta veri alanındaki tehditler: İnternet AR/VR aracılığıyla daha kapsayıcı hale geldikçe, Wikipedia gibi merkezi bilgi kaynakları, insanların deneyimlediği ve inandığı şeyleri kontrol etmek ve manipüle etmek konusunda daha fazla güce sahip olacak.
Wikipedia’nın faydaları olsa da herhangi bir oluşumun, platformun gerçek üzerinde tekel sahibi olmasına karşı dikkatli olmalıyız, diyor yazarlar. Merkezi güç ve manipülasyon risklerini sınırlamak için çok sayıda bilgi kaynağının varlığının önemli olduğunu vurguluyorlar. Orwell’in 1984’ünü hatırlarsak, bugün ilgiyi ve tarihi kontrol etmeye çalışan “hakikat bakanlıkları” yok ama dezenformasyon önlemek kurumları var.
ESG
Üçüncü bölümün konusu ESG. ESG’nin açılımı Çevre, Sosyal ve Yönetişim, şirketleri sürdürülebilirlik ve sosyal etkilerine göre derecelendiren bir puanlama sistemidir. ESG fonları son yıllarda hızla büyüyerek yalnızca ABD’de 360 milyar dolara ulaştı.
Ancak eleştirmenler ESG puanlarının keyfi ve politik olduğunu savunuyor. Şirketler, gerçek çevresel veya sosyal etki nedeniyle değil, erdem sinyali verdikleri için ve neoliberal ideallere uyum nedeniyle ödüllendiriliyor. Ben genelde bunun böyle olmadığını biliyorum, ama istismarı da vardır.
Dedikodular şöyle: ESG puanlarının, kendi siyasi görüşlerine uygun şirketleri tercih eden “eşik bekçileri” (gatekeepers) tarafından belirlendiği savunuluyor. Örneğin Tesla, elektrikli araçlar üretmesine rağmen değerlendiricilerin Elon Musk’tan hoşlanmaması nedeniyle zayıf bir ESG puanı alıyor. Bu arada silah üreticisi Lockheed Martin daha yüksek puan alıyor.
Online İtibar ve Algı
Dördüncü bölümde çevrimiçi (online) itibar ve algının tehlikelerini ve bunun nasıl istismar edilip merkezileştirilebileceğini tartışıyor yazarlar:
İnsanların çevrimiçi ortamda birbirlerini derecelendirdiği ve insanların yaşamları üzerinde büyük etkileri olacağından bahsediliyor. Distopik toplumda, insanların gündelik yaşamları diğer insanlar tarafından bir ila beş arasında puanlanıyor ve bu puanlama toplumsal statüyü belirliyor. Bu durum, her davranışını beğenilmek arzusuyla yapan bireyler yaratmaktadır. Bu bölümde insan ilişkilerinde sosyal ağların benliğin ifadesine edeceği etki; olduğundan farklı görünmeye çalışmak, kendini topluma kabul ettirmek ve toplumda kendine yer edinmek çabası ele alınıyor. Sosyal ağların bireyler üzerinde tahakkümünü artıracağı, bireysel ve toplumsal benzerliklerin artarak farklılıkların yok olacağı ve sahte ilişkilerin toplumu şekillendireceğini ön gören distopik bir toplum kurgulanıyor. Bu algının nasıl gerçeğe dönüşebileceği gösteriliyor.
Çin’de insanların izlendiği, davranışlarına göre tespit edilen bir sosyal kredi sistemi vardır. Kötü araba kullanmak, yanlış yerlerde sigara içmek ve “sahte haberler” yayınlamak gibi şeyler puanınızı düşürebilir ve sizin sosyal faaliyetlerinizi kısıtlayabilir. Yazarlar Çin’dekine benzer merkezi kontrol sistemlerinin Batı’da da akıllı telefonlar, yapay zeka ve gözetlemek gibi modern teknolojilerle mümkün kılındığını savunuyorlar.
Yazarlar gardiyanların tüm mahkûmları aynı anda izleyebildiği bir cezaevi tasarımına atıfta bulunarak panoptikon kavramını tartışıyorlar. Yine aynı şekilde modern gözetim teknolojisinin bir “tekno-panoptikon” yarattığını söylüyorlar.
Panoptikon, İngiliz filozof ve hukukçu Jeremy Bentham tarafından 18. yüzyılda tasarlanmış bir gözetim yapısıdır. Kelime, Yunanca pan (her şey) ve optikon (gözlemlemek) kelimelerinden türetilmiş.
Bentham, Panoptikon modelini hapishaneler için tasarlamış, ancak okullar, hastaneler ve fabrikalar gibi diğer kurumlar için de kullanılabileceğini savunmuş. Panoptikon’un temel mantığı, merkezi bir gözetleme kulesinin etrafına dizilmiş hücrelerden oluşan bir yapı olması. Bu tasarım sayesinde, mahkûmlar veya gözlem altındaki kişiler, ne zaman izlendiğini bilemiyorlar, ancak her an izleniyormuş hissine kapılıyorlar. Böylece, otoritenin fiziksel olarak sürekli müdahale etmesine gerek kalmadan bireyler kendi davranışlarını otokontrol mekanizmasıyla düzenlemiş oluyorlar. (**)
Genel olarak çıkarılacak en önemli sonuç, çevrimiçi itibar ve algıların, özellikle merkezi güç ve gözetim söz konusu olduğunda tehlikeli şekillerde istismar edilebileceğidir.
Eğitim
Beşinci bölümde yazarlar, eğitim amacıyla veri toplamak ve öğrencilerin gözetimi ile ilgili konuları tartışıyor. Öğrenci verilerini toplamanın amacı sonuçları iyileştirmek olsa da bunun istenmeyen olumsuz sonuçlara yol açabileceği belirtiliyor.
Okullar, notlar, devam kayıtları, biyometrik veriler ve öğrenim yazılımı aracılığıyla toplanan bilgiler dahil olmak üzere öğrenciler hakkında çok miktarda veri toplanır. Bunun mantığı, bu verileri analiz etmenin öğrencilerin neye ihtiyacı olduğunu belirlemeye, öğretimi kişiselleştirmeye ve fayda sağlamaya yardımcı olabilmesidir.
Yazarlar bunun, insanları kontrol etmek için davranış değiştirmek teknolojisinin kullanılmasının gereğine inanan psikolog B.F. Skinner’ın çalışmalarıyla paralellik gösterdiğini belirtiyorlar. Bildiğiniz üzere B.F. Skinner (1904-1990), davranışçılığın en önemli isimlerinden biri. Skinner, insanların davranışlarını nasıl kontrol edilebileceğini anlamak ve şekillendirmek için kapsamlı deneyler yapmıştır.
Skinner, organizmaların davranışlarının ödül (pekiştirme) ve ceza ile şekillendirilebileceğini öne sürdü. Ona göre, bir davranış ödüllendirildiğinde tekrarlanma olasılığı artar, cezalandırıldığında ise azalır. Skinner, insan davranışlarının da tıpkı hayvanlar gibi pekiştirme yoluyla şekillendirilebileceğini savundu. Hatta, bu yöntemin toplumları daha düzenli hale getirebileceğini öne sürdü. Skinner, insanların aslında özgür olmadığını, çevrelerinden gelen pekiştirmelerle yönlendirildiklerini savundu. Geleneksel özgür irade anlayışını eleştirerek, insanların bilinçli olarak koşullandırıldığı bir toplumun daha iyi işleyebileceğini iddia etti.
Skinner’ın çalışmaları, insan davranışlarının nasıl kontrol edilebileceğini göstererek, eğitimden iş yönetimine, psikolojiden teknolojiye kadar pek çok alanda etkili oldu. Ancak, eleştirmenler onun yaklaşımını mekanik ve insanın öznel deneyimlerini göz ardı eden bir model olarak değerlendirdi. Özellikle, insanların yalnızca dışsal ödüllerle değil, içsel motivasyonlarla da hareket ettiği gerçeğinin Skinner tarafından yeterince dikkate alınmadığı öne sürülmüştür (***).
Silikon Vadisi, veri madenciliği yaparak sosyal medya ve oyun gibi teknolojiler aracılığıyla gençleri belirli davranışlara yönlendirmek konusunda bazı fikirlerini uygulamaya koydu mu ne?
Yazarlar, teknoloji yardımıyla insanların yalnızca eylemlerinin değil, içsel durumlarının ve duygularının da gözetlenmesinin yapıldığını belirtiyorlar. Mesela biyometrik bilezikler gibi teknolojilerle, öğrencilerin öğrenirken verdiği fizyolojik tepkileri izleyebiliyorlar. Gerekçe halk sağlığı ve güvenliği olsa da başkaları da bu iç gözetim verilerinden yararlanabilir.
Özetle, eğitimsel veri toplamak, öğrenci çıktılarını iyileştirmek amaçlasa da öğrencileri şartlandırmak, potansiyellerini sınırlamak, mahremiyetlerini ihlal etmek ve aşırı iç denetime yönelmek gibi riskleri beraberinde getirir; bunların hepsinin dikkatle tartılması gerekir.
Finans
Bu bölümde yazarlar, hükümetler ve büyük teknoloji şirketlerinin, devletin onaylamadığı faaliyetlerde bulunmaları halinde insanların sermayeye ve bankacılık hizmetlerine erişimini kesebileceklerini belirtiyorlar. Mesela bu durum, Julian Assange’ın Afganistan’daki savaşla ilgili gerçeği ortaya çıkaran belgeleri sızdırmasının ardından kuruluşların WikiLeaks’e yapılan bağışları engellemesiyle yaşandı. Aynı durum, Kanadalı kamyoncular COVID aşısı talimatlarını protesto ettiklerinde ve Ukrayna savaş anlatısını sorgulayan medya kuruluşlarının da başına geldi.
Finansal özgürlüğün kısıtlanmasının özgürlüğe yönelik bir tehdit olduğunu kabul etmeliyiz.
Sürücüsüz Araç Kullanımı
Bu kez sürücüsüz araç kullanmaya yönelik baskının tehlikelerini ve bireysel özerklik ve özgürlük pahasına güvenliğe ve teknolojiye aşırı güvenmeyi tartışıyorlar. Yazarlar araç kullanmanın özgürlüğün ve kişinin kendi hayatı üzerindeki kontrolünün simgesi olduğunu savunuyorlar. Otomasyon teoride kazaları azaltabilirken, aynı zamanda yetkililere aşırı kontrol ve gözetim yetenekleri vererek insan özgürlüğünü ve eylemlerini de sınırlayabiliyor, diyorlar.
Aynen katılıyorum. Ben 49 yıllık şoförüm. Şükür öyle büyük bir yanlışım da olmadı. Ama arabamın bana ukalalık etmesini istemiyorum. İstersem yardım etsin. Hala hatırlarım o ilk ABS sistemi frenlerle arabamın bana nasıl direndiğini, fren öyle değil böyle yapılır diyordu, ama ben az daha çarpacaktım öndeki araca!
Sürücüsüz araçlara geçilmediği durumda sürüş yetkisinin iptali gibi sakıncaları vurgulayarak kitlesel sivil itaatsizliğin ve insan iradesinin teknolojik kontrol baskısına karşı koyabilecek tek çare olduğunu vurguluyorlar. Eğer idare sürücüsüz araç kullanmayı dayatırsa, muhaliflerin göstereceği kolektif eylemin otoriteye geri adım attırabileceğini söylüyorlar.
Bence işi bu kadar büyütmeye gerek yok ki, insanlara seçenek sunsalar yeter.
Müzik Endüstrisi
Ve geldik müziklerimize… Yazarlar bir zamanlar sanatçıların, yöneticilerle ve plak şirketleriyle, kendilerine çok az yaratıcı özgürlük veya maddi tazminat sağlayan adil olmayan sözleşmeler imzaladıklarını belirtiyorlar. Hatırlarsanız bir zamanlar bu Yeşilçam’ın gözde konusuydu. Hollywood’da buna menajeri Albay Parker’ın Elvis Presley’i istismar ettiği ve Ike Turner’ın Tina Turner’ı istismar ettiği gibi durumlar örnek verilebilir. Sektörde güç dengesizlikleri vardı.
Yazarlar bir zamanlar sanatçıların sektöre entegrasyonuna yardımcı olmak için yöneticiler ve plak şirketleri gibi araçların gerekli olduğunu, ancak bugün teknolojinin artık tarafların doğrudan doğruya bağlantı kurmasına olanak sağladığını söylüyor. Özellikle değiştirilemeyen tokenler (NFT’ler), sanatçıların çalışmaları için orijinallik sertifika hakkı sağlar ve eserlerini aracıya gerek kalmadan doğrudan piyasaya sunmalarına olanak sağlar.
Sanatçılar, özellikle de yeni olanlar, kendilerini kontrol etmeye çalışan yöneticilerin ve plak şirketlerinin sömürüsüne maruz kalıyor idiyseler, artık NFT gibi araçlarla bu geleneksel müzik endüstrisinin dengesiz güç dinamiklerini bozabilirler.
Dezenformasyon
Dokuzuncu bölümde ise yazarlar hükümetlerin, kurumların halkı korumak adına çevrimiçi “yanlış bilgi ve dezenformasyonu” düzenlemek ve kısıtlamak yönündeki çabalarını tartışıyor. Bu girişimlerle ilgili endişelerini dile getirerek yazarlarımız şunları ileri sürüyor.
-Kendi yanlış bilgi yayma geçmişleri göz önüne alındığında, hangi bilgilerin doğru veya yanlış olduğunu belirlemek konusunda idare yani bürokrasi gerçeğin hakemi olmamalıdır.
-Solcu ve sağcı eleştirmenler bu girişimlere karşı çıktılar ve bunların yalnızca siyasi amaçlarla yönlendirilmediğini öne sürdüler.
-Yetkililerin ve büyük teknoloji şirketlerinin sansürünü önlemek için bilginin yayılmasının bağımsız bir şekilde organize ve finanse edilmesi için çeşitli alternatiflere ihtiyaç vardır.
Yazarlar, gerçek gazetecilik, yanlışları araştırmayı ve ifşa etmeyi gerektirir, diyorlar.
Özetle yazarlar, “dezenformasyon yönetimi” girişimleri halkı korumak olarak sunulurken, ifade özgürlüğü ve açık internete tehdit olarak görüyorlar. Web 3 gibi merkezi olmayan teknolojiler (https://acikkaynakfikirler.com/merkezi-olmayan-internet-nedir/), daha fazla bilgi özgürlüğünün desteklenmesine ve medyanın kontrolüne alternatif olabilir, diyorlar.
Güncel bir örnek yaşıyoruz; Gazze’de olanları protesto etmek için pek organize ve anlaşılır olmasa da saygı duyduğum bir boykot hareketi var. Bizim Ülker’i de sahte haberlerle içine alan ve rakip troller eliyle yayan saçmalıktan söz bile etmiyorum. Ama esas sahipleri ve konumları itibariyle boykot hareketinin tanımına birebir uyan ve boykot edilmesi gereken sosyal medya sağlayıcılarının ise kimse farkında değil veya çaresiz! Zaten hümanizm kisvesi altında zulüm vakalarının yaygın iletişiminin yapılması algoritmalar tarafından engelleniyor.
Hani asılsız bir laf var, ne yerseniz osunuz diye, galiba doğrusu ne konuşursanız osunuz olacaktı!
Gözetim Kapitalizmi
Kitap son bölümde, 11 Eylül saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19 salgını gibi son küresel krizler bağlamında devletlerin getirdiği aşırı erişim ve gözetim kapitalizminin tehlikelerini tartışıyor. Bu krizlerin hükümetler ve güçlü kuruluşlar tarafından insanların yaşamları ve verileri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak için istismar edildiğini savunuyor.
Benim de birkaç kere üzerine yazı yazdığım Dünya Ekonomik Forumu’nun “Büyük Sıfırlama” vizyonu da bunun bir örneği olarak sunuluyor. Burada paydaş kapitalizmi ve Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojileri, hükümetler ve seçkinler tarafından belirlenen ortak hedeflere doğru ilerlemek için kullanılacak, deniyor. Ancak WEF, “Hiçbir şeye sahip olmayacaksın ve mutlu olacaksın.” fikrini de destekleyerek mülkiyet haklarıyla ilgili endişeleri arttırıyor, diye de ekliyorlar.
Sanki bu artık kapitalizm de değil! (Ben bu yorumu yaptıktan sonra İsmet Berkan’ın Teknofeodalizm kitabı üzerine yazdığı bir yazıyı okudum ve ilgili bir vidyo izledim. Anladım ki bunun kapitalizm olmadığını düşünen başkaları da varmış https://10haber.net/yazarlar/ismet-berkan/ib-gundem/2025-03-15/
https://www.instagram.com/reel/DG0vhEiNRI4/?igsh=enFqY2x5bGhqZXJv
Yazarlar, anayasal mahremiyet haklarına yasal başvurular yaparak, siyasete dahil olarak ve başkalarına cesaret aşılayarak teknokratik kontrolle mücadele etmek için harekete geçmeyi savunuyor. Bireysel veri egemenliği teknolojilerinden yararlı araçlar olarak bahsediliyor ancak daha kapsamlı değişikliklere ihtiyaç var, diyorlar.Özetle, temel mesaj, son krizlerin hükümet ve şirket gözetiminin artmasına olanak sağladığı, ancak hâlâ geri adım atmanın ve bireysel hak ve özgürlükleri savunmanın yolları olduğudur. Şimdi harekete geçmek, küçük bir adım da olsa, büyük bir etki yaratabilir ve halkı teknokratik kontrole karşı mücadeleye katılmaya teşvik edebilir, diyerek bu kitabı yazdıklarını belirtiyorlar.
Rahmetli babam bana bir gün: Oğlum bak insanoğlu keşifler ve ilmi ilerleme sayesinde bitkileri, hayvanları velhasıl her şeyi ıslah ediyor, ama insan nesli hariç demişti. Evet ne yazık ki durum hala böyle sürüp gidiyor. Halbuki ahlak ve vicdan her insanın fıtratında vardır. İnsan kendiliğinden güzel ahlakı bilir ve ona yönelir. Zaten Peygamberimiz (SAS) de ben ahlakı tamamlamak için gönderildim demiştir. İsa (AS) da yani bir önceki semavi dinin kitabı Tevrat’ın şeriatını uygulamaya memur olarak ahlaki ıslah için gönderilmişti.
(*) Grant, E.D. ve Ashley M. (2023). NeuroMinded: Triumphing Over Technological Tyranny, Fast Company Press, ss.186.
(**) https://tr.wikipedia.org/wiki/Panoptikon
(***) https://tr.wikipedia.org/wiki/Burrhus_Frederic_Skinner
Murat Ülker