Millî Mücadele içinde yer alan kadronun büyük bölümü, yurdu işgal kuvvetlerinden temizledikten sonra içinde yetişip büyüdükleri ve kendisine çok şey borçlu olduklarını düşündükleri padişahlık sisteminin tekrar ihya edileceğini düşünüyor ve bekliyordu.
Öyle ki Atatürk’ün en yakınındaki yol arkadaşları bile zaman zaman ileri giderek O’nu meclis dışında tutmaktan, görevini bırakıp kenara çekilmesini sağlamaya çalışmaktan, atacağı adımlar karşısında çekincelerini belirtmekten geri kalmıyorlardı.
Oysa insanlık tarihini ve devlet yönetimini tüm yönleriyle okumuş, incelemiş, özümsemiş, insanlığın ilerleme ve modernleşme yönünde nasıl yol kat edebileceğini tarihteki yaşanmışlıklarıyla deneyimlemiş olan Atatürk, yüzyıllardır batının hegemon güçleri boyunduruğunda -deyim yerindeyse- emir kulu gibi yaşamını sürdüren toplumların, ellerindeki tüm maddi değerlerini yitirdiğini, bununla beraber manevi değerlerinin de ellerinden kayıp gittiğini, başkalarının dilini, kültürünü benimseyerek tarih sahnesinden silinip kaybolduğunu da görmüştü.
“Bağımsızlık benim karakterimdir” söylemiyle Dünya görüşünü net olarak ortaya koyan Atatürk, esaret zincirlerinden kurtardığı ülkeyi tam da bu bakış açısına uygun bir rejim içinde görmek istediğini de ortaya koymuş oluyordu.
“Cumhur” yönetimi yani halkın kendisini bir kişinin ağzından çıkacak bir çift söze göre değil seçtiği kişilerle yönetmesi anlamına gelen Cumhuriyet, beşeriyetin geldiği noktada, insan mizacına en uygun yönetim biçimiydi.
29 Ekim 1923 tarihinde, her şeye, tüm engelleme çabalarına rağmen ilan edilen Cumhuriyet ile genç Türkiye henüz yolun çok başındaydı.
Düşünsenize, 600 senelik saltanat dönemi sona erdirilmiş, halk tebaa olmaktan çıkarılarak ülke yönetimine ortak edilmiş, özgür düşüncenin önü açılarak uhrevi kurallarla devlet idaresine son verilmişti.
Birey olamamış, kendisini ve geleceğini padişaha ipotek etmek isteyen güruh bu gelişmelerden fena korkmuş, işi Atatürk’ü öldürmeye kadar götürmüştü. O çok ünlü “Silah arkadaşlığı” birden unutulmuş “vatanı kurtarmak” parolasıyla yola çıkan taraflar saflarını netleştirmişti.
Atatürk’ü gerçekten anlamış, özümsemiş, “Tam bağımsızlık”, “Demokrasi”, “Laik yaşam biçimi”ni merkezine almış bir avuç idealist, Atatürk önderliğinde genç Cumhuriyetin kolonlarını güçlendirmek için gece gündüz çabalarken, arka planda, Mustafa Kemal’e mecliste “İhtimal bazı kafalar kesilecektir” dedirten güruh da boş durmamıştı.
Tüm bu olan biteni yakından izleyen Atatürk, birlikte çalışmak zorunda kaldığı dönemin üst düzey kadrosuyla bu işin sürdürebilirliğine olan inancını yitirmiş, ortaya koyduğu esere, işte o bir avuç idealist ile beraber yetiştireceği genç kuşağın sahip çıkacağına inanmış ve “Gençliğe Hitabe”yi kaleme almıştı. Cumhuriyeti genç nesil devralacak ve yükseltecekti.
Bugün, her ne kadar sancılı bir süreçten geçiyor olsa da o idealistlerin geride bıraktığı, Atatürk’e ve Cumhuriyete inanmış nesil, emanete sahip çıkacak ve “Atatürk’ün Cumhuriyeti”ni sonsuza kadar yaşatacaktır.
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kutlu olsun.
Yazı: Levent Dinçer
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.
Yapılmış Yorumlar (1)
Elinize, yüreğinize sağlık. Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı olmuş.