O Artık Yok

Sahilde ellerini yanaklarına dayamış, kırışık, kısık gözleriyle uzaklara mavi - beyaz ufka dalmıştı. Üzerinde eski ama temiz bir gömlek, bir şort vardı. Ayakları çıplaktı. Kemikli, güzel, kocaman ama bakımsız. Orada kıpırdamadan sanki yok olmaya, orada buharlaşmaya, baktığı noktaya karışmaya çalışıyordu. Az ötesinde durdum. Varlığımı olabildiğince az hissettirmeye çalışıyordum. Ama uzun sürmedi bu durum. Bana yüzünü dönmeden ‘’Merhaba’’ dedi ‘’seni bekliyordum.’’

Şaşırdım. Yüzünü bana çevirdiğinde o kocaman masmavi gözlerini gördüm. Ama o beni görmüyor, tüm varlığımı hissediyordu, iç gözleriyle görüyordu beni adeta. Beni beklediğine göre ‘’Anlat, kimsin ne demek istiyorsun, ben senin kaleminim.’’ dedim.

Tam yarım asırdır şu Dünya üzerinde nefes alıp veriyor, onun verdikleriyle enerjimi alıyor, dönüştürüyor, ona geri sunuyorum. Önceleri ağaçları, denizi, dağları, insanı, hayvanı her şeyi görüyordum hem gözlerimle hem de tüm duyularımla.

Çobandım buraya yakın dağ köylerinden birinde. Keçilerim vardı. Beni çok seven, bir Karabaş’ım ve de her şeyi gören gözlerim.

Anam beni Mavişim diye severdi. Dünyamda her şey mavi ve yeşildi sonsuz. Her görüntünün ardında başka bir anlam vardı. Dağların zirvelerinde dolaşırdım, orada esen rüzgarı tenimde hissederdim. Rüzgar olurdum işte orada. Gök olurdum, güneş olurdum. Dağdaki gizli mağaramdan kimselerin uğramadığı o küçük koy’u seyreder, hikayelerini duyduğum korsanların oraya kocaman gemileriyle geldiklerini kurar, onlar karadayken teknelerini alıp hiç görmediğim ama beni sonsuzluğa çağıran denizlerde yelken açmayı hayallerdim. Sonra… Sonra herkes keçilerini satmak zorunda kaldı. Keçiler ağaç fidanlarını yiyor, zarar veriyordu ormana. Yasaklandı. Koyun aldı köylülerim. Ama aynı duyguyu hissetmedim hiç. Koyunlar bana göre değildi. Kolaydı onlar, çok kolay. Önlerindeki tek koyunu izliyor, o ne yaparsa aynısını yapıyorlardı.

Sıkıldım. Belki ben de keçi ruhluydum. Anam küplere bindi ben o işi bırakınca. Demediği kalmadı. Ama olmayınca olmuyor. Ne kadar uğraştımsa da yapamadım.

Artık zamanımın çoğunu sahilde geçiriyor, aynı böyle şimdiki gibi denize bakıyor, uzaklara gidiyordum. Zaman geçiyor, ben büyüyordum. İş lazımdı. Eve ekmek götürmek… Bir Kemal kaptan vardı, kendi kendine yeten. İhtiyar ama hala denizsiz yapamayan, küçücük teknesine motor takmayı reddeden. Hala yelkenleriyle denize açılıp ağ atan, ekmeğini buradan çıkaran inatçı biriydi. Herkes çekinirdi ondan…

Bir gün yine böyle otururken ‘’Gel’’ dedi bana. ‘’Oldun, şimdi ayağını sokma zamanın geçti oğlum. Artık deniz olmalısın.’’

Nasıl hayır derdim. Koştum. Yalınayak Yüzümde denizin rüzgarı…

Hoş geldin diyordu. ‘’Seni bekliyordum.’’

Halatları daha önce yüzlerce kez gördüğüm gibi aldım elime, atladım tekneye. Keçilerle olduğum zamanlardaki gibi mutluydum. İçimde tarif edemediğim bir hal vardı.

Yıllar hızla akıp geçiyordu. Ben büyüdüm, ustam iyice yaşlandı. Bildiği her şeyi geceler boyu yıldızların altında, ağı geri almayı beklerken denizden gelmiş biri gibi anlattı bana. Ben, yavaş yavaş o oldum. Hiç aç bırakmadı deniz bizi. Sustu. Uzun uzun sustu burada çoban denizcim. Bense zaten susuyordum. Konuşursam yok olacağından korkuyordum. Sonra diye devam etti. Bir gün fırtınaya tutulduk. Aniden çıkmamıştı. Kaptan iyi biliyordu. O akşam uzak bir yalnızlık içindeydi. Neredeyse hiç konuşmadı. Sadece sen iyi bir arkadaşsın dedi bana. Fırtına patladığında geceydi. Bana sadece ‘’Yüz oğlum’’ dedi. ‘’Git’’

İstemedimse de onu dinledim. Kendimden geçene kadar kulaç attım kocaman dalgaların arasında. Kafam patlayana kadar düşündüm. Gözlerim artık hiçbir şey görmeyinceye kadar ona baktım. Onun dalgaların arasında eviyle birlikte denizle birleşmesini izledim. Gördüğün gibi yaşıyorum. Ama bir perde çektim gözlerimin önüne. Aylarca öyle kaldım. Yaşadım mı yaşamadım mı bilmiyorum. Hoş şimdi de pek yaşıyorum denemez ya. Ama çalışmak bir şey yapmak gerekiyordu. Birikmiş üç, beş kuruşumla bir sandal aldım. Ahtapot koydum adını. Sekiz kolumla tutunacaktım denize. Sarılacaktım.

Bir gün bile balıksız döndürmedi deniz beni. Ta ki deniz bizi terk edene kadar. Deniz yok artık. Onun ruhu çoktan gitti. Şu yüzdüğün, ayağını soktuğun sadece su. Zorlama kendini, hissedemezsin.

Birazdan bu çocukluğumun ıssız koy’unun son halini göreceksin. Kocaman kocaman gövdeli, kocaman motorlu, kocaman insanlarla dolu tekneler gelip demirleyecek. Bir yandan o gürültüyü duyacaksın, bir yanda denize akan zehirleri göreceksin… Artık canlı yok suda. Artık bize ekmek yok burada. Az sonra gideceğim, tekrar dağlara döneceğim. Bu benim veda vaktim.

Kalktı. Yanında yatan sevgili asasını eline aldı, dönüp gitti. Ardından baktım uzun uzun. Ve düşündüm.

Haklı mıydı bu çoban denizci? Deniz, biz fark etmeden gitmiş miydi? Onu kırmış, üzmüş, öldürmüş müydük? O artık sadece bir görüntüden mi ibaretti?

Sema Erdal

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap