Sözde Ermeni Soykırımı İddialarına Hukuki Bakış

Evrenin ilk Dünya Savaşı başlamış, tüm dünya bir kan pazarı. Osmanlı yedi cephede savaşıyor. Doğuda Ermeni Taşnak ve Hınçak komitacıları Rus ordusuna gönüllü katılıyor, doğu illerimizdeki halkımıza saldırıyorlardı.

 

Ermenilerin, Osmanlıya karşı yaptığı saldırılar, Ermenistan’ın İlk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin anılarında açık olarak itiraf edilmektedir.

Yedi cephede savaşan Osmanlı zor durumdaydı, asker kaçağı (%50) çoktu. Bu nedenle kaçak askerlerin yakalandıkları yerde kurşuna dizilmeleri emredilmiştir. Kendi askerini, mahkeme edilmeksizin, kurşuna dizen bir ülke kayıt, belge ve olaylarla düşmana yardım ettiği kesin olan vatandaşlarının bir kısmını, vatanın savunulması uğruna tehcire tabi tutması bir savaş tedbiridir.

25 Nisan 1915, Çanakkale kan gölü, 15 Nisan 1915’te Van, Çatak ve Bitlis’te Ermeni isyanları başlamış, 17 Mayıs 1915, Ermeni gönüllü alayları Rus Ordusuyla Van’a girmiştir. Böyle bir savaş ortamında olan Osmanlı, 24 Nisan 1915 tarihinde, İtilaf devletleriyle yakın siyasi ilişkilerde bulunan Hınçak ve Taşnak Federasyonu gibi Ermeni komitelerinin kapatılması ve liderlerinin tutuklanmasına karar veriyor. İstanbul’daki örgüt liderlerinden 235 kişi tutuklanmıştır.  Bu önlemi takiben, 27 Mayıs 1915`de, Sevk ve İskan  (Tehcir) Kanununu çıkarılmıştır. Hedef kitle, düşmana yardım ve casusluk yapan tüm kişilerdir.

Aradan üç yıl geçmiş ve savaş bitmiş ve alınan önlemlerin anlamı kalmamıştır. Osmanlı Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) 10 Nisan 1918; Ermeni, Rum ve Arapların dönüşlerini kararlaştırmıştı. 5 Kasım 1918; Dâhiliye Nezareti, yerlerine dönmekte olan Ermenilere güçlük çıkarılmaması, her türlü kolaylığın sağlanmasını, yol masraflarının Harbiye tahsisatından karşılanmasını istemiş; 31 Aralık 1918 dönmek isteyenlerin, dönüşlerinde mesken ve iaşe sıkıntısı çekilmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını ve toplanma ve sevk merkezleri tesis edilmesi kararlarını alınmıştır.

Amaç, soykırım olsa geri dönüşe müsaade edilir miydi?

Olayın Hukuki ve Mahkeme Boyutu

Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin kurulması ve 1948 Soykırım Sözleşmesinin yayınlanmasına kadar, dünyada soykırım kavramı yoktu. Osmanlı tehciri 1915 yılında icra edilmesine rağmen konuya yine de BM Soykırım Sözleşmesi Hükümleri üzerinden bakmak gerekir.

BM 1948 tarihli Soykırım Sözleşmenin IV. Maddesi, soykırımı suçuyla ancak gerçek kişilerin cezalandırabileceğini, Devlet, halk veya millet sorumlu tutulamayacağını açık şekilde ortaya koymaktadır. (Persons committing genocide or any of the other acts enumerated in Article III shall be punished, whether they are constitutionally responsible rulers, public officials or private individuals.)

Sözleşmenin VI. Maddesi ise “Suçun işlenip işlenmediğine karar verecek olan yetkili mahkeme, soykırımı suçunun işlendiği ülkenin mahkemesidir” demektedir. (Persons charged with genocide or any of the other acts enumerated in Article III shall be tried by a competent tribunal of the state in the terrıtory of which the act was committed, )

Bu nedenle Almanya Nazi yöneticileri Nürnberg Mahkemelerinde, Japon sorumlular, Tokyo Savaş Suçları Mahkemesinde yargılanmışlardır. Saddam Hüseyin, 1988’de Kürtlere karşı soykırım uyguladığı gerekçesiyle, Bağdat’ta yargılanmıştır.

Osmanlı’da Kurulan Mahkemeler ve Soruşturma Komisyonları

Osmanlı Devleti; İngilizler ve ABD tarafından dillendirilen Ermeni iddialarına karşı, Sevr Antlaşması (1920) dahi imzalanmadan, 26 Mart 1919 tarihinde, I. Dünya Savaşı’nda taraf olmamış, İspanya, İsviçre, Danimarka, İsveç ve Norveç’e çağrı yaparak, iddiaları araştıracak ikişer hukukçu göndermelerini istemiştir. Bu girişim İngilizler tarafından engellenmiş ve Osmanlının istediği ‘Uluslararası Soruşturma Komisyonu’ kurulamamıştır. Bunun üzerine, Ermenilerin sevk ve iskana tabi tutulduğu bölgelerde soruşturma komisyonları kuruldu ve görevini kötüye kullandığı iddia edilen, vali, asker, polis ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanları dahil 1673 kişi Divan-ı Harplerde yargılanmıştır. Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemâl Bey, Ermeni tehcirinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiasıyla Yozgat İstinaf Mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmiştir. Ancak, kararı beğenmeyen Divan-ı Harb idam kararı vermiş ve infaz edilmiştir. (14 Ekim 1922’de İade-i itibar yapılmıştır).

Benzer şekilde, İstanbul’un işgalinden sonra, Hükümetteki İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri mahkeme edilmek üzere Malta’ya sürülmüştür. İtilaf Devletleri, İstanbul ve taşradaki büyükelçilik ve konsoloslukları ve İngiliz, Fransız, Ermeni ve Amerikalı tarihçi ve hukukçulardan, iddiaları kanıtlayacak delil bulmalarını istemiştir. Bu devletler, zaten, ellerinde olan Osmanlı Arşivlerindeki tüm belgeleri araştırmışlardır. Osmanlı Devleti’ne bu suçu yükleyecek hukuki kanıt bulamamışlardır. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na 13 Temmuz 1921’de gönderdiği yazıda, Malta’daki Türklerin aleyhine hiçbir belge bulunamadığını bildirilmiştir. Bu nedenle, 1921’de Malta’da kurulan Soykırım Mahkemesi dava açamamıştır.  

 

Uluslararası Hukuk ve Antlaşmalar

Gümrü, Moskova, Kars ve Fransa-Ankara Antlaşmalarına dahil edilmeyen sözde soykırım iddiaları, ABD ve Ermenistan tarafından Lozan’da gündeme getirilmiştir. Ancak, İtilaf Devletleri, eldeki tüm belgeleri, Osmanlı Arşivlerini talan etmelerine rağmen, kendilerini, Türkiye’yi ve dünya kamuoyunu tatmin edecek bir delil bulamadıklarından Lozan’da Türkiye’ye soykırım benzeri bir suç yükleyememiştir.

Sonuç olarak, 03 Aralık 1920'de Ermenistan’la yapılan Gümrü Antlaşması, 16 Mart 1921’de (SSCB ile yapılan Moskova Antlaşması, 13 Ekim 1921’de Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan’la yapılan Kars Antlaşması ve 20 Ekim 1921’de Fransa ile yapılan Ankara Antlaşmalarında soykırım konusu gündeme dahi getirilmemiştir. Gerek Ermenistan ve gerekse Batılı Devletler, Sözde Soykırım iddialarına, bu antlaşmalar ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasıyla hukuki ve siyasi son noktayı koymuştur.

Konunun Hukuki ve Siyasi son noktası Lozan Antlaşmasıdır. Konu 1923’te kapanmıştır.

Ancak, batılı ülkeler bu konuyu daha sonra pişirip tekrar önümüze getireceklerdir. BM Soykırım Söz. Md.2 ‘’ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla’ demektedir. Soykırım olabilmesi için, Devletin, soykırım için alınmış bir kararı, bunu uygulama niyet ve beyanı ve arkasında halk desteği olmalıdır.

Ermenilere karşı bir soykırım ideoloji ve politikası var ise, niçin sadece Orta ve Doğu Anadolu’daki Ermenilere uygulanmış, Sevke tabi bölgelerde dahi hastalar, âmâlar, Osmanlı Ordusunda görevli Ermenilerin aileleri, Öğretmen olanlar ve aileleri ve Osmanlı Bankasında çalışan Ermeniler ve aileleri sevk ve iskâna tâbi tutulmamış ve savaş sonunda dönüşlerine müsaade edilmiştir! 1915’de Osmanlı Hükümetinin ve halkının soykırım ideolojisi, programı ve politikası YOKTUR.

Yaşanan Ermeni kayıplarından üzüntü duyulmaması mümkün değildir. Konunun insani boyutu göz ardı edilemez. Ancak o dönem acı çekenler sadece Ermeniler değildi. Anadolu’da, Balkanlarda, Kafkaslarda yaşayan Müslüman nüfus bir asır boyunca maruz kaldıkları göçler, toplu katliamlar nedeniyle büyük acılar çekmiştir. 

Tehcir sırasında; Ermeni vatandaşlardan bir kısmı, ortam şartları, ulaşım zorlukları, salgın hastalıklar ve bazı ihmaller gibi nedenlerle yaşamlarını kaybetmiştir. Doğrudur. Ancak, kim kaybetmedi ki. Bu harpte, Türk, Alman, Rus ve diğer ülkelerden, tam teçhizatlı, eğitimli ve genç askerler dahi, hava şartları ve salgınlar nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdir.

 

24 Nisan 1965- Dünyanın Sözde Ermeni Soykırımıyla Tanışması

Lozan, sözde Ermeni soykırım iddialarına son noktayı koydu demiştik. Ancak ABD’nin desteğiyle Ermenistan, 24 Nisan 1965 tarihini, sözde Ermeni Soykırımı günü ilan etmiştir. Aynı gün dünyada anıtlara çelenkler konulurken, Türkiye’deki Ermeni vatandaşlarımız da, ülkemize olan bağlılılklarını ilan etmek için Taksim Anıtına çelenk koymuşlardır.

İşte 1965 yılında tekrar gündeme taşınılması sonucu olarak oluşturulan ASALA Ermeni Terör örgütü yaptığı saldırılarla 1973-1984 arasında, 36 diplomatımız dâhil, 58 vatandaşımızı öldürmüştür.

Halen, Dünyada, BM’ye üye 193 (üye olmayanlarla 216 civarında) ülkeden, Sözde Ermeni Soykırımını tanıyan sadece 31 ülke bulunmaktadır. Türkiye her zaman arşivlerin açılmasını ve konunun tarihçilere bırakılması şeklindeki sağduyulu yaklaşımını korumaktadır. Dünya o kadar çok sorunla uğraşıyor ki, 1915’lere geri gitmeye gerek yoktur. Umarım başta Ermenistan olmak üzere diğer ülkeler, aklıselimle düşmanlıkları körükleyen bu yaklaşımlarından vazgeçerler.

Dr.Ergun MENGİ

Yorum Yap