Her biri ülkenin farklı bir yerinde olan evlatlarını görebilecek olmanın heyecanıyla oradan oraya koşturdu tüm gün… Aslında aylardır bekliyor bu anı. Evlat özlemiyle dolu… Hele de torunlarının kokusu burnunda tütüyordu.
Sadece yılda bir kez gelebiliyorlardı ziyaretine ve o bu anların geleceği özlemiyle yaşıyordu. Hepsi yaşadıkları yerden kopup geliyorlardı ona. O, özlemle kollarını açıp hepsini bağrına basıyordu, kavuşmanın gözyaşlarıyla. Hep ağlardı o, mutlu olunca mutluluktan, üzgün olunca üzüntüden… Sanki gülümsemek yasaktı doğuştan… Tüm fotograflarında hep bir hüznün gölgesi düşerdi yüzüne…
Az kalmıştı işte… Şunun şurasında iki gün sonra teker teker gelmeye başlayacaklardı. İki gününü almıştı tüm evini badana yapmak.Tüm eşyaları dışarı çıkarıp havalandırmış, çamaşırları yıkamış. Misafir yataklarını hazırlamış, komşunun fırınında ekmekler pişirmiş, kocaman tencerelerde dolmalar sarıp hazırlamış, sütlaçlar yapmış…
İlk çocuğu geldiğinde onu yorgunluktan bitkin, yüzünde gülümseme, başı yana düşmüş uyurken buldu… Usulca yanına yaklaşıp elini tuttu.
Hiç can yoktu ellerinde… Sonra yanağına dokundu, soğuktu teni.
İçinden korkunç bir çığlık koptu. Diğerleri eşi ve çocukları eşikte bekliyorlardı. Elleri kolları dolu. Anne diye haykırdı sonra… Anneee… Hemen koşup geldi eşi yanına. Artık aralarında olmayan, annesi kadar çok sevdiği kadının bedenini divana yavaşça uzattı.
Ölüm sessizliği çökmüştü odaya. Kızı artık konuşmuyordu, ağlamıyordu da. Kasılıp kalmıştı… Artık annesi yoktu. Kafası onunla geçen zamanlara gitmişti. Çocukluğuna… Annesinin onu nasıl sevgiyle, yetim bir sevgiyle büyüttüğünü, okuma yazması bile olmayan şu köşecikte yatan kadından aldığı paha biçilmez hayat derslerini, sevginin eğitiminin olmadığını, saf, çıkarsız, fedakarca sevmenin nasıl bir duygu olduğunu öğrendiği kadından…
Sarıldığı zaman ona gerçekten sarılan, öptüğünde tüm ruhunda hissettiği, hele de gözlerinin içine bakarak, konuşmadan ona sevgisini aktardığı kadınlaydı…
Hiç tartışmadan geçen bir anne kız hayatı. Annesi o kadar sakin ve huzurluydu ki onun sükuneti hepsine geçer ve hayat verirdi. Bu kadın asla çocuklarına şöyle yapın, böyle yapın dememiş, konuşmuşlar ve hep bu senin hayatın, şunları şunları da düşün ve nasıl istiyorsan öyle yap demişti…
O bayrama hazırlanmış, tüm evlatlarını ısrarla çağırmıştı… Mutlaka gelmelisiniz de demişti hepsine…
Az sonra diğerleri de geldiler… Hep birlikte neşeyle girdikleri evde birden bire ölümün varlığı tarafından susturulup bir köşeye çöktüler sessiz.
Hiçbiri çığlıklar atmıyordu, hiçbiri bağırmıyordu. Vasiyeti öyleydi annelerinin…
“Ben bu dünyadan ayrıldığımda hiçbirinizin öyle kendinizi yerden yere atmanızı istemiyorum… Bakın çocuklar ben yaşadım. Bu bedenin beni götürdüğü zamana kadar da yaşayacağım ama mutlaka gideceğim bir gün… Ama şunu bilin ben sizin gibi harika çocuklar ve sizin yetiştireceğiniz torunlar sahibi olmaktan hep mutlu olmuş, hayatı bana verdikleriyle, iyi ve kötü yaşamış bir insanım. Gittiğimde bir arada olmanızı ve birlikte geçirdiğimiz güzel zamanları hatırlamanızı istiyorum… Ve hayatlarınıza devam edeceksiniz. Beni unutmayacağınızı biliyorum. Ve sizlerin düşüncelerinde yaşamaya devam ettiğim sürece mutlu olacağımı unutmayın…”
Tuhaf ama çocukları ve torunları bayramın ilk günü anne(anne)lerini toprağa vermişler ve onun hep dediği üzere, onun elinden çıkan son yemekleri büyük bir masaya koyup hüzünle, zorla gırtlaklarından geçerek ama böylesine lezzetli anne yemeğini bir daha yiyemeyeceklerini bilerek yemişlerdi…
Sonra sandığının yanında duran her bir çocuğuna ve torununa verilmek üzere hazırlanmış kendi hazırladığı bayram hediyelerini açmış ve o zaman hepsi birden ağlamaya ve onun yokluğunun acısını en derinlerinde hissetmişlerdi…Hep onu hatırlayacakları veda hediyeleri…
Hiç biri o bayramı unutmadı… Onun varlığı her daim esmeye devam etti hayatlarında bir rüzgar gibi…Nereye giderlerse gitsinler o da onlarlaydı…