Uzak Doğu'nun Kara Kutusu

Dünya’da komünizmi rejim ve yaşam tarzı olarak benimsemiş Rusya haricindeki dört ülke Küba, Vietnam, Kuzey Kore ve Çin olarak sıralanabilir. Küba ve Vietnam’ı daha önceki yazılarımda burada tanıtmaya çalışmış, bu iki ülkenin komünizmi artık terk ederek kapitalizme doğru evrildiğini, gerek yaşam tarzı gerekse ekonomik olarak Dünya’ya entegre olmaya çabaladıklarını ortaya koymuştum. Peki, ya Kuzey Kore?  

Kuzey Kore hakkındaki yaygın kanı, ülkenin turizme kapalı olduğu, dahası bu ülkeye seyahatin riskler taşıdığı yönündeydi. Ancak hiç de öyle değildi. İstanbul’dan doğrudan bir uçuşla Pekin’e, oradan da bir bağlantı uçuşuyla başkent Pyongyang’a kolaylıkla erişilebiliyordu. Ülke turizme açıktı ancak uyulması gereken kurallar vardı. Pyongyang Havaalanına ayak basan turist gruplarının pasaportlarına görevlendirilen rehberler tarafından hemen el konuluyor, ülkeden ayrılana kadar geri verilmiyor, yine rehberlerin kontrolü ve belirledikleri güzergâh dışında serbest gezinti yapılamıyordu. Biz de tabi ki bunları peşinen kabul ederek gelmiştik ve kurallara da uyacaktık. Nitekim Pyongyang Havaalanına indiğimizde bizleri karşılayan, Uzak Doğu’nun o ufak tefek insanlarından farksız, yüzleri her daim gülen iki bayan rehberden birinin Kuzey Kore ordusunda görevli bir subay olabileceğinden kuşku duymamıştım.

Kapalı ve katı rejim halkını yakından takip ve kontrol ediyordu. Biz yurt dışarıdan gelenler de tabi ki kontrol altında tutulması gereken kişilerdendik. Öyle ki, günün adeta 24 saati, kentin her noktasında halkına devamlı komünist rejim propagandası yapan sistem, ülkeye farklı ideolojilerin sızmasına engel olmak için bavullarda şüpheli kitap araması bile yapabiliyordu. Hepsine hazırlıklıydık. Amacımız, yeryüzünün bu sıra dışı coğrafyasına misafir olmak, halkını, yaşam tarzını, kültürünü yakından tanımaya çalışmak ve kendi ülkemize dönmekti.    

Başkent Pyongyang Kore Savaşı sırasında haritadan silinmiş olduğundan kent ve çevresinde Uzak Doğu’nun o bilinen ve beklenen mistik ve özgün mimarisinden eser yoktu. Yıkılan kentin yerine yenisi inşa edilmişti. Ancak öyle farklı bir inşa tarzıydı ki, insan ne tarafa dönse Kuzey Kore’nin kurucusu efsane devlet Başkan Kim İl Sung ve oğlu Kim Jong İl’in dev heykellerini, işçi-köylü-öğretmen üçlüsünün rejimin temel taşı olduğunu anlatan dev heykelleri, ta uzaklardan fark edilen ve rejimin simgesi kabul edilen kuleleri, devasa resmi yapıları görüyordu.

Bu sıraladığım detayları, bize tahsis edilen rehberler eşliğinde mecburen(!) gezip görecektik. Pasaportlarımız yoktu ama kısa süre içinde başkent Pyongyang içinde geçerli olacak yeni kırmızı pasaportlarımıza kavuştuk. Adı pasaport olan bu küçücük defterler, başkentte ziyaret ettiğimiz anıtların her birini ziyaret ettiğimizi kanıtlayan, o anıt yanında görevli bir subay tarafından mühürlenen “hatıra” anlamı yüklenmiş küçük birer hediyelik idi.

İşte başkent Pyongyang’ın buram buram rejim kokan o devasa anıtlarından bir demet:

“The Tower of the Juche” anıtı. Kuzey Kore kurucusu Kim İl Sung adına oğlu Kim Jong İl tarafından yaptırılan kentin en yüksek kulesi. “Bağımlılığın bitirilerek bir ülkenin kendi kaynaklarıyla kendine yetmesi” şeklinde ifade edilebilir ve Kim İl Sung’un ortaya attığı ideolojiyi temsil eder. Önünde yer alan işçi-öğretmen ve köylü üçlüsü bu doktrini tamamlar niteliktedir. 

Parti Kuruluş Anıtı

Zafer Takı

Solda Kuzey Kore kurucu önderi Kim İl Sung ve yanında oğlu Kim Jong İl

Ziyarete gelenlerle yapılacak bir oranlama anıtın büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir.        

Kurucu önder Kim İl Sung ve sonradan yerine geçen oğlu Kim Jong İl adeta kutsanmış, efsaneleşmiş birer kişiliğe büründürülmüşlerdir. Şimdiki torun Başkan Kim Jong Un da öyle. Başkanlar “hiç hata yapmayan”, “ölümsüz”, “kutsanmış”, “ne derlerse doğru kabul edilen”, “dedikleri dedik” kişiler olarak kabul ediliyor. Önceleri Kim İl Sung’un çalışma ofisi olarak kullanılan başkanlık binası Sung’un vefatından sonra bir mozoleye dönüştürülmüş, ardından vefat eden oğlu ile birlikte tahnit edilmiş naaşları bu binada alt alta yer alan salonlarda ziyarete açılmış.

 Ziyaret için gelecek olanların düzgün bir kıyafet içinde olmaları, ziyaret için kabul edildikten sonra binadan ayrılana kadar sessiz kalınması, salona girilmeden önce basınçlı hava ile kıyafet temizliği yapılması, başkanların naaşlarının dört taraftan yere kadar eğilerek selamlanması ve salonlarda görüntü alma yasağı bu binayı ziyaret için konmuş kurallardan bazılarıydı. Bir ara dayanamayıp beraberimizde hareket eden rehber kıza sordum:

- Olur ya şimdiki, başkan da ölürse nereye konacak? Binada başka salon var mı?

- O ölmez ki, ölümsüzdür o!... 

Kuzey Kore, dışa kapalı rejimiyle kendine özgü bir insan tipi ve düşünce şekli benimserken, ülkenin kalkınmasında “eğitim” gibi yaşamsal bir ihtiyacın önemini de fazlasıyla kavramış görünüyordu. Pyongyang caddelerinde yol alırken emsallerinden çok farklı bir mimariye sahip, modern görünümlü, uydu kent tipi yerleşim alanlarına rastlıyorduk. Bu adeta ayrıcalıklı konutların bilim adamları ve öğretmenlere ait olduğunu öğrendik. Kural şu idi: Yeni evli bir öğretmenin ailesi için devlet yeterli olacağı düşüncesiyle örneğin 50 m2’lik bir konut tahsisi yapıyordu. Bu çiftin bebekleri olduğunda daha büyük bir konuta ihtiyaç duyacakları için devlet bu kez 60 m2’lik bir tahsiste bulunuyordu. İkinci çocukta ev daha büyüyerek 70 m2 oluyor. Peki olur da çift boşanırsa? Devlet verdiği evi geri alarak “Git babanın evinde otur.” diyordu. İşte eğitim ve bilim ordusunun yaşadığı konutlar:

Pyongyang caddeleri kentin mevcut nüfusuna göre çok geniş inşa edilmiş. Araç sayısı az olmasına rağmen cadde ve sokakların bu denli geniş olmasının nedenini kendimce, “ileride olası bir kuzey-güney birleşmesinde sıkıntı yaşamamak” olarak düşünüyorum. İşte başkent caddelerinden görüntüler:

Kuzey Kore’yi ziyaret zamanımızın, kurucu Başkan Kim İl Sung’un doğum gününe rastlaması nedeniyle ülke çapında kutlama törenleri yapıldığını öğreniyoruz. Bu kapsamda, Pyongyang kentinin farklı bölgelerinde, geleneksel giysiler içinde yüzlerce gencin göze hoş gelen gösteri ve danslarını hayranlıkla izliyoruz. Halkla iç içe olmamız pek istenmemesine rağmen koşullar bizi Kore halkının arasına karışmaya zorluyor. Sonuçta hepimiz insanız. Onlarla birlikte müziğin ritmine uyarak bizlerde eşlik etmeye çalışıyoruz.

Dünya’ya devamlı meydan okuyan, sahip olduğu silahlarla düşmanlarına göz dağı vermeyi ilke edinmiş, rejime ve liderine kayıtsız şartsız sevgi ve saygıyla bağlılığını her fırsatta ortaya koyan bir ülke halkı gerçekten bu görüntülerde olduğun gibi miydi? Başkan Kim İl Sung ve Kim Jong İl öldüğünde üzüntüden kendini yerden yere atan halk görüntüleri gerçek miydi? Bunu halka sorup öğrenmem mümkün değildi belki ama, o doğum gününde Pyongyang cadde ve sokaklarındaki görüntüler bunun sanki bir propagandadan ibaret olduğunu gösterir nitelikteydi. Zoraki gülümsemeler, isteksiz danslar, yüzlerde bir noktadan öteye gitmeyen sempatik görünme çabaları ve dahası. Ama bütün bunların arasında, Kuzey Kore’nin geleceğini inşa edecek kuşağın sevimliliğine de diyecek yoktu.

Peki, Kuzey Kore’nin geleceğini inşa edecek bu minik kuşak nasıl bir eğitim görüyordu? Yine büyük ve gösterişli bir yapının önündeyiz. Burası “Mangyongdae Schoolchildren’s Palace”. Çocuk sarayı. Başkentte bu okuldan iki tane var ve 6 yaşına gelen her çocuk buraya kayıt olmak zorunda. Uzun bir koridorun iki yanında yer alan geniş çalışma salonlarında baleden, müziğe, çizimden, heykele kadar akla gelecek her türlü kültürel ve sanatsal eğitim düşünülmüş.

Bale eğitimi alan minikler

 Gayageum sınıfı

Yazı atölyesi

 Çizim dersi

Baterist kız

Küçücük yaşlarda yetenekleri ortaya çıkarılan bu çocukların büyüdüklerinde yollarını bulmakta zorlanmadıklarını, kentin içinden geçen Taedong Nehri üzerindeki gezi teknelerinden birinde gördüm. Müzisyen kızların bu birikimlerini nereden aldıklarını tahmin etmek zor olmadı.

20’nci yüzyılın başlarına kadar tek bir ulus olarak gelen Kore, bu yüzyılın ortalarında Kuzey ve Güney olarak ikiye bölündü. Bugün, aynı milletin halkları olarak ortadan ikiye ayrılmış halde ve iki büyük kutbun kontrol ve denetimi altında yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu durumdan memnun olmadıkları açık ancak bir araya gelmeleri de sadece kendi kararlarıyla gerçekleşecek bir durum gibi de görünmüyor. Yakın geçmişte atılan bazı adımlarla her iki ülke arasındaki uçurumun giderilmesine çalışılmış. Örneğin sınırda kimse kendi bayrağını göndere çekmiyor. Taraflar birbirine silah göstermiyor. Buna rağmen buzlar henüz erimemiş. Kalıcı bölünmüşlüğün halkların değil, hegemon güçlerin siyasi bir tercihi olduğunu, Kuzey-Güney sınırına gittiğimizde açıkça gördük.

Yine katı kurallar, görüntü alma yasağı, oldukça sıkı bir denetim sonucu bugün medyada sıkça gördüğümüz ve liderlerin üzerinde sıkça görüntü verdiği o ünlü noktaya ulaştık. Gözlerini gizleyen siyah gözlüğü, ciddi tavırları ve tertemiz giysileriyle grubumuza refakat eden Kuzey Kore askerinin aslında hiç de göründüğü gibi olmadığını, bu ürküten görüntü altında aslında birleşmeye “özlem” duyan bir yüreğin varlığını fark ettik.  

-Bir Kuzey Koreli olarak güneyli kardeşlerimizden ayrı olmak canımızı çok acıtıyor.

Güney Kore sınırına gitmek için sıramızı bekliyoruz         

 Güney Kore sınırında tarım yapan (!) köylüler

 Güney Kore’ye bakış

 Kore Savaşı sonunda barış antlaşması imzalanan salon

 “Vasiyetim, ülkemin bir gün tekrar birleşmesidir” / Kim İl Sung

Kuzey Kore halkı, bu bölünmüşlüğün sona ermesi konusundaki arzusunu Güney Kore sınırına giden yol üstünde ölümsüzleştirmiş.

Yorumsuz

Uzak Doğu’da bir ülkedeydik ama Uzak Doğu’nun o kendine has mimarisini henüz görememiştik. Bu bir eksiklikti. O çatısı eğik yapılar, sürgülü kapılı odalar, geleneksel masa düzeni vs. Başkent Pyongyang’a dönerken konakladığımız Kaesong kenti bu özlemimizi dindirdi. Savaşlardan kendini bir nebze koruyabilmiş haliyle Kaesong kenti, gelen konuklarına özgün kültürünü en doğal haliyle sunmaktaydı:

Kuzey Kore’de yapılan törenler kayda alınır, görüntüler Dünya medyasına servis edilir. Kuzey Kore Ordusunun o benzersiz disiplinli askerlerinin gözlere hoş gelen geçit törenleriyle düşmanlara göz dağı verilir. O törenler efsanevi lider Kim İl Sung’un adının verildiği geniş meydanda yapılır. Yorumsuz görüntüleriyle: 

Bugün dünyadaki yaygın “olumsuz” imajıyla pek de iyi bir izlenim bırakmayan Kuzey Kore, sempatik, cana yakın, misafir perver ve diğer ülkelerden farkı olmayan halkıyla bu yergiyi hiç de hak etmiyor. Kuzey Kore liderliği, kapalı rejimin, propagandanın, baskının daha fazla sürdürülebilir olmadığını anlamış olacak ki ülkeyi turizme açmış. Böylelikle bir yandan halkının dış dünya ile entegre olmasına bir nebze katkı sağlamaya çalışırken, öte yandan emsallerinden oldukça geri kalmış ekonomisine de bir parça can suyu katmayı amaçlamış. Kuzey Kore halkına devamlı bir “dış düşman” korkusu enjekte edilip, böylelikle rejime bağlı kalmaları hedefleniyor. Dünya’nın en derin metrosu başkent Pyongyang’da. Nedeni, olası bir nükleer saldırıda hasar görmesinin engellenmesi. Ancak dış Dünya ile bağlantısı kesik, (Kuzey Kore’de internet kapalı devre, sadece Kuzey içinde kullanılabiliyor. Örneğin bir Google araması yapılamıyor) kısıtlı bir özgürlüğe sahip, dar bir çevre ve yaşam tarzı içinde hayatını sürdürmeye çalışan bir halkın nereye kadar kontrol altında tutulabieceği günümüz koşullarında tartışma konusu. Kuzey Kore için en iyisini dilemekten başka bir şey gelmiyor elden.    

Levent Dinçer    

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap

İletişim
İletişim +90 (532)2439735