
‘’Nepal’e Hala Gitmediniz mi?'' diye sormuştum.
(2. Nepal gezi yazısı)
Ben kısa bir süre önce Nepal GOYA’sındaydım. Davetliydim. Nepal, Hindistan ile Çin’in arasında Himalayaların gölgesinde, denize kıyısı olmayan bir ülke, 30 milyonluk nüfusu ile Nepal, dağların sarp coğrafyasında olduğu kadar Katmandu Vadisi’nin yeşil mi yeşil düzlüklerinde de yaşamını sürdürüyor.
Yeryüzünün en yüksek zirvesi Everest bu topraklarda yükseliyor, gördüm sizinle paylaşacağım.
Son yıllarda Nepal üç başlıkla gündemdeydi: Depremin ardından yeniden inşa, turizmin dönüşü, ekonominin direği gurbetçi döviz transferleri.
Son günlerde Nepal bir hükümet krizi ile sarsıldı. Var olan hükümet sosyal medyayı erişime kapattı. Bu yasağın nedeni platformların ülkede resmi olarak kayıt altına alınmamış olmasıydı. Ama bazı kaynaklar hükümetin gençlerin sosyal medya yoluyla bir örgütlenme potansiyelini görüp o yüzden yasak getirme yoluna gittiğini yazıyorlar.
Sosyal medya yasağı, yolsuzluk algısı, siyasi nepotizm ve ekonomik fırsat eşitsizlikleri gibi ihtilaflı konular genç nüfusun büyük bir öfke patlamasına neden olmuş görünüyor.
Başbakan K.P. Sharma Oli protestolar nedeniyle istifa etti. Parlamento dağıtıldı. Ülkede Mart 2026’da seçim yapılıncaya kadar görev yapacak geçici bir hükümet kuruldu. Bu hükümetin başına, yargıçlık geçmişi olan ve yolsuzluk karşıtı duruşuyla bilinen Sushila Karki getirildi. Aynı zamanda Nepal’in ilk kadın başbakanı oldu. Umarım Nepal kısa sürede yaralarını sarar ve dünyanın her ülkesinden çok sayıda turist çekmeye devam eder. Çünkü doğasıyla, insanıyla, kültürüyle çok farklı, güzel bir ülke, görseniz öğreneceğiniz birçok yeni şey var.
Katmandu’yu gördük, hissettik, şimdi ikinci günümüzde çok heyecanlıyız, çünkü Everest’i göreceğiz. Ama bu nasıl olacak hiçbirimizin aklında en ufak bir fikir yok. Erkenden havaalanına gitmek için yola koyulduk. Aklımızda Himalayalar, Asya kıtasında Hindistan, Nepal, Bhutan, Pakistan ve Çin sınırları boyunca uzanan dev bir sıradağ sistemi.

Ben yine bu gezide anladım ki sadece birinci ve hadi bilemedin ikinci ile ilgileniyoruz. Rahmetli babamı Nepal’de bile anıyorum. Evet, Himalayaların en yüksek noktası, aynı zamanda dünyanın en yüksek dağı olan Everest Tepesi (8.848 m). Peki sadece 262 metre kısa olan ikinciyi, hatta 332 metre kısa olan üçüncüyü anımsayan? Yönetim, işletme, pazarlama, reklam, iletişim dersi burada bitti desem.
Ülkenin kuzey sınırı boyunca Himalayalar yükseliyor ve Nepal topraklarının yaklaşık %75’i dağlık alanlardan oluşuyor. Dünyadaki en yüksek zirvelerin çoğu da Nepal’de. Everest’ten sonraki büyüklüğe göre dağlar söyle:
Kangchenjunga (8.586 m): Nepal–Hindistan sınırında. Dünyanın 3. en yüksek dağı (İlk tırmanış 1955, İngiliz George Band).
Lhotse (8.516 m): Everest’in hemen yanında, tırmanış rotalarının önemli bir durağı (İlk tırmanış 1956, İsviçre’den Fritz Luchsinger ve Ernst Reiss).
Makalu (8.485 m), Cho Oyu (8.188 m), Dhaulagiri (8.167 m), Manaslu (8.163 m), Annapurna I (8.091 m). Bu dağların hepsi Nepal sınırları içinde yükseliyor. Mesela en çok tırmanma izni alınan dağlardan biri Annapurna’nın Everest’e uzaklığı 220 km.

Toplam 14 adet 8.000 metre üzeri dağdan 8’i Nepal’de bulunuyor. Bu nedenle ülke, dağcıların “kutsal mekânı” sayılıyor. Nepal turizminin en önemli kaynağı bu dağlar, medyada da en fazla bu dağlar konu ediliyor, kim çıkmış, ne zaman çıkmış, nereden, nasıl çıkmış. Sürdürülebilirlik konusu bile bu dağların aldığı yağış miktarı üzerinden tartışılıyor. Himalayalar, Asya’nın iklimini düzenleyen en önemli doğal bariyerlerden biriymiş. Aynı zamanda su kaynakları açısından milyarlarca insanın yaşamını etkiliyor. Bakın gazetelerden birinde gözüme çarpan bir tablo. Bahar ayında dağcıların hangi dağlara çıkmak için daha fazla izin aldıklarının özeti:

Kaynak: Times/Nepal
Gözlerimle de gördüm ki Nepal’de Himalayalar sadece coğrafi değil, aynı zamanda kutsal bir anlam taşıyor. Nepal dilinde Everest’e Sagarmatha, gökyüzünün alnı deniyor. Tibetliler ise Chomolungma, evrenin tanrıçası diyorlar. Allah affetsin, dağı bile put edinmişler. Dağların eteklerinde Budist manastırları, Hindu tapınakları ve yerel halk, Şerpaların köyleri bulunuyor.
Biz havaalanına saat 06.30 gibi, yine erkenden uyanan şehirde motorların arasından geçerek vardık. En ilginci sabah önümüze çıkan eski bir Coca Cola kamyonu idi.
Havaalanına gittiğimizde anladık. Uçakla havadan bir tur atıp yan yana sıra dağları görüp geri döneceğiz. Bizi uçağa götürecek minibüsün küçüklüğü karşısında biraz endişe etmedik değil ama daha sona Buddha Air şirketine ait uçağımıza binip diğer yolcuları görünce rahatladık.

Kısa bir sürede havalandık ve yaklaşık 20 dakika içinde hostesler bizi Himalaya sıra dağlarına vardığımız konusunda uyardılar ve elleriyle tek tek dağları göstererek, hangi dağın hangisi olduğunu açıkladılar. Oldukça heyecan verici olmakla birlikte girişte de belirttiğim gibi 200, 300 metre Everest’ten biraz kısa olan dağlara üvey evlat muamelesi yapılması beni biraz üzdü. Yaklaşık 20 dakika sıra dağların kenarından uçtuktan sonra geri döndük ve yeşillikler içinde Bharatpur bölgesine uçmak için uçağımıza yerleştik.
Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra Vivanta isimli otelimizde yine aynı şekilde çiçekler, şallar ve alına kırmızı boya sürme ritüeliyle karşılandık. Bizi Nepal’de ağırlayan Chaudhary ailesinin genç temsilcilerinden biri olan, Katmandu’daki gezi boyunca bize eşlik eden Varun Chaudhary yine Bharatpur’da da sağ olsun yanımızdaydı. Otelde biraz dinlenip hemen goya’lamak için yola koyulduk. Artık anlamışsınızdır, dünyanın bir ucu da olsa gittiğimiz her noktada markalarımız, ürünlerimiz, rakiplerimiz pazarda nasıl pozisyonlanıyor görmek aslında gezilerimin temel motivasyonu, aksi durumda biraz gergin oluyorum. O yüzden hemen marketlere, bakkallara gidip orada markalarımızı görmek beni oldukça rahatlattı.

Öğlene doğru Chaudhary ailesinin sosyal sorumluluk projesi olarak kurulan kültür parkı CG Unnati Cultural Village’e geldik. Güzel bir park içinde bir sergi salonu, modern Nepal sanat eserleri, yerel sanatçılar için sanat atölye imkanları ve bakımlı bahçeler vardı.

Bol fotoğraf çektirip küçük heykellerin yapımını izledik. Öğle yemeğini buradaki özel restoranda yedik. Bize özel hazırlanmış Nepal yemekleri daha önce yediğimiz şekilde tepsilerde sunuldu.



Daha sonraki durağımız Chaudhary Group’un, CG Corp Globalin Lumbini bölgesindeki kampüsü oldu. Orada şirketler grubuna ait müzeyi ve çeşitli imalathaneleri gezdik. Chaudhary ailesi Nepal’in büyük yatırımcılarından biri olarak biliniyor. Kurucu, Lunkarandas Chaudhary 1900’lerin başında kumaş ve tekstil ticaretiyle başlamış. Günümüzde, ailenin en tanınmış ismi Binod Chaudhary’dir. Forbes listelerine girmiş, özellikle Wai Wai noodle markasıyla dünya çapında ün kazanmışlar. Noodle makarnaları Hindistan dahil 35’ten fazla ülkede satılıyor. Bankacılık ve finans, altyapı ve inşaat, motosiklet, enerji, telekom ve gayrimenkul yatırımları, Taj otelleriyle ortaklıkları var, dünyanın farklı yerlerinde resort işletiyorlar. Binod Chaudhary aynı zamanda politikaya girmiş. Nepal parlamentosunda hala milletvekili olarak görev yapıyor.

Chaudhary ailesi ülkelerinde ve bölgede yalnızca iş dünyasında değil, aynı zamanda hayır işleri, eğitim ve kültür projeleri ile de etkililer. Yaptıkları şirket sunumunda gördük ki depremler sonrası yeniden inşa projelerinde büyük katkı sağlamışlar. Eğitim bursları ve sağlık girişimleriyle tanınıyorlar. Fabrika kampus alanına kurdukları tapınak kompleksi de çok ilginçti. Hindu kökenli aile bu komplekste dini köklerini kültürel değerlerle harmanlamışlar.

Tam burada, siz tapınak fotoğraflarına bakarken Hinduizm’den ve Budizm’den söz etmenin zamanı geldi. Nepal seyahatini planlayınca bir zamanlar aldığım iki kitaba bakmak farz oldu, biri Kim Knott’un Hinduizm kitabı diğeri Henri Avron’un Budacılık kitabı.
Kim Knott, Hinduizm (Dost Kitabevi, 2017) kitabında Hinduizm, yalnızca bir din değil; toplumsal yaşamı, kast sistemini, etik ilkeleri ve milliyetçiliği kapsayan geniş bir kültürel yapıdır, diyor. Tek bir inanç değil, bilakis Hinduizmler olduğu kitapta tartışılıyor. Ben kimim? sorusu Hindu felsefesinin merkezinde yatar, diyor yazar. Benlik ile Brahman yani mutlak gerçeklik arasındaki ilişki, kurtuluş, moksha düşüncesiyle açıklanıyor; karma denilen eylemlerin sonuçları ve samsara yani yeniden doğuş döngüsü, insanın kaderini belirliyor, deniyor. Hinduizm’de çok sayıda tanrı ve tanrıça yani Viṣṇu, Śiva, Kṛṣṇa, Rāma, Durgā, Ganēśa… diye putlar var. Ramayana ve Mahabharata gibi destanlar dini, ahlaki ve toplumsal değerleri yansıtıyor. Tanrılar yani putlar bir yanda kişisel varlıklar, diğer yanda tek bir ilahi hakikatin tezahürleri olarak görülüyor. Bu tam tanımıyla Allah’a ortaklar koşmak demek yani şirktir.

Hint diasporasıyla birlikte Hinduizm Karayipler’den ABD’ye, Birleşik Krallık’tan Afrika’ya kadar yayılmış. Tapınaklar, yoga ve meditasyon pratikleri küreselleşerek Hinduizm’in sadece “Hintlilerin dini” değil, daha evrensel bir gelenek olarak algılanmasına yol açmış. “Hinduizm” tekil bir din değil, bölgesel, kast temelli ve mezhepsel farklılıkların bütününün adı!
Henri Arvon, Budacılık (2016, Dost Kitabevi) kitabında ise Batı düşüncesinde sıkça görülen “evrimci bir kült” algısının ötesinde, tarihsel kökleri, öğretileri ve dönüşümleriyle incelemiş. Budacılığı tanrı fikrine dayanmayan ama kurtuluşu merkezine alan bir disiplin olarak anlatıyor. Kitap üç ana kısımdan oluşuyor: Hindistan, Buda ve öğretileri, Budacılığın tarihi serüveni.

Buda öncesi Hindistan’da Vedacılık ve Brahmancılık hakim. Vedalarda kurban pratiği merkezde; evrenin düzeninin kurbanla sürdüğüne inanıyorlar. Zamanla Brahman sınıfı dinsel gücü tekeline almış, kast sistemi gelişmiştir. MÖ 560 civarında Nepal’de doğan Siddharta Gautama (Sidarta Gotama) yani Buda, sarayda ayrıcalıklı bir yaşam sürerken yaşlılık, hastalık ve ölümle yüzleşmesi üzerine “büyük terk ediş” yaşamış. Önce çilecilik denemiş sonuç alamamış; “orta yol” anlayışına ulaşmış. Bodhi ağacı altında aydınlanarak uyanmış yani Buda olmuş. İlk vaazını Benares’te vermiş, cemaatini kurmuş. Buda öğretisi Dört Yüce Gerçek’e dayanıyor: Yaşam bütünüyle acıdır (Dukkha). Acının nedeni arzu ve bağlılıktır. Arzunun yok edilmesi, acıyı yok eder. Kurtuluşa giden yol Sekiz Katlı Asil Yol’dur. Bunlar: doğru görüş, doğru niyet, doğru söz, doğru eylem, doğru geçim, doğru çaba, doğru dikkat, doğru yoğunlaşma olarak sayılıyor.
Budizmde benlik kavramı reddediliyor: İnsan “beş unsur” un yani beden, duyum, algı, eğilimler, bilincin geçici bileşimidir, deniyor. Budizm, Hindistan’dan Güneydoğu Asya’ya yani Sri Lanka, Birmanya, Tayland, Kamboçya’ya yayılıyor. Tibet ve Moğolistan’da Lamacılıkla, Çin’de Konfüçyanizm ve Taoizm ile etkileşim içine giriyor. Japonya’da Zen’le buluşuyor. Batı’da 19. yüzyıldan itibaren bilimsel, felsefi ve manevi bir ilgi konusu olarak müntesipleri artıyor.
Nepal’de bu konuda doktora yapmış bir akademisyen ile konuşma olanağım oldu. Nepal’deki tanrı anlayışı, özellikle Hinduizm ve Budizm’in iç içe geçmiş yapısı nedeniyle oldukça zengin görünüyor. Sohbetimizde buralarda “kaç tanrı var?” sorusunun cevabı, 33 milyon tanrı olup olmadığı cevabı ile beni kaosa sürüklüyor.
Nepal’de Hinduizm ve Budizm’in karşılıklı etkileşimi simetrik olmamış; geçmişte dönemlere göre birinin diğerine daha baskın olduğu görülüyor. Hinduizm, Budizmi daha çok “sosyal ve ritüel” düzeyde, Budizm ise Hinduizmi daha çok “etik ve mistik” düzeyde etkilemiş.

Hinduizm, bizim anladığımız manada bir din değil, zaten Hinduizmler var; burada din, sosyal yaşam, kast düzeni ve milliyetçilik iç içe geçmiş ve hepsi birbirinden etkilenmiş. Budizm daha net tanımlı, tanrı yok, zihinsel disiplin, etik ve kurtuluş pratiğine odaklanan hem din hem de felsefi yol olarak görülebilecek bir öğreti. Hinduizm dağınık bir ağ, Budizm ise daha bütünlüklü bir doktrinel yapıya sahip bir tanrısız din?!?
Hinduizm’de metinler çeşitlilik ve sürekliliğin simgesi iken, Budizm’de metinler bir kurucunun otoritesine dayanır. Hinduizm: Atman (benlik/ruh) ile Brahman (mutlak gerçeklik) özdeştir. Moksha, bu özdeşliğin kavranması ve samsara döngüsünden kurtuluşla mümkündür. Halbuki Budizm: Atman (benliğin yokluğu) öğretiye merkezdir. Kurtuluş, benliğin bir yanılsama olduğunu idrak edip nirvanaya ulaşmakla mümkün oluyormuş. Sanki vahdeti vücuda benzer ama Nirvana nasıl tanımlanıyor. Bizde İslam düşüncesinde bu büyük tartışmalara sebep olmuş bir varlık anlayışıdır. En çok Muhyiddin İbn Arabî (1165–1240) ile özdeşleşmiştir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/vahdet-i-vucud). Ben her ikisini de anladığımı söyleyemem. İlmi Kelam da okumuştum, vazgeçtim. Neymiş biri inanmıyormuş da Yaradan’a ben onu ikna edecekmişim. Şaşarım akletmezse Yaradan’ı bulmayı, demek ki hak etmiyor. Benimkisi kocakarı imanı!
Budizm, özellikle 20. yüzyılda Batı’da “meditasyon” ve “mindfulness” üzerinden modern yaşamla uyumlu bir spiritüel yol olarak küresel kabul görmüştür. Her ikisi de modern dönemde küreselleşmiştir, ancak Hinduizm ritüel ve topluluk yoluyla, Budizm bireysel pratiklerle yayılmıştır.
Hinduizm ve Budizm, aynı kültürel coğrafyadan doğmalarına rağmen birbirinden çok farklı yollar izlemiş. Hinduizm, ritüel, toplumsal düzen ve ilahi çoğulluk üzerinden çeşitlilik barındıran bir gelenek. Budizm ise bireysel kurtuluşu, benliksizliği ve zihinsel disiplini merkeze alan, daha evrensel bir yol olarak ortaya çıkmış. Hinduizm kimlik ve gelenek tartışmalarında çoklu ve dağınık bir karakter sergilerken, Budizm daha bütünlüklü bir öğreti olarak küresel modern dünyada kendine güçlü bir yer bulmuş görünüyor.
Ben bu tartışmalar içindeyken Nepal’in ilk milli parkı Chitwan National Park’ı görmek üzere yola koyulduk. Bakalım rivayet olunduğu üzere tek boynuzlu Hint gergedanlarını, Bengal kaplanlarını ve tembel ayıları görebilecek miyiz? Bir sonraki yazıda cevabını bulacaksınız…
Murat Ülker