Sonunda... Bu yılın ilk teknede gecelemesini ayarlayabildik. Tüm hayvanların yemekleri verildi. Bitkiler sulandı. Tavuk avlamayan köpek, gece bekçisi olarak serbest bırakıldı. Güneş yavaş yavaş batıya doğru alçalırken tüm hazırlıklarımızı tamamlayıp yola çıkıyoruz. Çok şükür ki teknemiz yakında. Yirmi beş dakikalık ağaçlar arasında yüksekçe bir tepeye tırmanış ve yine denizi seyrede seyrede iniş. Yolda keçi sürülerine rastlıyoruz ağıllarına dönüyorlar. Annelerin ardında küçücük oğlaklar hoplaya zıplaya meleyerek gidiyorlar. İassos limanında bizi bekliyor güzel teknemiz. O bize, biz ona hasretiz aslında. Onunla ve onda geçirdiğimiz zamanların çok kıymetli olduğunu biliyoruz üçümüz de.
Planımız tekneyle çıkıp yakındaki koyları keşfetmek. Günün geceye dönüşüne daha çok zaman var. Tüm hazırlıklarımızı yapıp ayrılıyoruz limandan. Artık kocaman olan ufaklığımıza sen burada otur, sakın kalkma yerinden diyorum. Başıyla onaylıyor. Gözleri pırıl pırıl parlıyor, her şeyi dikkatle izliyor. Dümeni gösteriyor eliyle. Aslında orada olmak istiyor ama şimdi olmaz diyorum. Şimdi yola çıkıyoruz. İtirazsız kabul ediyor ve mutlu.
İassos'un eski gümrük kapısından dikkatle geçiyoruz. Sancak tarafımızda birkaç koy var. Denizden bakınca, doğaya hiç de uyum sağlayamamış ve de kullanılmayan site evlerini görüyoruz. Ve eskiden balık çiftliklerinin olduğu terkedilmiş, yıkılmaya yüz tutmuş barakalar dikkatimi çekiyor. Artık buralarda terkedilmiş ya da sokağı seçmiş köpekler yaşıyor. Birkaç sandal içinde akşamcılarıyla sağda solda duruyor.
Az ötede çok korunaklı görünen kuzeyde dağın içine kurulmuş bir sitenin önündeki koyda demirlemeye karar veriyoruz.
Deniz tertemiz, dip görünmüyor ama su yüzmeye çağırıyor.
Bu gece herkes mutlu. Teknemiz sonunda ailesiyle bir gece geçirmekten, bizler onunla ve denizde olmaktan, ufaklık ise tüm bunlardan mutlu.
Tekne ve deniz bir çocuk için nasıl da sakinleştirici olabiliyor. Hayretle izliyorum. Teknenin burnuna gidiyoruz el ele. Benden bile daha çok dikkat ediyor tekne üzerinde hareket ederken. Oturuyorum. O da gelip kucağıma oturuyor. Susuyoruz. Gökte tek tük yıldızlar görünmeye başlıyor. Tepemizden geçen uçakların sesini duyduğunda kafasını kaldırıp bakıyor. El sallıyor o uçaklara.
Koskocaman alanlara sığmayan, yerinde duramayan bu ufaklığın bu küçücük mekanda böylesine sakin, böylesine filozofça oturması şaşırtıyor beni.
Deniz en büyük terapi diyorum. Hele de iletişim dili olarak konuşmayı seçmek konusunda ısrarla hayır diyen bir ufaklıksa söz konusu olan. Denize güveniyor, kendini bırakıveriyor sulara, teknesini seviyor, onun ilerlerken arkasında bıraktığı dümen suyunu dikkatle izliyor.
Denizde oyuncakları da değişiyor onun. Halatlarla, dümenle oynuyor ya da etrafta olanları izleyerek eğleniyor. Hiçbir huysuzluk göremiyorsunuz onda karadakinin aksine. O denizin ruhunu duyumsuyor gibi geliyor bana. Kargaşa yok, uymak zorunda olduğu kurallar yok. Kimse ondan nezaketen yalanlar söylemesini beklemiyor, ya da kimse kıyafetleriyle ilgilenmiyor.
Orada öylece oturduk.
Uyuyakaldı. Ve bütün gece dünyanın en güzel düşlerini gördüğünü sanıyorum. Çünkü ben böyle bir gece geçirdim. Karayla bir bağın olmadığında galiba karayla alakalı tüm meseleler de orada kalıyor. Orada tüm sorumluluklarından, sahip olduğun ya da sahip olduğunu sandığın herşeyden kopuyorsun.
Aylar ve aylar sonra kendimle kalabildim. Bir gececik de olsa denizde olmak, sabahı denizde karşılamak, dünyanın uyanışını havuzlukta içilen sıcacık bir kahveyle kutsamak güzeldi.. Dilerim yenilerini de yaşama şansımız olur. Ve şu zamanlarını denizde geçirebilenleri kıskanıyorum. Umarım bu zamanlarının keyfini çıkarırlar...
Benzer Yazılar
Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.