Her yaz başlangıcından yazın bitimine kadar gördüğüm bazı insanlar ve insancıklardan, evrimini tamamlayamamış ama toplumların içinde hala yer bulabilen bireylerden bahsetmek istiyorum.
Akın akın deniz kenarlarına, ormanlara, kamp alanlarına günübirlik ya da birkaç günlük eğlenmek veya değişiklik olsun diye gelenlere değinmeden geçmemek lazım. Eğlenmek herkesin hakkı tabii. Doğada vakit geçirmek ailenle, çoluğunla çocuğunla deniz kenarlarında tatil yapmak… Ama doğa senin çöp kutun değil. Kimsenin bir başkasının yaşam alanını ya da bir canlının yaşam alanını tahrip etmeye hakkı yok. Sizler tatilinizi bitirip gittiğinizde sizinle birlikte çöpler de gitmiyor. Ya da sizin peşinizden belediyeler gelip her yeri temizleyip pırıl pırıl yapmıyor ya da yapmaya kadroları yetmiyor. ‘’Belediye temizlesin işi ne?’’ algısını bir kere herkesin kafasından silmesi lazım. Doğaya sahip çıkmak her medeni insanın sorumluluğunda olmalı.
Çöpünü doğaya atana sessiz kalma
Yaşam alanlarımıza sahip çıkmaz isek çöp yığınları arasında yaşamak hepimize normal gelmeye başlar. Alışkanlık ve umursamazlık durumu; duyarlı, vatanını seven toplum bilincine sahip insanları bile yozlaştırır. Şöyle ifade edeyim; köylerden büyük şehirlere göç yaşandıkça 1950 -1980’lerin İstanbul beyefendileri ve İstanbul hanımefendileri nasıl seyrelip asimile oldularsa, bizlerde yavaş yavaş doğayı umursamaz vurdum duymaz insanlara döneriz.
Hiç unutmam; bir aile deniz kenarına gelmiş, arabalarından inip ailece oturabilecekleri yer aramıştı. O sırada bende arabamın yanında dalış takımlarımı giymeye çalışıyordum. Gayri ihtiyari ailenin genç kızı, babasına ‘’Burada her yer çöp, nereye oturacağız?’’ dediğine şahit oldum. Babası da ‘’Denize girip yemek yiyip gideceğiz. Bulun bir yer.’’ dedi. Sonra ben zaten hazırlanmış, dalış yapacağım meramın yolunu tuttum. 4-5 saat sonra dalıştan çıktım. Allah, rızkımızı denizden vermişti. Mutlu mutlu arabama doğru gittim. O aile kendi arabalarının yanına çökmüş yemeklerini yiyordu. Ben de üstümü çıkarıp evime döndüm. Ertesi gün tekrar dalış için aynı yere arabamı çektim. Dalış malzemelerimi çıkarırken gözüm o ailenin yemek yediği yere takıldı. Yenilen, içilen iki çöp poşetine konulmuş. Çöp poşetleri aç hayvanlar tarafından parçalanıp etrafa saçılmış şekilde duruyordu. Siz ne sanıyorsunuz? Çöpleri poşete koyunca otomatik olarak belediye personeline sinyal falan mı gidiyor! Gitmiyor, güzel kardeşim. Sen haftaya ailenle o muhteşem doğanın içindeki bıraktığın çöplerin içine tekrar tekrar geleceksin.
Kendinize bu pisliği mi layık görüyorsunuz?
Bunu doğaya, kendinize ve çevrenize yapmayın. Ülkemiz son 10 yıldır çok büyük göçler alıyor komşu ülkelerden. Bu göçlerle gelen insanların yaşam biçimleri, kültürleri, dilleri ve hayata bakış açıları bambaşka ve maalesef bu insanları kontrol ve denetim altında tutabilen bir mekanizma oluşturamadılar. Kendi yaşadığım yerden örnek vermek en doğrusu olacaktır. Yaz ayları İstanbul’da yaşamlarını sürdüren bu insanların en çok uğradıkları yer Şile sahilleridir. Yazın akın akın Ömerli Barajı ve Şile sahillerine akın ediyorlar. Genellikle 10’lu, 15’li gruplar halinde gelip sahillerde kamp yasak olduğu halde kalabiliyor, ateş yakıp yediğini içtiğini bırakıp gidebiliyor. Biz daha kendi toplumumuza doğaya sahip çıkmalıyız algısını yerleştirememişken bu hiç iletişim kuramadığımız insanlara nasıl anlatacağız?
Belediyelerin köy dernekleri ile zabıtaların jandarma ile ortak noktada buluşup daha fazla etkinlik yapması gerekmektedir. Elinizi vicdanınıza koyun çöp atmayın, attırmayın.
Belediye ekipleri etrafı temizledikten sonra geriye kalan görüntü
Fotoğraflar: Sertan Sayın