Heybeli Ada ve Sivriada pruvamızda
Marineros Seyir Defteri - 1
12 Temmuz 2017 - Salı
Sağlık ve bilumum diğer sorunların ardından, sonunda seyrimiz başladı. Yalnız bu kez biraz buruk başladı. Marineros filosu bu yıl iki koldan seyirde. İki yelkenlimiz şu an Yunan adalarını gezmekte. Halit Ağabey ve Enes, aileleriyle şu an tahminen Samos’talar. Onlara da buradan iyi eğlenceler diliyoruz. Hiç öyle “bunlar fetöcü kaçaklar” diye asılsız ihbarda bulunmak aklımdan bile geçmiyor!
Biz iki tekne, saat üç gibi Darıca Limanı’ndan ayrıldık. Şeyda teknesinde; Kaptan Erol Ağabey, Kaptaniçe Nurten Hanım ve Marineros keçilerimizden Şeyda. Bizim teknede; ben, Kaptaniçem Deniz ve diğer Marineros keçisi Doğaç. İlk durak her zamanki gibi Sivriada. Daha ötesini planlamıyoruz. Fıtratımızda yok. Ne yapalım? Genel plan; Marmara Adası, Avşa, Paşalimanı Adası, Erdek filan. Artık neresi uyarına gelirse.
Darıca'dan açılmazdan bir hafta öncesinden, Posseidon amca ve Windguru Teyzeyi kurcalamaya başlamıştım. Salı öğleden sonrası için birazcık çemkiriyorlardı. Olsundu. Bunca hazırlık ve yorgunluktan sonra palamarları çözmek çok iyiydi. Önce tam batıdan yani kafadan tokatladı. Sonra karayele döndü. Büyükada’nın rüzgar altına kaçana kadar yandan yandan iyi şamar yedik. Heybeli ve Burgaz’ı geçince biraz barıştık. Poyraza döndü. Sancak kıç omuzluktan aldığımız dalgalarla Sivriada’ya vardık. Tehlikeli bir durum yoktu tabi. Sadece biraz ıslandık. Ben o dalgada tencere, tava kamarada yerlerde yuvarlanırkene yoğurduğum köftelerle ve aynı anda Erol Ağabeyin kendi teknesinde ve aynı şartlarda yaptığı salatayla seyrin yorgunluğunu attık. Diğer Marineros tayfasının da tek tek kulaklarını çınlattık. Keşke hep beraber olsaydık.
Yarın sabah saat 05.00 hareket. Posseidon amca ve Windguru teyzeye hiç üfürmüyor. 12-13 saatlik internetsiz ve telefonsuz yolumuz var. Bakalım ne olacak?
Marineros Seyir Defteri - 2
12 Temmuz 2017 - Çarşamba
Sabah beşte bütün Marinos mürettebatı ayaktaydı. Erol Ağabeyle adanın tek internet çeken yeri olan buruna kadar gidip, son kez Posseidon ve Windguru’dan hava raporlarını alıyoruz. İki gün hiç rüzgar yok demelerine inanamıyoruz. Nedense! Neredeyse yemin edecekler. Sonuçta palamarlar çözüldü. Rotamız Marmara Adası, Saraylar Limanı. Yani yaklaşık 60 mil, 12-13 saat açık deniz seyri. İnternet, telefon yok. Sadece telsizle haberleşebiliyoruz.

Rüzgar gerçekten de yok ama kaba dalgalar oldukça iri. Ancak bizden yana. Yani arkadan geliyor. Bu da bize yaklaşık 1 knot hız kazandırıyor. Bir ara sancak tarafımızda bir grup martının çılgın sortiler yaptığını gördük. Bu da yunusların balık kovaladığı anlamına geliyor. Birden sancağımızda belirip tam teknemizin altından geçtiler. Hatta bir tanesi sırt üstü yüzerek geçti. O mu bizi izliyordu, biz mi onu? Anlayamadım. Kameramı açana kadar çekip gittiler.
Denizin ortasında onca saat internetsiz kalınca Doğaç’a bir şeyler oldu. Balon şişirip oynamaya başladı. Bari bir dahaki seyirlerde oyuncak araba, misket filan alayım çocuğuma.
Bir ara bana motorun sesi değişik gelmeye başlayınca, motorun kapağını açıp kendi yaptığım hava filtresini söküp çıkardım. Motorum derin bir nefes aldı. “Oh bee” dedi. Ona ilk fırsatta daha ferah bir hava filtresi yapmaya söz verdim, anlaştık.
Marineros’un en sakin seyri olacaktı bu. Ama tabi olamadı. Bir ara Erol kaptan birden durdu. Teknesinden siyah dumanlar çıktığını görünce yüreğimiz ağzımıza geldi. Hızla teknelerine doğru giderken anlamaya çalışıyorduk. Yangın mı çıkmıştı, motoru mu yanıyordu? En kötüsü de etrafta görünen bir kara yoktu. Neyse ki Erol Ağabey, motorun kopan kayışını bize doğru sallayınca biraz içim rahatladı. O duman kayıştan geliyormuş. O dalgada zar zor aborda olduk. Sallana yuvarlana yeni kayışı taktık. Sonra yola devam. Sakin saatler… Doğaç dümen vardiyasında. Ben tam uykuya dalacakken ayak tırnağım Doğaç’ın balonunu patlatınca “motor” diyerek hopladım. Böyle açık denizdeyken baya bi paronayak oluyorum nedense! Neyse sonra sakinleşince tekrar daldım mı, rüyamda mı gördüm? Tam emin olmasam da mazot takviyesi yapmadığım geldi aklıma. Hemen fırladım. Depoda bir parmak mazot kalmış. Depoyu doldurdum ve kendime bir daha uyumama cezası verdim. Ama ondan sonra da hiç bir şey olmadan seyrimizi tamamladık ve Marmara Adası, Saraylar Limanı'na geldik. 4-5 ay önce Ayvalık'tan Enes'in teknesini getirirken bağladığımız balık lokantasının iskelesine bağlandık. Amacımız akşama balık ziyafeti. Ama ilginç bir şekilde lokanta kapalı. Her şeyi netalayıp, Saraylar’ın avuç içi kadar çarşısını gezmeye çıktık. Kadın Marineros tayfası hemen markete daldı tabi. Ama çok garip, neredeyse hiç bir şey almadan ve dahi çabucak çıktılar. 12 saat deniz yolculuğu dokunuyor demek ki. Burada her yer mermer. Yollarda adım başı heykeller var.

Saraylar'ın Heykelleri
En az yarım saat bu heykel sanatını anlamak için kafa patlattık. En çok da Erol ağabey. Doğaç da fazla etkilenip sanatsal fotoğraflar çekti. Bu arada çay çorba içerken de esnafla yaptığımız sohbetlerden balık lokantasının bir vefat yüzünden kapalı olduğunu öğrendik. Biz de masa, sandalyelerimizi çıkarıp bir güzel dört başı mahmur bir sofra kurduk. Geçen yaz Bademli’deki ve Kalem Adası’ndaki terk edilmiş tesislerdeki sefamız geldi aklımıza. İçimde gittiğimiz yeri kurutuyoruz gibi bir his oluştu! Böylece bugün bitti. Yarın ne yapacağımıza yarın sabah karar vermeye karar verdik.

Kapalı restoranın bahçesine çöktük
Marineros Seyir Defteri - 3
13 Temmuz - Perşembe
Saat 07.30… Herkes uyuyor. Bugün uzun seyir yok ya, millet rahatlamış tabi. Kulağımın dibinde vaklayan ördek, bir tek beni uyandırdı. Kimseyi rahatsız etmeden sessizce tekneden çıkıp sahildeki sabahçı kahveye gidip, bir çay içeyim dedim. Bir de baktımki Erol ağabey benden önce kalkmış, iskelede kahve içiyor. Eylem birliği yaparak birlikte çay içmeye gittik. Hep olduğu gibi; çay bahane, yöre halkıyla sohbet şahane. Bir sürü bilgi edindik. Örneğin kuzeybatı ve kuzeydoğu yönlerine bakan iki tarihsel yapı çok eskiden yel değirmeniymiş.

Birileri “E, ne olmuş yani!” demeden söyleyeyim. Demek ki antik çağlarda bile buralarda kuzeyli rüzgarlar yani poyraz ve karayel hakimmiş. Demek ki Posseidon’un laneti bana değilmiş. Yani neymiş; Yunan kaçağı, Marineros kaptanı ve adının baş harfi Enes olan şahısa duyurulurmuş… Neyse bu özel konunun dışında, yöre halkının dediğine göre nereyi kazsan bir lahit çıkarmış. Doğru olma olasılığı yüksek. Çünkü burada her yerde antik çağlardan kalma duvar kalıntıları var. En sağlam kalan yapı tepedeki bir manastırmış. Yıllar önce Yunanistan’dan bir grup gelip burada ayin (!) yapmış. Bizimkiler de dinler arası hoşgörü gereği izin vermiş. Onlar gittikten sonra belediye görevlileri her tarafta kazılmış çukurlar bulmuş. E, biz de ‘’Bize bir şey kalmamıştır.’’ diyerek o dört duvarı görmek için o sıcakta, o tepeyi tırmanmadık tabi. Bu kadar tarihsel sohbet yeter.
Sohbete dün akşamki uskumru ağlarını çeken balıkçılardan biri girince, hoop bütün dikkatler o yöne… Boş ver tarihi filan. 6 numara iğne, yeşil tüy. Nereden bulacağız sorgusunun ardından, gittik bir lokantadan çaparileri aldık. Ne alaka demeyin. Biz de bilemedik. Burada öyle oluyor demek ki. Sonra şahsımıza münhasır bahçeli restoranımıza geri döndük. Böyle yerlerde her zaman bir çeşme ve uzun bir hortum olur. Ben de her zaman onu bulur, teknemi hatta kendimi yıkarım. Sonra da kaptaniçelelerin hazırladığı harika kahvaltı… Oh, süper oluyor ya!
Öğleden sora, Erol ağabeyle biralarımızı içerken kadın Marineros tayfası alışverişe gitmiş…Nasıl bu kadar rahat Marineros tatili oluyor? Hayret.
Sonuçta bu kadar aynı yerde kalmak bizi bozar diyerek, yine palamarları çözdük. Limandaki feribot iskelesinden mazot takviyemizi yapıp, plaj tarafında biraz yüzdükten sonra açıldık. Rota, Asmalı Barınağı. Ben Navionics'te rotayı çizdim, önden gidiyorum ama Erol ağabeyler birden durdu. Bu kez duman da görünmüyor!

Ne oluyor demeye kalmadan, telsizden cevap geldi. Fish finder (balık bulucu) cihazları sinyal vermiş. Hemen ben de 6 numara yeşil çaparimi denize saldım tabi. 15 dakikalık balıkçılık sabrım tükenince, makasın ucuyla çakmak soketini tamire başladım. Sebebi önemli değil. Derken Şeyda dörtlü, beşli uskumru çekmez mi? Onu gören benim Marineros keçisi Doğaç da, elindeki telefonu atıp öyle bir oltalara sarıldı ki ben, hiç daha önce bu kadar çabuk telefonu bıraktığını görmemiştim. Bu deniz nelere kadir ya!
Sonra Asmalı rotasına devam. Bir sebepten ötürü Navionics'im devre dışı kaldı. Pimpirikliliğimi seveyim. İyi ki inverter takmışım tekneciğime. Asmalı’ya kadar 7 millik bir yolumuz var. Marmara Adası'nın güney yakasına geçince tıpkı beklediğim gibi sütliman bir denizle karşılaştık. Etrafta birkaç balıkçı ve yunuslardan başka hiç bir hareket yok. Şeyda, yunusları yakalayıp resmini çekmiş. Sanki ben yapamazdım da… Benim daha önemli işlerim var. Ondan ötürü!

Asmalı Barınağı’na girdik. Daha biz yanaşmadan koşarak gelen ve palamarımızı bağlayan görevli, yardımseverlik anlamına gelmiyor. Ben onu bana doğru koşan bir 50 TL olarak görüyorum. Önemli değil de biz geçen yıl aynı ücrete Çanakkale Marina’da kalmıştık ve duş, çamaşır makinesi gibi her türlü hizmeti alabiliyorduk. Bunun dışında burası için söylenecek olumsuz bir şey yok. Asmalı, küçük bir köy. Kışın 20 aile kalırmış. Herkes birbirini tanıyor. Hatta bizi de tanıyorlar. Hoş geldiniz diyorlar, selam veriyorlar, soframızı hazırlarken ‘’Bereketli olsun’’ diyorlar. Temiz yürekli, dost insanlar. Ama köyde kasap, manav gibi oluşumlar yok. Bir bakkal var. O da tavuk, kıyma gibi şeyler satıyor. Okul göremedik. Bir cami var. Bir de sağlık ocağı var ama doktor yok! Doktor, merkezdeki devlet hastanesinden geliyor. Doktor gelince minareden anons ediliyor: “Doktor gelmiştir. İlaç yazdırmak isteyenler ilaçlarını getirsin, tansiyonunu ölçtürmek isteyenler gelsin.”
Köylülerin dışında burada kalan emekli zenginler de var. Emekli ve zengin nasıl olunuyorsa! Çoluk çocuğun oynaştığı küçük bir plajı da var. İki kahve, bir lokantası da var. Duş alma imkanı iskeledeki musluğa takılı uzun bir hortum kadar. Keyfimizi kaçıracak bir şey yok. Gece, sofra sohbetiyle günü noktalıyoruz.
Marineros Seyir Defteri - 4
14 Temmuz - Cuma
Saat 03.00 civarı. Biraz sert bir rüzgar hissettim ama tekneden kafamı bile çıkartmadan biraz kızdım, söylendim. Neden? Çünkü Cuma akşamı 18.00’den sonra beklenen hava 15 saat önce gelmişti. İnadına yattım uyudum. Çünkü hava raporlarının hepsi rüzgarı kuzeyli veriyor. Yani poyraz, karayel. Marmara’nın hakim rüzgarı. Biz de Marmara Adası’nın güneyinde Asmalı'dayız. Kıyamet kopsa bizi etkilemez. Sabah kalkıp, iskeleye çıktığımda bu kez Posseidon ve Windguru’ya … Ama neden ağzımı bozuyorum? Bir sorun bakalım. Çünkü ne poyraz ne de karayel. Bu bildiğin gün doğusu. E, ne olmuşu var mı? Bu yön değişikliği bütün planlarımızı bozuyor. Zaten iki dıkım plan yapma yeteneğimiz vardı. O da kalmadı.

Öğlene kadar pinekledik sonra kurtlandık ve Palamarları çözdük. Sallana yuvarlana Topağaç barınağına ulaştık. Şikayet var mı? Yok elbet. Bütün Marineros mürettebatı şen şakrak. “Allah’ım sakın aramıza akıllı birini gönderip keyfimizi kaçırtma…”
Topağaç barınağında bildiğin feribot iskelesi var. Tutamadım kendimi. Yanaştım oraya. Etrafta sadece oynaşan üç çocuk var. Onlara sordum, “ Oğlum buraya gemi geliyor mu?” “Evet ağabey büyük gemiler geliyor.” dedi velet. Telaşla kaçınırken bir balıkçıya sordum. Meğerse buraya yıllardır vapur gelmiyormuş. Bir de siyasi nedenlerini dinlemeye maruz kaldım. Neyse çok yardımcı oldu. Bize en tozsuz ve rüzgarsız köşeyi gösterdi de, ama benim teknem zaten oradaydı. Nezaket gereği yeni öğrenmişim gibi teşekkür ettim. Sonra palamarımı yanlış bağladım diye küçük bir fırça yedim. Ama tee Kocaeli’nden geldiğimizi öğrenince saygınlığım yerine geldi.

Topağaç'taki çay parkı
İlk yaptığımız iş her zamanki gibi tekneleri netalayıp keşfe çıkmak. Burası Asmalı'dan daha büyükçe bir yer. Üstelik bağlanma ücreti yok. Birkaç lokantası ve çok ağaçlı bir çay parkı var.
İlkokulu, camisi ve sağlık ocağı var. Peki bizimle ne alakası var? Yok. Gittik, gördük niyetine yazıyorum işte. Ama doktor, ne zamanlar gelip ilaç yazıyormuş onu öğrenemedim. Buranın imamı biraz tembel galiba. Hiç anons yapmıyor.

Çay parkında oturduk. Bize yardım eden balıkçı sayesinde, haberimiz bizden önce gelmiş. Hemen köyün her şeyi bileni masamıza geldi. Adı Mustafa Amca. 76 yaşında. Bizden genç görünüyor. O bir tekvando eğitmeni. O bir belediye başkanı. O bir desinatör. Dünyayı gezmiş bir adam. O’nun anlatacak çok şeyi, bizim gezebilecek az yerimiz olunca sohbet uzuyor da uzuyor. Bir de her sorunumuzu çözme sözü veriyor. İyi bir şey.

Topağaç plajı
Yolun sonunda küçük bir plajı var. Bir de boru ve vana şeklinde bir duş. Dönüş yolunda, her tür sebzeyle dolu kocaman bir bahçeyle karşılaşıyoruz. Sahibi çok iyi bir insan. Akşam üzeri tekrar uğramamızı söylüyor. Kadınlar akşam üzeri gidip bizim için çite asılı bırakılmış bir torba sebzeyi alıyor. Rüzgarlı ama keyifli bir akşam yemeği ile gün bitiyor.

Sebze bahçesi
Devam Edecek.
Konuk Yazar: Yavuz Çetin
Fotoğraflar: Yavuz Çetin Arşivi
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.