Yaklaşık beş gün süren safari ve kamp ağırlıklı süreç sonunda dinlenmeyi hak etmiştik. Tanzanya coğrafyası bize Afrika’nın gerçek yüzünü göstermişti. Hint Okyanusu’nda bulunan Zanzibar Adası’na geçmeden önce “African Galleria”yı ziyaret ederek ülkede üretilen bölge kültürüne dair her türlü ürünü görme şansına sahip olmuştuk. Kapıda bizi karşılayan geleneksel giysileri içindeki yerli görevlinin sempatik gülüşüyle geçtiğimiz dev mağazada ahşap oyma yerli masklarından, renkli boncuklardan oluşturulmuş boyunluklara, hayvan postlarından yapılmış yolluklardan, geleneksel giysilere kadar her şey sergilenmişti.
Tanzanya el sanatları ve kültüründen örnekler
Stone Town Havaalanı’na indiğimizde bambaşka bir dünyaya gözümüzü açmıştık. Burası Tanzanya’ya bağlı Zanzibar adasının tek hava limanıydı. Zanzibar, Tanzanya’nın tatil beldesiydi. Endonezya için Bali ne ise Tanzanya için Zanzibar da o idi. Öyle ki tatilciler hiç Tanzanya’ya uğramadan doğrudan buraya da gelirlerdi. Daracık cadde ve sokakları, salaş görünümü, tarihi mekanları, uzun ve gün batımında eşsiz manzara sunan geniş ve bembeyaz kumsallarıyla Zanzibar adası adeta bir cennetti.
Zanzibar Sokakları
Zanzibar adasının en büyük özelliği, dünyaca tanınmış parfüm markalarına özgün kokularını veren bitkilerin yetiştirildiği yer olmasıydı. Bu amaçla çok sayıda baharat bahçesi kurulmuştu. Burada çeşit çeşit bitkiler yetiştiriliyor, o eşsiz parfümlere koku vermek üzere ihraç ediliyordu. Tamamen organik koşullarda üretilen baharatların ticaretinin ülkeye sağladığı yarar ise hiç gözle görünmüyordu.
Kakao Bitkisi
Çeşitli baharat bitkileri ve işlenerek parfüm kıvamına getirilip satışa sunulan ürünler
Zanzibar adası, Afrika Kıtası’nın asırlarca yaşadığı kıyım, zulüm ve işkencenin bir fotoğrafı gibiydi. Adada bir zamanlar köle ticaretinin yapıldığı alanlar bugün ziyaretçilere açılmış, bu alanların bir bölümü de müze olarak düzenlenmişti. Üzerinden ne kadar çok zaman geçse de Afrika halkının yüzünde o dönemlere dair izler kolaylıkla görülebiliyordu. Gülücükler atsalar da o gülümsemenin arkasında yaşanan insanlık dışı muamelelerin, ezilmişliğin acısı okunabiliyordu. Satılmak üzere adaya getirilen ve basık tavanlı, izbe görünümlü sığınaklarda satılmayı bekleyen köleleri empati yaparken insanın nefesi daralıyordu.
Kölelerin satılmak üzere bekletildiği basık tavanlı izbe odalar
Adada Osmanlı döneminden kalma yapılara da rastlamak mümkündü. Halkla kısa sohbetler sırasında halen ülkemizde görev başında olan siyasilerin isimleri ezbere sayılabiliyordu. Zanzibar adasında hatırı sayılır bir Müslüman kitle yaşıyordu.
Bir panayır alanı
Zanzibar adasının bir başka orijinal yönü, ünlü İngiliz topluluğu Quinn’in solisti Freddie Mercury’nin çocukluk dönemine ev sahipliği yapmış olmasıydı. Yaşadığı ev korunmasına rağmen kendisinden bugüne kalan tek bir eşya yoktu. Sadece evin kapısına yerleştirilen ışıklı levhalarda ünlü müzisyenin yaşamına dair fotoğraflar yer alıyordu. Bunun nedeninin, Mercury’nin ünlü olduktan sonra çocukluğunun geçtiği bu adaya beklenen ilgiyi göstermemiş olduğunu ve ada halkının da buna tepki olarak binaya kayıtsız kaldığını düşünüyorum.
Freddie Mercury evi
Zanzibar adasının bir tatil cenneti olduğunu belirtmiştim. Bu amaçla adanın Hint Okyanusu kıyısında çok sayıda çok yıldızlı otel ve tatil köyleri inşa edilmişti. Sahiller tertemiz ve halka açıktı. Bizdeki gibi özel işletmeler tarafından parsellenmemişti. Bu noktada da ada halkı ile işletmeler arasında karşılıklı saygıya dayanan bir hukuk vardı. Sahillerde gezen ada halkı işletmelerin sınırları içine girmez, buna karşılık işletmeler de sahildeki müşterilerine hizmet sunmaya çalışan ada halkına hoşgörülü davranırdı.
Sabah saatlerinde deniz yaklaşık 600 metre kadar çekiliyordu. Geçimini deniz yosunu yetiştirerek kazanan yerli halk bu sırada boş deniz tabanında yetiştirmeye çalıştığı ürünüyle ilgileniyordu. Ancak bu işi saat 11.00’e kadar bitirmek zorundaydı. Zira o saatten sonra deniz tekrar geri geliyordu. Sular çekildiğinde deniz tabanındaki çukurlarda mahzur kalan rengarenk deniz yıldızları ziyaretçiler için nefis görüntüler oluşturuyordu. İşte bu amaçla oralara deniz kestanelerine basmadan gidebilmek için Zanzibarlı küçük çocuklar yardımcı oluyor, küçük bir harçlık karşılığında konuklara rehberlik ediyorlardı.
Çekilmiş deniz, dibe oturmuş tekneler, açıkta çalışan halk
Zanzibar adası, Hint Okyanusu’nun o kendine özgü turkuaz rengini ziyarete gelen konuklara en güzel haliyle sunuyordu. İtalyan bir girişimci, sahilden yüz metre açıkta bulunan genişçe bir kaya üzerine “The Rock” adında bir deniz ürünleri lokantası açmıştı. Küçük bir kayıkla ya da deniz çekilmişse yürüyerek gelen konukların okyanus kokusunu, manzarasını ve de Hint Okyanusu’nun özgün deniz ürünlerini daha da yakından deneyimlemelerine yardımcı oluyordu.
The Rock Deniz Ürünleri Lokantası
Zanzibar Adası’ndan Hint Okyanusu’na bakış
Darüsselam Tanzanya’nın başkentiydi. Adaya gelirken havayolunu kullanırken dönüşte feribotla başkente çıktık. Ancak yanaştığımız iskele hiç de bir başkente yakışan bir görüntü vermemişti bize. Son derece kötü organize edilen feribot geliş gidişleri sırasında yaşanan kargaşa, zor bulunan valizler, gereksiz yoğunluk o zamana kadar edindiğimiz “çıtayı yükseltmiş Afrika” izlenimimi sorgulamama neden oldu.
Denizden başkente bakış
Uçağımız yerden teker kesene kadar geçen zamanı değerlendirmek üzere konakladığımız bir mekânda kahvemi yudumlarken, Güney Afrika’dan sonra Tanzanya ile Afrika’yı bir başka yönden tekrar keşfetmiş olmanın keyfini yaşadım. Tanzanya da diğer kıta ülkelerinden pek de farklı olmayan geçmişiyle yüzleşmiş, o sancılı dönemleri unutmadan ancak “Hakuna Matata” vizyonuyla yol almaya başlamıştı.
Benzer Yazılar
Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.