İsveç, Norveç, İzlanda, Danimarka gibi kuzey ülkeleri kendilerini “Vikinglerin Torunları” olarak görür ve tanımlarlar. İsveçliler İsveç Vikinglerinin, Norveçliler Norveç Vikinglerinin, İzlandalılar İzlanda Vikinglerinin, Danimarkalılar Danimarka Vikinglerinin soyundan geldiklerini varsayarlar. Sonuç ne olursa olsun, bu dört ülke Kuzey Avrupa’nın en oturmuş, toplumsal dengesini sağlamış, ekonomik olarak gelişmiş, çıtası yüksek ülkeleridir.
Bu hafta ki rotamız, kuzeyin yalnız ülkesi, daha doğru bir ifadeyle Atlantik’in ortasında, fay hattının Atlantik Okyanusu’nun altından geçip karaya çıktığı toprakların tam üzerinde bulunan bir ülke: İzlanda.
Lavların ani soğuması sonucu oluşan altıgen bazalt kaya oluşumu
Ekvatoral ülkelere giderken hazırlanan ve basitçe şort, tişört, terlik türevlerinden oluşan kombinasyon İzlanda’ya giderken yerini kalın giysi ve botlara bırakır. O nedenle, beraberinde çift valiz taşıyan gezginlere çok sık rastlanır. Başka gezilerde pek gerekli olmayacak tripod gibi teknik teçhizat İzlanda’da çok işe yarar. Ülkeye gidecek uçaklar önce Avrupa’da ki bir ülkeye uğrayarak, sonraki uçuş sırasında olası buzlanmalara karşı önlem olarak alkolle yıkanır. Hava trafiğinin yoğun olduğu zamanlarda, uçaklar başkent Reykjavik yerine bir diğer bir havaalanına, Keflavik’e yönlendirilir. İnsan yere ayak bastığında, yüzüne vuran soğuktan Kuzey Kutbuna yakın bir yerlerde olduğunu hisseder.
Yeryüzündeki her kıtada çok sayıda fay hattı bulunur. Bunlar zaman zaman hareketlenerek depremleri oluşturur. Ancak İzlanda biraz istisnadır denebilir. İzlanda, Amerika ile Avrupa plakalarının tam kesiştiği noktada yer alır. Bu özelliği nedeniyle ülkede çok sayıda faal yanardağ vardır. Buna bağlı olarak da İzlanda, volkanik topraklar üzerinde yer alan bir ülkedir.
Kuzey Atlantik Fay Hattı. Suyun sol tarafı Amerika, sağ tarafı Avrupa Plakası
Bir kısmı patlayan volkanlarca oluşturulmuş, o volkanların şekil verdiği bir ülkedir dersek abartmış olmayız. İnsan nereye giderse gitsin hep soğumuş, donmuş, taş haline gelmiş lavların ya da bunların parçalanıp çakıl haline dönüşmüş kalıntılarının üzerinde gezmek zorunda kalır. Canı denize girmek isteyip deniz kenarına gitse, güneşleneceği zemin volkanik çakıldan başka bir şey olmayacaktır. Evinin bahçesine ufak tefek sebze meyve ekmek istese amacına ulaşamayacak, zira volkanik zemin buna izin vermeyecektir.
Yosun Kaplı Donmuş Lav Tabakası
Şehirler arası yol kenarlarında görülen yeşil alanlar çim değil, 300 yılda ancak oluşabilen, üstü yeşil yosun kaplanmış, donmuş lav tabakasıdır. Gezileri sırasında bu oluşuma basmamak, sonraki ziyaretçilere aynı özgün manzarayı bırakmak için gezginler azami dikkat gösterirler. İzlanda doğasına çok düşkün ve saygılı bir ülkedir. Seyahati sonunda ülkeden ayrılırken çantasına hatıra diye koyduğu küçücük bir çakıl taşı için alıkonan bir yabancı turisti örnek verirsek durumun ciddiyetini daha iyi anlarız. İzlanda polisi yabancı hakkında işlem yaptığı gibi çakıl taşının da yurt dışına çıkarılmasına izin vermemiştir.
300 Yılda oluşan, yosun kaplı lav tabakası
İzlanda, Kuzey Kutbuna yakın coğrafi konumu nedeniyle, üzerinde yaşayan halkına yoğunlukla adanın güney kısmında yaşam alanı sunar. Kentlerin çoğu adanın güney kısmındadır. Başkent Reykjavik cadde ve sokakları masalları andırır. Daracık sokaklar, bu sokakların içinde bir tertip ve düzen içinde yer alan dik çatılı evler görüntüleriyle insanları büyüler. Tüm evler bakımlı, rengarenk boyalı, bazısının çatısı yemyeşil çim kaplı, adeta kapısından Pamuk Prenses çıkacak gibidir.
Reykjavik sokaklarından bir görünüm
Kent Merkezinde yer alan “Hallgrimskirkja Kilisesi” hem ibadet hem de gözlem kulesi işlevi görür. İsteyenler içindeki asansörü kullanarak tepeye çıkıp Reykjavik kentini izleyebilir. Bu kilisenin bir başka -bana göre- önemli özelliği sadeliğidir. Diğer kiliselerin içinde detay ve eşya çokluğu dikkati çekerken bu kilisenin içi neredeyse boştur. Sorulduğunda, “Kuzey ülkelerindeki kiliselerin iç yapıları gösterişli değil, sadedir” şeklinde yanıtlanır.
Hallgrimskirkja Kilisesi
“Hallgrimskirkja Kilisesi” kulesinden Reykjavik Kenti
Halkın eğitim seviyesinin yüksekliği hemen kendini belli eder. Örneğin sabah işe giderken park yerindeki aracını çıkarmadan önce parkomata yönelen ve park ücretini ödeyen İzlandalının yanında hiçbir görevli yoktur. “Birisi görmese de ödemesem” diye de düşünmez. Bu duyarlılığı, ödeyeceği ücretin kendisine “hizmet” olarak döneceği bilinciyle yapılmış refleks bir davranıştır. Halkın eğitim seviyesine bir başka örnek, yollar ve trafik düzenidir. Reykjavik caddeleri çok iyi planlanmış olup, nerdeyse tüm yollar “tek yön”dür, yollarda sıkışıklık yaşanmaz, trafik akışkandır.
Reykjavik Caddelerinden bir görünüm
Yaya yola yaklaşınca gelen araç hemen durup yayanın karşıya geçmesine izin verir. Hiçbir araç kaldırımlara park etmek şöyle dursun, tekerini bile çıkarmaz. Herkes bilir ki yollar araçlara, kaldırımlar yayalara aittir. O nedenle kaldırımlar cadde ile aynı hizadadır. Bu durum, “Bir toplumun eğitim seviyesi, kaldırımlarının yüksekliğiyle ters orantılıdır” sözünü doğrular niteliktedir.
İzlanda gelişmiş bir ülkedir. Yaklaşık 300 bin kişilik nüfusuyla Atlantik’in ortasında harikalar yaratır. Tahmin edileceği üzere başlıca geçim kaynağı “Balıkçılık”tır. Önceleri Avrupa Birliği’ne üye iken, “Balığına kota koyacağız” beyanı üzerine birlikten derhal ayrılmış, kendi yolunu çizmiştir. Pahalı bir ülkedir. Bir tuvalete giriş bedeli bizim paramızla 30 TL dir. (2023 Kron değeriyle) Bu pahalılığın nedeni, ana karadan çok uzak oluşu, buna bağlı olarak ithalattaki “nakliye” maliyetidir.
İzlanda gelir kalemlerine son yıllarda turizmi de ekleyip, doğal güzelliklerini konuklarına açarak bir kaynak daha yaratmıştır. Bunu ülkede gezerken görmek mümkündür. Bu çaba, turistik mekan ve yörelerde devamlı inşa halindeki konaklama tesis ve yapılarından anlaşılabilir. Ancak yapılar doğanın dokusuna zarar verecek ya da göz zevkini bozacak biçimde inşa edilmez, beton asla kullanılmaz. Ağaç aksamı yoğun tesisler kurulur.
Oyuncak müzesine dönüştürülen bir halk tuvaleti
İzlanda güvenli bir ülkedir. Bu durum gece geç saatlerde sokağa çıkıldığında, kapanmış bir kuyumcunun vitrininde hala duran değerli takıların varlığından anlaşılabilir. Mağaza sahibi her şeyi olduğu gibi bırakmış, cam kapıyı kilitleyip gitmiştir. Bırakalım soyulmayı, kimsenin dönüp bakmayacağından emindir. Bilir ki, devlet halkına hırsızlık yaptırmaz, geçimini rahatlıkla sağlayacağı, temel ihtiyaçlarını gidereceği ücreti öder.
Gezim sırasında, bir kafede unuttuğum cüzdanım, tam 7 gün sonra eksiksiz olarak elime ulaştığında güvenli bir ülkede bulunduğuma bir kez daha inanmıştım. Akşam saatlerinde kentte yaptığım bir yürüyüş sırasında, bir kapı üzerinde, sivri demirlere takılmış çok sayıda tek eldiven dikkatimi çekmişti. Sorduğumda, “çeşitli yerlerde düşürülen eldivenlerin buraya getirilip kapıya takıldığı, eldiveni kaybolan bir kişinin buraya gelip diğer tekini bulabileceği” söylenmişti. İnsan ve topluma saygı ve güven bu demek olsa gerekti.
Diğer tekini bekleyen kayıp eldivenler
İzlanda konuklarına doğal güzelliklerini pazarlar. Bunların en başında “Kuzey Işıkları” gelir. Güneş ışınlarının atmosferle etkileşimi sonunda ortaya çıkan bu görüntüyü izlemek için zifiri karanlık bir noktaya gitmek gerekir. Kuzey Işıkları çıplak gözle görünmez. Tripod kullanmak ve uzun pozlama yapmak gerekir. Gerekli koşullar sağlandıktan sonra elde edilen fotoğrafın ise tadına doyum olmaz.
Kuzey Işıkları
“Thingvellir Ulusal Parkı” bir doğa harikasıdır. Parka hâkim noktada ortaya çıkan manzaraya insan uzun uzun bakmadan edemez. Bu parkın bir başka özelliği, “Games Of Thrones” dizisinin burada çekilmiş olmasıdır. Ulusal parkı yakından görmek isteyenler, doğanın kucağında özgürce gezip, temiz havayı derin derin ciğerlerine çekebilirler. Uzaktan görünmeyen ancak parkın içinde yer alan ve uzun yeşil otların arasından ağır ağır yol alan tertemiz dereler bu eşsiz atmosferi daha da güzelleştirir. Parktaki bu yürüyüş sırasında yolumuzu yerden fırlamış, birbirine paralel olarak uzanan ve çevreyle tezat oluşturan iki dev kaya kütlesi keser. Ortasındaki berrak suyun metrelerce altı şeffaf biçimde görülür. Bu birbirine paralel uzanan kayalık blok, Güney Kutbu yakınlarından başlayıp Atlantik Okyanusu’nun tabanı boyunca kuzeye uzanan fay hattının İzlanda’da karaya çıkan bölümüdür. Kayaların karşısına geçen bir insan kendini biraz tuhaf hisseder. Soldaki kayalık Amerika, sağdaki Avrupa plakasıdır. Bu iki ana kara şu anda birbirinden yaklaşık 3 metre uzaklıktadır. İzlanda’da Amerika’dan Avrupa’ya ya da tersi olarak Avrupa’dan Amerika geçmek bu kadar kolaydır.
“Thingvellir Ulusal Parkı”ndan Bir Görünüm
İzlanda’da erkeklerin soyadı -son, kızların soyadı ise -dottır ekleriyle biter. Son, “oğlu”, dottır “kızı” anlamındadır. Kelimeler uzundur ve söylenişleri bizlerin kolaylıkla beceremeyeceği kadar zordur.
Eyjafjallajökull volkanı yakın zamanlarda patladığında uydulardan görüntülenmiş, volkan külleri atmosferde neredeyse binlerce kilometre öteye savrulmuştu. Bugünlerde Eyjafjallajökull sessiz. Eteklerindeki buzullarda gelen yaya ziyaretçilere yürüyüş, özel donanımlı araçlara sörf yapma imkânı tanıyor.
İzlanda’da Buzullar
Uzman buzul dağcılarının verdiği kısa süreli eğitimden sonra herkes başına kaskını, ayağına buz nalçasını, beline askı oturağını kuşanıyor, eline de buz kazmasını aldığında her şey tamam oluyor. Geriye bu acımasız volkanla yüzleşip, zamanında sayısız dağcıyı yüzeyindeki derin yarıklarda yutan dev buzullarda adım atmak kalıyor. Patlama sırasında yakında yaşayan insanlar, olay sonrası hiçbir şey olmamış gibi evlerinin önünü süpürüp hayata kaldıkları yerden devam etmişler. Başka seçenekleri var mıydı ki?
“Eyjafjallajökull Volkanı” Buzulunda
İzlanda soğuk bir ülke. Bakınca insanları da öyle görünüyor. Düşününce insan hak vermiyor da değil. Bizim gibi birkaç gün değil, yılın büyük bölümü düşük ısılarda seyreden, soğuduğunda da sıfırın üzerine çıkmayan bir iklimde bir ömür yaşayan insanların, -ne kadar alışkın olsalar da- hallerinden pek de mutlu olmamaları olağan olsa gerek. Devamlı kazak ve kaz tüyü montlardan oluşan giyim tarzı Reykjavik cadde ve sokaklarında sıkça rastlanan görüntülerden. Kazak deyince, İzlanda’da en çok rağbet gören ürünlerden biri yün kazaklar, atkılar, bereler, eldivenler.
El Örgüsü Yün Giysiler
Hepsi el yapımı, hepsi çok şık ve oldukça da pahalılar. Erkeklerin yün kazak örmeyi öğrenmek için yoğun ders almaları da garip karşılanmıyor. Ancak bu işin bir de keyifli yönü var. Reykjavik’in renkli gece hayatı, bu çekilmesi zor yaşamı yumuşatacak seçeneklerle dolu. Örneğin akşam buz gibi soğuk bir havada, yakınlardaki “Kiki Queer Bar”a geçip, sıkı bir içki eşliğinde iki travestinin seslendirdiği Pink Floyd ve Quinn müziklerini dinleyince insan her şeyi unutuyor. Mekan eşcinsel dostu bir yer ama olsun, siz eğlenmeye bakın.
İzlanda’nın doğal zenginliklerinden biri de gayzerler. Kısaca, kuyudaki yer altı sularının ani ısınma sonucu yüzeyden basınçla fışkırması olarak tanımlayabileceğimiz bu doğal oluşumu izlemek “güvenli bir mesafede bulunmak”, “yer altından çıkan suyun akış yoluna ayakkabıyı temas ettirmemek” gibi basit kurallara tabi. Geriye bu doğal güzelliği fotoğrafla ölümsüzleştirmek kalıyor.
İzlanda’yı altı fokur fokur kaynayan bir tencereye hatta ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bombaya da benzetebiliriz. Adanın altındaki enerji yüzeye bazen patlayan bir volkanın çıkardığı lav, bazen bir gayserden fışkıran kaynar su, bazen de bulduğu bir yoldan yer yüzüne sızan sıcak su olarak çıkıyor. İzlanda’nın yer altı zenginlikleri yok denecek kadar az. O nedenle elektrik, su gibi yaşamsal öneme haiz ihtiyaçlar işte bu enerjinin sağladığı imkânlardan elde ediliyor.
Gayser
Adada, tel örgülerle çevrilmiş bazı alanlarda kırmızı levha üzerine “Geothermal Area” yazısı göze çarpar.
Bir “Jeotermal Bölge”
Bu noktalarda yer altından çıkan sıcak sular işleme tabi tutulur ve en yakındaki yerleşim yerine ısınma ve sıcak su ihtiyacı için yönlendirilir. Hatta bazı konuklar bizim yaptığımız gibi en yakın marketten ekmek yapımı için gerekli malzemeleri alır, yerden sıcak su çıkan noktaya gelirler. Burada ekmek hamuru elle karılır, hazırlanır ve tencereye yerleştirilir. Toprak tencere boyu kadar kazılır. Kapağı içindeki buharı dışarı sızdırmayacak şekilde sıkıca kapatılan tencere toprağa gömülür. Yer altından çıkan ve tencerenin etrafını saran kaynar suyla hamur pişmeye başlar. Bu arada yakınlardaki ziyaretlerini gerçekleştiren konuklar dönüşte gömdükleri tencereyi çıkarır, pişmiş ekmeği afiyetle yerler.
Yer altından çıkan kaynar su ısısında pişen ekmek
İzlanda adası, üzerinde yer alan çok sayıda buzulun oluşturduğu akarsularla da ünlüdür. Nehirler bir süre sonra dik yamaçlardan düşerek şelaleleri oluşturur. İşte bu şelaleler üzerine kurulan tribünler de yaşam için gerekli elektrik enerjisi ihtiyacını karşılar. Bu anlamda İzlanda’nın en büyük şelalesi Gulfoss Şelalesi’dir. Şelaleler özellikle gençler ve fotoğraf meraklıları için uğrak yeridir. Tripod üzerine kurulan kameralar düşen suları en güzel haliyle görüntülemek için uğraşır durur. Gençler hatta yeni evli çiftler düşen suların altına kendilerini bırakarak özgürlüğün tadını çıkarır.
Gulfoss Şelalesi
Irmak ve nehirler zaman zaman yataklarını oyarak derin vadiler, kanyonlar oluşturur, bu halleriyle de göze hitap eden güzellikler sunarlar. İşte bunlardan biri de “Fjadrarglfujur Vadisi”dir. Vadi bölgesi ve çevresi çok sayıda irili ufaklı akarsuyu barındırdığı için zemin devamlı yaş ve yumuşaktır. Park yönetimi araçların vadiye yaklaşmasına izin vermez. Bu amaçla parka 2 km mesafede yer alan boş alana araçların bırakılıp yaya olarak gelinmesini ister. Bunun nedeni, vadi bölgesine gelecek araçların, bölgede yapacakları manevralarla toprağın doğal halini bozup bölgenin dokusuna zarar verecek olmalarıdır. Gelen ziyaretçiler 2 km öteden oflaya puflaya, biraz da söylene söylene gelirler. Ancak gördükleri manzara karşısında uygulamanın ne denli yerinde olduğuna da hemen hak verirler.
Reynisfjara. İzlanda’nın Kuzey Atlantik sularına bakan sahilleri. Siyah kumsallarıyla ünlü bölge. Lavların ani soğumasıyla oluşan altıgen bazalt tabakalarının eşsiz manzaralar oluşturduğu bir doğa harikası. Sahile hakim tepe üzerinde yer alan bir fener, geceleri ışıkları beli belirsiz, çok uzaklardan geçen gemilere İzlanda güney sahilleri boyunca seyrettikleri işaretini verir. Buz gibi bir dolunay zamanı, tepeden uzaklara dalıp giden bir insan, neredeyse sonsuz büyüklükteki bir su kitlesinin ortasında yer alan ufacık bir adada ne aradığını sorar kendi kendine.
Reynisfjara Volkanik Sahili / Kuzey Atlantik Kıyıları
Kuzey Kutbuna yakınlığı nedeniyle soğuk bir iklime sahip İzlanda’da, kışın bir çılgınlık yapıp mayo giyenler soluğu Blue Lagoon’da alır. Blue Lagoon, içinde bulunan yoğun sülfür ve silika nedeniyle mavi renk almış yer altı sularının bir havuzda toplanmasıyla oluşturulmuş bir kaplıcadır. Buz gibi havada, 40 dereceye varan suyla dolu dev havuza girenler bir daha dışarı çıkmak istemez. Bu eğlencenin bir aperitif ile canlandırılması olaya farklı bir keyif katar. Jeotermal su, özelliği nedeniyle tedavi edici bir yapıya da sahiptir.
Blue Lagoon
Deyim yerindeyse bir cephaneliğin üstünde yaşayan İzlanda Halkı, tüm bu fiziki olumsuzluklara rağmen toprağını benimsemiş, doğal kaynakları en doğru şekilde değerlendirerek kendisine renkli bir dünya yaratmış. Eğitim çitasını yükseltmiş, bilinçli bir toplum yaratmış, toplumsal dengesini sağlamış, ekonomik göstergelerini yukarı çekmiş. Biz 85 milyondan bir takım kuramazken, İzlanda 300 bin kişi içinden çıkardığı 12 adamla futbolun tozunu attırıyor.
İzlanda ordu kullanmıyor. Sadece iki gemiyle sahillerinin kontrolünü yapıyor. Kent içinde cadde ve sokaklarda polis yok, polise ihtiyaç da yok. Şehirler arası bir yolculuk sırasında aracımızı durduran bir polis, “Solladığınız bir aracın sürücüsü, geçerken aracına küçücük bir çakıl sıçrattığınız için sizden şikayetçi oldu, bizde size iletiyoruz, daha dikkatli olun” dedi. Ne diyebilirdik ki? Kendi ülkemdeki trafik kültürünü, sürücü-polis ilişkisini düşününce daha kat edeceğimiz çok yol olduğunu bir kez daha anladım.