Geçen hafta yayınlanan Kıbrıs’la ilgili yazıma çok güzel tepkiler aldım. Bunlardan birisi beni oldukça düşündürdü ve yıllar öncesine götürdü. O günleri yaşamış olanlardan bir yanıt almak farklı bir duygu.
Yaptığı yorum aynen şöyle :
“ Ertuğrul Yakışık dedi ki;
2022-07-26 08:01:36
Harekatın üzerinden 3 yıl geçtikten sonra bile Beşparmak Dağları’nda alev kayası denen bölgede sizin yetiştirdiğiniz ekiplerinizden biri olarak o mücahitler ile oralarda eğitim aldığımız günlerdeki dehşet verici anılar hala taze duruyordu. Kıbrıs’a ne zaman gitsem küvette öldürülen doktor ve ailesinin evlerine giremem, o sakız çiçekleri midemi bulandırıyor. Çok büyük bu mücadelede şehit veya gazi olanların önünde saygı ile duruyorum. Yazınızı, gözlerim yaşararak okudum. Anlatımınız, sadece edebi bir yazı ve anı değil, kahramanların tarihidir. Sağ olun var olun.”
***
Sağ olması gerekenler bizler miyiz? Yoksa bugün adı bile unutulan Hilarion Kalesi’nin iki tepe arasına Türk bayrağını asarak dalgalandıran, inatla bayrağı yere düşürmemek için nöbet tutanlar mı diye düşünüyor insan…
Ne yazık ki insanlık tarihi her dönemde savaşlarla dolu olmuş, her savaşın kahramanları ve korkakları, birbirine adaletli davranan savaşçıları, savaşı önlemek için çabalayanları, kan içici psikopatları, bir insan bir diğer insana bunu nasıl yapar diye sorguladığınız, şahit olmaktan bile dehşete düştüğünüz anlar, nefret ettiğiniz insanlar olmuştur.
Sevgili Haydar Hoca ‘’Hoş geldin Atatürk’’ isimli eserinde; Türkiye’nin kurucu ve kurtarıcısı Mustafa Kemal’in savaş ile ilgili anlayışını mücbir bir sebep yoksa cinayet olarak yorumlamasının ardında yatan düşünceyi en insancıl görüş açısı ile yorumlamıştır.
Türk İstiklal Harbi gibi Kıbrıs’ta gerçekleştirilen harekat ve direnişler, bir başkasının toprağını işgal etmek için değil, kendi topraklarını ve halkını korumak için yapılmıştır.
***
Yine dünya tarihi; açlık, yoksulluk, işgal ve ülke zenginliklerini ele geçirmek isteyen diktatörlere baş kaldıran, kendi geleceğini korumak ve istiklallerini elde etmek isteyen başarılı ve başarısız olmuş pek çok millet ayaklanması ile doludur.
Bir yanda doymayan bir aç gözlülük ile başka ülkelerinin toprak ve zenginliklerine göz diken dış düşmanlar, diğer yandan işbirlikçi Tiran’lar, mazlum milletlerin başına bela olmuş; sulh, barış, adalet ve daha insanca yaşam masalları ile kitleleri uyutmuşlar, baskı rejimleri ile muhaliflerini yok ederek kendi ikballeri için hükümranlıkları altındaki insanları çağın sistemi içinde soymuşlardır. Bugün de soymaya devam etmektedirler.
***
Karnı aç olanı doyurabilirsiniz.
Gözü aç olanı doyurmak mümkün değildir.
Günümüz rejimlerinde birbirinin yapacağı işlere ve ticari ilişkilere muhtaç olan insanoğlu; bir kardeşimin ifadesi ile hesap makinesini cebinde taşımaya, en yakınının ihtiyacını bile yüksek rakamlar ile karşılamaya hazır hale gelmiştir.
Bugün içine düştüğümüz savaş, ekonomik savaştır.
Akşam eve ekmek götürme savaşıdır.
Elektrik, su, doğalgaz, akaryakıt faturalarını, işçi ücretlerini ödeme savaşıdır.
Çiftçi için gübre ve ilaçlama bedellerini ödeme savaşıdır.
Hasta için tedavi, çocuk ve gençler için gelecek edinme savaşıdır.
Bütün bunlar Milli Ekonomi, Milli Devlet ve Millet olma savaşıdır.
Hepimize kolay gelsin.
“Kıbrıs’ın dağlarında,
Kol gezer mücahitler.
Kurtuluş kavgasında,
Türkü söyler tüfekler…”
***
Güneşin son ışıkları limanı, tekneleri, evlerin ve dükkanların camlarını akşamın kızıllığına boyuyor… Kıyıya vuran dalgalar bile kumsalı sessizce okşuyor. Köpüklerin arasında deniz canlıları ve kabukluları suyun gücüne kendini bırakarak sürükleniyorlar. Birkaç küçük çocuk aşkın gözler ile ayaklarının dibindeki bu canlı yaşamı izliyorlar.
Oturduğum kayanın üstünde bu eşsiz manzarayı seyrediyorum. Serinlikle beraber iyotun keskin kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Suyun içinde ayaklarının ne kadar büyük olduğunu gören çocuğun yerinde olmak ve onun gibi kahkahalar atma isteği sarıyor benliğimi… Oysa heyhat… Bu kıyılar bizim için gençliğimizin, vatan sevgimizin, ölen arkadaşlarımızın karaya çıkarken bıraktığı anılar ile dolu… Burası bizim için bir tatil yeri değil.
Aradan yıllar geçsede kulağımızda matara ve kasaturaların birbirine değerken çıkardığı metal sesi, verilen sert emirler, postalların içine dolan su ve kumun rahatsızlığı, terden ıslanmış kumaş kokusu, dizel motorun yanan yağının dumanı, sonunun nasıl biteceği belli olmayan bir harekatın belli belirsiz yüzlerdeki tedirginliği ve en önemlisi ölümü kabullenmiş insanların yürek çarpıntısı, Beşparmak Dağları'na inen paraşütçülerin ve düşman hattına ilerlerken hançerlerini parçalayarak “Allah, Allah” diyerek ortalığı inleten nidaları hiç de kolay, kolay anlatılacak ve unutulacak anılar değildir.
***
Adada ki mücahitlerin Türk askerini gördükçe bir kardeşi görmüşçesine kucaklaması, “Açmı sınız, susuz musunuz?” diye sorması, son tayınını bölüşmesi… Düşman siperlerini işaret edip; keskin nişancıların mevzilerini işaretlemeleri, mayınlı olacağı düşünülen bölgelerden geçerken kendi canlarını tehlikeye atıp rehberlik etmeleri, yorgunluktan bitap düşmüş, yine de gözünü kırpmadan ilerileri gözetleyen askere yerel şiveleri ile “Hadi biraz uyuyasınız, biz beklerik” diye seslenmelerini nasıl unutursunuz?
Bugün Kıbrıs’ın Türk hakimiyetinde bulunan bölgelerinde kentlerinde fink atanlar, kumarhanelerinde sabahlara kadar uykusuz kalarak al kızı ver papazı diyerek milyarlar saçanlar, ada sahillerinde kumsala uzanıp güneşlenenler, limanlarında tekne gezintisi yapanlar, balık lokantasında karınlarını doyuranlar, İngiliz sterlini ile alış veriş yapanlar, bir zamanlar kurşun yağmuruna tutulmuş Ledra palasta gece umursamaz bir tavırla uyuyanlar, eski Rum evlerini mesken tutmuş olanlar tüm o günlerin heyecan ve acılarını acaba hatırlıyorlar mı?
Her geçen gün birisini kaybettiğimiz Türk mukavemetçilerinin yasını tutan var mı? Onların canları pahasına aylarca yarım somun ekmek ve hellim peyniri ile nöbet bekledikleri kendileri gibi tüfekleri eski gençleri hatırlayanlar var mı?
İnsanoğlunun sınırlı yaşamından bir bölümünü ülkesi ve geleceği için feda etmesi, savaş denilen vahşetin sınırlarında yaşaması, birkaç eski fotoğraftan başka elinde bir şey kalmaması ne demektir bilir misiniz?
Bu ancak Kıbrıs’ın dağlarında geçen bir yaşamın, Kurtuluş Savaşı'nda cephede olanların, Çanakkale’de siperlerde yaralananların, Sakarya ve Dumlupınar’da kendisine ait bir avuç toprağı olmasa da, Vatan uğruna savaşanların, yüreği arkadaş kaybında kanayanların, ailesini ve namusunu korumaya çalışanların anlayabilecekleri ve anlamlandırabilecekleri duygulardır.
Geçmişin kahramanlarına, canını iki taşın arasına saklamış olanlara, Vatan topraklarını korumak için şehit olanlara, onları unutmayan ve yüreklerinde yaşatanlara bir selam verelim. Ruhlarına bir Fatiha gönderelim.
Bu aziz askerlerin dünyanın neresinde olursa olsun, görev uğrunda şehit olanların, ölü diye bildiklerimizin, bugün yurt sınırlarını korumak, Cumhuriyeti payidar kılmak için iç ve dış düşmanlara karşı koyarken hayatını kaybetmiş olanları bir kez daha analım.
Analım ki, onların ruhları huzur bulsun.
Bu can bu tende durdukça içimizdeki kanlı pınarın gözlerimizdeki yaşlar gibi damla, damla aktığını, daha iyi bir gelecek için vatan savunmasına katılmış olan bu kahramanların “Unutulmadıklarını ve unutulmayacaklarını” dostumuzda, düşmanımızda bilsinler.
Benzer Yazılar
Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.