Atatürk; Devlet Adamlığı, Askerlik Dehası, Devrimciliği ve Kişiliğiyle sadece Türkiye sınırları içinde değil Dünya çapında ses getirmiş, her dönemin önde gelen devlet adamları tarafından örnek alınmış bir liderdi. Sıradan biriydi. Herkes gibi etten kemikten ibaretti. Doğdu, büyüdü, okudu, asker oldu, savaştı, devlet adamı oldu, ülkesine çağ atlattı. Genç denebilecek bir yaşta da ebediyete intikal etti.
Mesele bu kadar kolay değildi tabii. Atatürk, ülkede yüzyıllardır kurulmuş sömürü çarkını tersine çevirince, başta emperyalizm olmak üzere yozlaşmış, kokuşmuş düzenden nemalanan çevrelerin tekerine de çomak sokmuş oldu. İşte o zamandan beri Atatürk, her fırsatta o malum çevrelerin öfkesine, saldırısına hedef oldu, oluyor.
Yaşamının her kesiti didik didik edildi. Annesi, babası dahil ailesindeki hemen herkes ipe sapa gelmez, asılsız iddialarla suçlandı, karalanmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Ne yazık ki bu suçlamalar, doğru ile yanlışı ayırt etmek adına okumayı bir türlü içselleştirememiş Türk toplumu içinde taraftar da bulabildi. Saldırılar sadece yurt içinden değil, dışarıdan da gerçekleştiriliyordu. Bugün satılık, ücret karşılığı istenen kıvamda yazı yazan kalemşorlar o dönemlerde de vardı. Türkiye Cumhuriyeti’ne diş geçiremeyen sömürgeci güçlerin borazanlığını yapan, sahada alamadığını, kaleminden dökülen yalanlarla almaya çalışanlardan biri de, ismi H.C. Armstrong olarak kısaltılan Harold Courtenay Armstrong idi.
Armstrong bir İngiliz’di, yüzbaşı rütbesiyle mütareke döneminde görev yapmak üzere ajan olarak İstanbul’a gönderildi. Görevi milliyetçi kalkışmaları önlemek, halkı direnişe çağıranları tutuklayıp hapse atmaktı. Beceremedi, görev bölgesinden Anadolu’ya gemiler dolusu silah ve insan kaçırıldı. Bunları önleyemediği gibi ülkesi İngiltere’yi yerli bir işbirlikçi ile anlaşarak dolandırdı.
1932 yılında, sözüm ona “Atatürk Biyografisi” adı altında bir kitap yazdı. Yazdıkları aklı başında batılıların bile tepkisini çekti. “Kardeşim, adamın her daim yanında mıydın da bu kadar kendinden emin yazabildin?” dediler. Neler yoktu ki kitapta…
Armstrong, Atatürk’ü öğrencilik döneminde asi, kavgacı, geçimsiz bir çocuk olarak tanıttı. Tarih sahnesine çıktığı Çanakkale Savaşlarındaki üstün başarılarını gölgelemeye çalıştı, kazandığı zaferlere “şans eseri” dedi. Tökezleyen Osmanlıyı savaşa sokup bitiren Enver Paşa’yı yüceltirken, Atatürk’ü silik, vasat bir kişilik olarak gösterdi. Birlikte yola çıktığı dava ve çalışma arkadaşlarını da aynı çuvala sokarak yeteneksiz, başarısız, basiretsiz kişilikler olarak yaftaladı.
Balkan Savaşı sırasında Sofya Ataşeliğine atanmasını, “işsizlik” olarak tanımladı. Ona “alkolik, kumarbaz, ahlaksız” sıfatlarını taktı. Yalancılıkla suçladı. “Devleti Kurtarma” yolunda gösterdiği çabaları, yaptığı çalışmaları “darbecilik” olarak nitelendirdi. Kurtuluş Savaşı sırasında Ermenileri ve Kürtleri katletmekle suçladı. Yüzyıllardır aşağılanan, sömürülen Türk halkına yaptığı birlik çağrısını “Küstahça” olarak nitelendirdi. Türk halkını “Uyuşuk Türkler” şeklinde aşağıladı. Atatürk’ü inançsızlıkla itham etti. Diktatör olmakla, diktatörce davranmakla suçladı. Kurtuluş Savaşı’nın düşünsel, planlama, uygulama ve sonuç aşamalarındaki katkılarını basitleştirdi, adeta “yok” saydı.
Millî Mücadele’nin altın tacı “Devrimleri” aşağıladı, itibarsızlaştırmaya, önemsizleştirmeye çalıştı. Bir dönem yanında yaşayan üvey baba tarafından akrabası Fikriye Hanım ve daha sonra eşi olan Latife Hanım’ı ağza alınmayacak sözlerle karalamaya ve aşağılamaya yeltendi. Atatürk’ün, elinden tutup, içinde bulunduğu kör kuyudan çıkarmaya çalıştığı Türk toplumunu “Uyuşuk Türkler” olarak yaftalamaya kalkıştı.
Ancak kitabın en sonunda Armstrong, -deyim yerindeyse- diz çöktü ve gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koydu, adeta suçunu itiraf etti. Atatürk’ün gerçek kimliğini, özenle sakladığı bilinçaltından çıkararak kâğıda dökmek zorunda kaldı.
O dönemin hükümeti kitabın ülkeye girişini yasakladı. Konu Atatürk’ün kulağına gitti. Kitabı getirtip tercüme ettirdi. “Az bile yazmış, kalanını da ben tamamlayayım” dedi. Oturup o saçma sapan kitaba yanıt niteliğindeki yazısını kaleme aldı. İşte Atatürk’ün Armstrong’un yalanlarına verdiği yanıtlardan satır başları…
- “Hiçbir zaman diktatör olmadım, olmaya da heveslenmedim. İş başına politik oyunlarla, hükümet darbesi ya da bir grubun isteğiyle değil, Türk halkı tarafından getirildim. Gücümü milletin iradesinden aldım. Bunun en büyük kanıtı TBMM’dir.”
- “Babam Ali Rıza; fakir, önemsiz, kişiliksiz biriymiş. Annem Zübeyde de Güney Arnavutluk’tan gelen köylü bir kadınmış. Fakir bir mahallede, küçük bir evde yaşarmışız. Oysa babam gümrük müdürüydü. Daha sonra kereste ticaretine başladı. Selanik’te çok sayıda kereste mağazasına sahipti. Muhitinde tanınan, bilinen, saygı duyulan biriydi. Aydın Milletvekili Tahsin Bey kendisinin avukatıydı. İsteyen gidip ondan detayları öğrenebilir. Annemin Güney Arnavutluk ile hiç alakası yoktur. Selaniklidir ve çiftlik sahibi varlıklı bir ailenin kızıdır. Evimiz Selanik’in en güzel yerinde, büyük bahçeli bir evdi. Babamın bundan başka beş tane daha evi vardı. Babamın ölümünden sonra annemin bir süre annesi ve kardeşiyle yaşamasının nedeni parasızlıktan değil, daha çok genç olmasından ve beni büyütene kadar evlenmeyi düşünmemesindendi.”
- “Hiçbir zaman farmason olmadım, inançsız biri olmadım, inançsız yaşamadım. Hiçbir mason locasına kayıtlı da olmadım. Ancak batıl inançlara hiç inanmadığım doğrudur.”
- “Harp Okulu öğrencilik yıllarımda, İstanbul şehrinin pis muhitlerinde gezdiğim, sabahlara kadar kahvelerde zaman geçirdiğim iftirası koskoca bir yalandır. Zira Askeri Okul ve Yatılı Öğrenci Hayatı -insan istese de- bu tip bir yaşama asla izin vermez.”
- “Balkan Harbi sonrası görev yerim olan Sofya Ataşeliğini işsizlik dönemi olarak adlandırmak şöyle dursun, Sofya görevi şahsım ve ait olduğum toplum için bir namus ve erdem örneğidir. O sıralarda tanıştığım ve halen irtibatta olduğum seçkin ve elit aileler bunun en canlı kanıtlarıdır.”
- “Enver, benden hiçbir zaman yararlanmayı düşünmedi. Onun yanında hep bir ayrık otu olarak görüldüm. Hep yanından uzak tutmanın yollarını aradı. Ancak Arıburnu ve Anafartalar başarılarından sonra uzaklaştırmaya gücü yetmedi.”
- “Gerek askerlik gerekse sivil yaşamımda hiçbir zaman idam kararı imzalamadım. Zaten böyle bir yetkim de yoktu. Bu yetki her daim TBMM’de olmuştur.”
- “Halide Edip Hanımefendi’den hiç hoşlanmadım. Bir Amerikan mandacısı olması bende güvenilir bir izlenim bırakmamıştır. Ancak bir bayan olarak İstanbul’dan kaçıp Ankara’ya sığınması sonucu sahip çıkılmıştır. Onu hiçbir ciddi iş de kullanmadım, kullandırmadım. Bu nedenledir ki kendisi de bulduğu her fırsatta aleyhtarımız kesilmiştir.”
- “Rakıyı çok severim, şarap ve şampanyadan nefret ederim. Bu konuda hiç gizlim saklım olmadı. Herkesin önünde, halkımın şerefine kadehimi kaldırdım, keyifle de yudumladım. Özel yaşamımı gizlemeye hiç gerek duymadım. Hep insanların arasında, onlardan biri gibi yaşamaya çalıştım. Milli mücadelenin sıkıntılı anlarında ağzıma içki sürmedim. Zaman zaman arkadaşlarımla poker oynadık. Bu oyunların oynandığı masalar hiçbir zaman kumar masaları olmamıştır.”
- “Yazar, “kimse elinden kurtulamadı” şeklinde bir değerlendirmede bulunmuş. Biz kimseyi elimizde tutmayı düşünmedik. Bizden uzaklaşanları biz terk etmedik, onlar kendileri uzaklaşarak muhalefet tarafına geçtiler.”
- “Fikriye Hanım, annemin ikinci eşi tarafından akrabamızdır. Aile üyelerini birbiri ardına kaybetmesi üzerine verem ve sinir hastalıkları geçirmesi sonucunda sahip çıkılmış ve Ankara’ya getirilmiştir. Benimle olan ilişkisi, şefkat ve koruma refleksinden başka bir şey değildir. Evden uzaklaştırılmasının nedeni, anneme karşı saygısızca davranışlarıdır. Buna rağmen kendisine fazlasıyla maddi destek verilerek tedavi için Avrupa’ya gönderilmiştir.”
- “Her türlü eleştiriyi dinleyebilirim, hazmedebilirim. Aynı düşünce de olayım ya da olmayayım hiç fark etmez. Ancak ülke ve millet aleyhinde bakış açısına sahip, iki yüzlü politikacılara hiç tahammülüm yoktur, konuşturmam dahi.”
- “Latife Hanım’la olan evliliğimiz tamamen yasal ve medeni bir platformda, davetliler ve şahitler huzurunda gerçekleşmiştir. Kendileri Göztepe’deki evlerini çalışma mekânı olarak kullanabileceğimizi belirtmişler, söz konusu mekân tarafımızdan incelenmiş ancak amacına uygun görülmemiş, bir başka yer seçimi yapılmıştır. Kendisiyle izdivacım, duygusal bir zeminde değil, koruma ve şefkat güdüsüyle gerçekleşmiştir. Kendisiyle güçlü ayrılma nedenlerimiz tabii ki vardır ancak bu da kimseyi ilgilendirmez.”
- “Gerek askeri gerekse sivil yaşamımda birkaç kez suikasta uğradım ancak zehirlenme olayıyla hiç karşılaşmadım.”
- “Kimsesiz ve dostumun olmadığı doğru değildir, Türk Milleti benim en büyük dostumdur.”
Eğer Atatürk kitabın tamamına yanıt vermek isteseydi, herhalde en az o kitap kadar daha yazması gerekirdi. Ancak O, sadece yanıtlanmaya değer noktaları öne çıkararak yazmıştı.
Armstrong kitabının 199. Sayfasında ise, belki de hiç istemeden doğru bir cümle kurmuştu:
“Mustafa Kemal’in elindeki tek koz, kendi yeteneği ve kişiliğinden ibaretti.”
Yapılmış Yorumlar (1)
Harika bir konuyu işlemişsin Sevgili Levent. Ulu Önderimizi sevmek için çok, üzülmek için tek sebep var. Sevmemiz için sadece Misal-ı Milli sınırları içerisinde Türkiye Cumhuriyet'ini kurmuş olması yeterli. Üzüldüğümüz ise misyonunu daha ileri safhalara ulaştıramadan genç yaşta vefat etmesi. Ellerine, kalemine, yüreğine sağlık Kardeşim.