Çok renkli bir gezegenimiz var. Bünyesinde çeşit çeşit insan, dil, kültür, inanç, gelenek, coğrafya gibi daha birçok özellik barındıran Dünyamız, bu çeşitliliği ve renk yelpazesini, yaşamına izin verdiği diğer insanlarının görüş ve beğenisine de sunuyor. Yaşadığımız sınırların dışına çıkıp baktığımızda bu farkı hemen anlayabiliyoruz. Örneğin batıya doğru şöyle bir yol aldığımızda daha modern, daha dışa dönük, daha eğlenceli, daha hareketli, daha renkli bir yarım küreyle karşılaşırken, doğuya doğru döndüğümüzde daha durağan, daha sakin, daha içe kapalı, daha donuk, daha muhafazakâr, daha klasik bir atmosferle karşılaşabiliyoruz. Kanımca bunun en büyük nedeni “Coğrafya” faktörü olsa gerek.
Atlası alıp önümüze koyduğumuzda; batı yarımkürenin, insanlarına, görece daha düz, her yöne rahatça ulaşabilme, iletişim, etkileşim olanaklarını fazlasıyla sağlarken, doğru coğrafyasının ise yerlilerine daha sert, dağlık, ulaşıma engel ve daha kıt bir iletişim, etkileşim olanağı sunduğu görülür. “Doğu’dan” kast edilenin çoğunlukla Asya Kıta’sında yer alan ülkeler olduğunu da hemen hatırlatalım.
Bugünkü durağımız Asya’nın küçücük ülkelerinden biri. Himalaya Dağları’nın eteklerinde yer alan, Çin ile Hindistan arasına sıkışıp kalmış haliyle, adeta “Coğrafya kaderdir” sözünü doğrularcasına yaşam savaşı veren Nepal. Dünyanın yoğun günlük temposu arasında sesi soluğu çıkmayan, yakınına gidilmedikçe tanınması, bilinmesi mümkün olmayan, adeta bir bulmaca olan Nepal.
Ortada Machapuchra Tepesi, solda ve sağda Annapurna I ve Annapurna II Zirveleri
Başkent Katmandu’nun dışa açılan kapısı, Uluslararası Tribhuvan Havaalanına inildiğinde, insan o zamana kadar sınır geçişlerine dair tüm bildiklerini unutur. Orada ne bitmek tükenmek bilmez x-ray cihazlarından ne de kapı detektörlerinden geçmek vardır, ne de o can sıkıcı güvenlik önlemleri. Pasaportunuza giriş damgası vurulduktan sonra elinizi kolunuzu sallaya sallaya valizinizi alır, yan kapıdan çıkar, gidersiniz. Ortalarda, elinde taşınabilir bir el detektörüyle, giyiminden güvenlik görevlisi olduğu anlaşılan birisi dolanır ama o da kimseyi üzmez, sempatik tavırlarıyla etrafa gülücükler saçar.
Bu şaşkınlıkla havaalanı önünde bekleşirken, ellerinde renkli krizantem çiçeklerinden yapılmış kolyeler taşıyan bayanlar yaklaşır, birini boynunuza takar ve Asya insanının o kendine özgü yüz ifadesi ve vücut diliyle “Hoş geldiniz” der. Ve siz de o anda Nepal’e geldiğinizi fark edersiniz.
Katmandu sokaklarında Nepalli kadınlar
Nepal, ezber bozan bir ülkedir. Gelişmiş ülkelerde görmeye alışık olduğumuz o “kentleşme”, “sosyal hayat”, “devletin varlığı” gibi modern yaşamın doğal görüntülerinin hiçbirine rastlanmaz. Kentlerde tertip düzen yoktur. Temizlik, hijyen, çevre sağlığı yoktur, nizam, intizam yoktur. Etrafa bakıldığında ortada devletin varlığını kanıtlar somut izler bulmak neredeyse imkansızdır. Herkes kendi başının çaresine bakar. Kendi çabasıyla ayakta kalmaya çalışır. Bulabildiği uygun bir yerde yere tezgahını açar, ne bulduysa, paraya çevrilebilecek neyi varsa, ne üretebilmişse getirip, satıp hayatını sürdürmeye çalışır. Bunun başat nedeni, devlette hâkim rüşvet, yolsuzluk ve suistimal geleneğidir.
Pazar yeri
Kasap
Bir işportacı
Devlet gelirlerinin halk ve yaşam üzerinde hiçbir katkısı yoktur. Trafik düzeni diye bir şey de yoktur. Son derece kalitesiz yakıtlarla çalışan binlerce motor, havaya yoğun egzoz gazı salar. Bundan dolayıdır ki büyük kentlerde hava devamlı kirli ve pusludur. Hava kirliliğinin bir diğer nedeni de günün her saatinde devamlı yakılan ölülerdir. Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz. Akşam evinize dönüp burnunuzu temizlediğinizde, mendilinize yoğun kurum dökülmesine şaşmamanız gerekir.
Yollar toz toprak içindedir, direklerden sarkan düzensiz ve yoğun elektrik kabloları hem insan yaşamı için tehlike saçar, hem de devletin halka sağladığı alt yapı hakkında ziyaretçilere ip ucu verir. Nepal için çizilen bu olumsuz tabloya 2015 yılında yaşanan ve büyük yıkım getiren deprem faciası da eklendiğinde durum daha iyi anlaşılır.
Deprem sonrası ayakta tutulmaya çalışılan binalar
Buraya kadar çizilen tablo biraz karamsar olabilir ama Nepal’de “yok”ların yanında “var”ları da saymak gerekir.
Nepal’in doğası bir harikadır. Nepal, Dünya’nın en yüksek ve ihtişamlı sıradağlarını barındırır. Zirve noktası Everest birçok dağcıyı adeta kendisine çeker. Bu imkân ona dağ turizmi pazarlamasını da sağlar. Başkent Katmandu’da özellikle dağ sporlarına yönelik çok çeşit ve sayıda spor mağazası bulunur.
Himalayalar’ın eteklerindeki akarsular rafting sporu için çok elverişlidir. Nepalli rehberler eşliğinde adrenalini yüksek, yarışma tadında geziler yapmak mümkündür. Yine Himalayalar’ın eteklerindeki Chitwan Milli Parkı’nda isteyenler, ormanın derin sessizliğini doyasıya dinleyip, yoğun kent ve iş yaşamının gerginliğini üzerlerinden atma şansına sahip olurlar. Bu parklarda arzu edildiğinde, güvenli barakalarda gecelenip, vahşi hayvanların gece saatlerinde civardan geçişleri gözlemlenebilir. Ayrıca ormanda fil safarisi ve sakin sularda altı düz teknelerle gezi yapmak keyifli seçenekler arasında yer alır.
Fil safarisi
Kano keyfi
Phewa Gölü / Pokhara
Nepal’in oymacılık sanatına doyum olmaz. Özellikle Bakhtabur kentindeki el yapımı eserler görülmeye değerdir. Belki de Nepal’den ve Nepallilerden hiç beklenmeyen bir sanattır bu. Nepal’de Pokhara kentinde doğanın birbirine iki zıt coğrafi engebesi bir arada bulunur. Bir tarafta muhteşem görüntüsü ve içindeki renkli kayıklarıyla Phewa Gölü, diğer tarafta Sarangot’ta, Dünya’nın 8 bin metreyi geçen 10 zirvesinden ikisi, “Annapurna”lar yer alır. Sabahın ilk ışıkları Annapurna’ların zirvelerine vurduğunda insan Dünyaya tepeden baktığını hisseder, adeta bir ayrıcalıktır bu.
El oyması pencereler
Bakhtapur’da El Oyması Pencere
Nepal’de el sanatları
Tabii ki Nepal demek, Everest demekle eş anlamlıdır. Onu yakından görmek, Dünyanın çatısına çıplak gözle bakabilmek orayı ziyaret eden herkesin ortak hedefidir. Ne var ki hava koşulları, küçük bir uçağın Everest Zirvesi etrafında birkaç tur atıp ziyaretçilerin görüntü almasına çoğu zaman engel olur. Bize de engel olduğu gibi. Birkaç kez uçuşumuz ertelenmesine rağmen, maalesef bu amacımıza ulaşamadık. Everest’i görmeden dönmek, Nepal gezisini yarıda bırakmak demektir.
Nepal’de her yıl bir festival gerçekleştirilir. “Hollyfest”. Bizdeki Nevruz’un oradaki karşılığı denebilir. Yani “Baharın gelişi”. Sokakta yürüyen herkesin -birbirini tanısın ya da tanımasın- önüne gelenin başından aşağı boca edeceği renkli boyalarla başlayan ve gün boyu devam eden bir halk bayramıdır. Bayramın en can sıkıcı yanı, bu boyaların ciltten ve giysilerden çok zor ayrılmasıdır. O nedenle sokağa çıkanlar gözden çıkarabilecekleri giysileriyle bulunurlar. Ancak insanların bir günlüğüne de olsa, tüm davranış kalıplarını bir kenara bırakarak herkesle kaynaşıp, çocuklar gibi eğlenmesi yaşanmaya değer bir zaman dilimidir.
Nepalli bir öğrenci
Asya’nın, özelinde Nepal’in şahsına münhasır bir mutfağı vardır. 25 adet baharatın karıştırılıp aynı yemeğe katıldığı düşünüldüğünde, ortaya çıkan ürünün nasıl bir damak zevki sunduğu merak edilebilir. Bizde şöyle bir gelip geçen “yemeğe sarımsak katma kültürü”nün, bırakalım yemeyi, lokantaya girmeyi engelleyecek derecede yoğunluğu söz konusu olunca, özellikle baharat alerjisi olanlar için bu durum pek iç açıcı gelmeyebilir. Bana “Ne yedin?” diye sorsanız, bol kahvaltı ve meyve ağırlıklı bir menü şeklinde yanıtlarım. Hatta bir keresinde “Pizzacıya gidilecek” dendiğinde çok sevinmiş ancak ona da bol sarımsak eklendiğini öğrenince keyfim kaçmıştı.
Nepal’in göze çarpan bir başka yönü de askerleridir. Evet, yanlış duymadınız, askerleri. Ordudaki disiplin zafiyetini belirtmek için kullanılan ironik “Gurka Askeri” benzetmesi aslında tam ters bir anlam içerir Nepal’de. Nepalli bir halk olan Gurkaların savaşlarda kahramanca dövüştükleri bilindiğinden, bu nokta emperyal güçler tarafından hemen istismar edilir. İngiltere, kendisi için savaşacak bu askerlere ayrıcalık tanıyacağını ilan edince, ülkesindeki olumsuz koşullardan kurtulmak isteyen çok sayıdaki Gurka bu çağrıya uyar. Sonuç olarak Gurka Askeri, İngiltere Hükümetinin sağladığı ayrıcalıklara kavuşmuş, kendisinin ve ailesinin yaşam standartlarını yükseltmiş olur. Eğer vaz geçerse tüm haklarını kaybedip yine eski sefil günlerine dönecektir. Ait olduğu toplumda aradığını bulamayan, devleti tarafından sahip çıkılmayan bir insanın, yaşamını sürdürmesi için başkaları adına savaşmaya hazır olması acı olduğu kadar incitici bir durumdur.
Nepal’de farklı inanç sistemleri yaşanır. Ülkede Budist ve Hindular yan yana yaşarlar. Her ne kadar Tibetli olarak biliniyorsa da Budizmin kurucusu Buda aslında Nepal doğumludur. Bu anlamda ülkede çok sayıda Pagoda ya da Stupa (Budist Tapınakları) bulunur.
World Peace Pagoda
Pagodaların en bilineni “World Peace Pagoda” dır. Konuklar buraya çıkarak tüm Dünyaya barış dilerler. Güney Asya’nın en büyük Budist Tapınağı Budhanath’ın mandalasında yer alan ve dört yöne bakan Buda’nın gözleri, günlük yaşamını sürdüren Nepallileri “birileri tarafından devamlı izleniyormuş” gibi rahatsız ediyor mu bilinmez. Ancak en güzel giysilerini giyip, en güzel yemeklerini yapıp Buda’ya sunmak için tapınağa gelen Nepallilerin hallerinden çok memnun oldukları söylenebilir. Hindu inancına mensup olanların da kendi tapınakları mevcuttur. Bunların içinde en başat olanı Pashupatinath’dır. Özellikle Bhaktapur kentindeki tapınaklar 2015 depreminden dolayı ağır hasarlıdır. Bu tapınaklar, insan gücüyle, sağdan soldan yapılan ahşap desteklerle ayakta tutulmaya çalışılır. Olur olmaz yerlere yapılan “tapınaklar” inancın ulvi ve kutsal yönünü oldukça incitiyor dersek yanılmış olmayız. Zira araçların ve yayaların yoğun hareket ettiği bir yol üzerinde, yere açılan bir çukur içine konan küçük bir heykelin oluşturduğu alanın nasıl “tapınak” olarak kabul edildiği izaha muhtaç bir konudur.
Her iki inanç sistemi de karışık kural ve ritüeller içerir. Özellikle Hindu inancındaki tanrılar milyonlarla ifade edildiğinde konu içinden çıkılmaz hale gelir. Ancak Hinduizm’i “Evrene Dönüş”, Budizm’i de “Ruhen ve zihnen arınma” şeklinde basitçe özetlemek mümkündür. Her iki inanç sistemine mensup kişilerin -ki bunlar arasında fakir ve muhtaç olanlar çoğunluktadır- zaten ellerine geçen son derece sınırlı miktardaki parayı götürüp tapınaklara bağışlamasını, üretip katma değer sağlamak yerine, günün büyük çoğunluğunu buralarda geçirmesini anlamak zordur. Ne olursa olsun, tüm inançlar saygıyı fazlasıyla da hak eder.
Budist Tapınağına sunak için gelen Nepalliler
Hindu inancında bir insanın evrenden geldiği, öldüğünde de tekrar evrene döndürülmesi gerektiği noktasından hareketle yakılması ilginç bir görüntü oluşturur. Hinduların çok kutsal saydığı Pashupatinath Tapınağı bu amaçla kullanılır ve günün her saatinde birileri mutlaka yakılır. Bu törende yerine getirilen ritüeller normal bir insanın içini acıtır. Ölen kişi bir baba ise, yakma görevi en büyük oğluna düşer. “Babasını yakmak istememe” ile “inancın gereğini yapma zorunluluğu” arasına sıkışan gencin çığlık çığlığa ağlamaları izleyenleri çok üzer. Ancak yapacak bir şey yoktur, yakınlarının yardımıyla da olsa gereği yerine getirilir.
Pashupatinath’da ölü yakma ritüeli
Yolda bir Budist Tapınağı
Yanan cesetten geriye kalan küller ise yakından geçen ve Ganj nehrinin küçük bir kolu olduğuna inanılan bir suya karıştırılır ve cenazenin evrene döndürüldüğü varsayılır. Bu sırada etrafa hiç koku yayılmaz ancak havaya çok yoğun bir sis bulutu çöker ve bu bulut adeta ülkenin ayrılmaz bir parçasıdır. Ölüler yakıldıkça, motorlarda kalitesiz yakıtlar tüketildikçe Katmandu kent halkı devamlı pis hava solur. Öyle ki, uçaklar ülkeden ayrılırken, Nepal hava sahasını terk edene kadar havadaki pusun içinde yol alır. Hindistan’da da aynı koşullar söz konusu olduğundan, Hint Okyanusuna açılana kadar bölgede temiz ve berrak bir hava görmek olası değildir.
Hediyelik Dua Çanları
Nepal topraklarına ayak basan bir kişinin ilk öğreneceği sözcük “Namaste”dir. “Merhaba” anlamına gelir. Sanskritçe gibi karmaşık bir dili öğrenmenin imkansızlığı göz önüne alındığında, bir Nepalli ile gelen bir konuğun en kısa iletişim yolu “Namaste”den geçer. Her şeye rağmen Nepal ilginç bir ülkedir. Kalabalık Katmandu kentinde özellikle gece saatlerinde, turistlerin yoğun olarak bulunduğu o daracık sokakların dumanlı ve salaş görüntüsünün, ülkenin mistik havasının ve aralarına karışınca sanki onlardan biri olacakmışçasına, kimselerin arayıp da bulamayacağı gibi bir güven duygusunun, insanı farkında olmadan Nepal’e çeken noktalar olduğu söylenebilir.
Gezimizi tamamlayıp dönüş için tekrar havaalanına geldiğimizde, yüzünde gülücükler açan o görevli bizi tanıyıp, eliyle doğrudan aprona yönlendirerek jest yaptığında, arkamızdan hatırı sayılır birilerinin geldiğini sanmıştık ama kimseler yoktu. Doğrudan pasaport kontrolüne geçtik. Hiç güvenlik kontrolüne girmeden hem de.
Yapılmış Yorumlar (1)
Ellerine, emeğine sağlık Sevgili Kardeşim. Bu anılarla Nepal’i bizlere tanıtmanın yanısıra; o ülkeye sempati beslememize de yol açan yazını keyifle okudum. Naif, kibar ve akıcı yazım tarzın, bana “keşke turistik anı ve tanımlar içerecek kitabını da bir an evvel yazsa..” dedirtiyor. Hasretle beklediğim o kitabının ilk imzalı müşterisi ben olacağım inşallah. Başarı dileklerimle. Her şey gönlünce olsun.