Bu tarih önemli. Çünkü 2 Nisan 1970 günü yayınlanan Hayat Mecmuasının kapağında, iki çocuğu ile bir Gedizli kadının görüntüsü vardır. Koleksiyonerler bu fotoğrafı özenle sakladılar…
Fotoğraf; 28 Mart gecesi saat 23.00’te Gediz ilçesinde meydana gelen Deprem sonrası çekilmişti.
Neler olmuştu da Hayat mecmuasının ön sayfasında böyle bir fotoğraf yayınlanmıştı? Bizimle ne alakası vardı?
Bakın anlatalım…
Dokuma ustası Mehmet; iş çıkışı Hafize ninenin ilacını almak üzere az sonra kapanacak olan Kaşkaloğlu eczanesine doğru hızlı adımlarla yürüdü. Aynı mahallede oturan Mustafa ise cılız vücudu ile ona yetişmeye çalışıyordu. Sabahtan beri ağrıyan başı için Gripin alacak... O zamanlar yurdum insanı hastalandığında ya aspirin ya da gripin içerdi. Mart kışına rağmen hava da yoğun bir sıcaklık var. Sanki bahar gelmiş de yıldız çiçekleri açıverecekmiş gibiydi. Uzaktan uzağa, dokuma tezgahlarının gürültüsü duyuluyordu.
Kütahya ilçeye gidenler erken döndüler. Merkez 90 km kadar uzakta. Ancak 1100-1200 m arasında değişen dalgalı bir platoda yer aldığı için ulaşım yazın dumandan, kışın yaş ve yağıştan sıkıntılı…
“Murat dağı görünmez kör dumandan
Yar istesem verir mi sor babandan
Bahar geçti yaz geçti kaldık güze
Bizim düğün ne zaman sor anandan”
Pazar yeri dağılmış, geç kalmış birkaç at arabası yorgun ve isteksiz adımlar ile taş döşeli caddede ilerliyordu. Bir evde nişan var. Sarıkızı harmandan sonra gelin edecekler. Türküler söyleniyor.
Adına türküler yazılan Murat Dağı 2312 m yüksekliği ile Gediz’in Akdeniz ve karasal iklimine hükmediyor. Gündüzleri sıcak, geceleri soğuktur. Ama bu gece alışılmış soğuk hava yok.
Kahveler yine dolu. Saat ilerledikçe sokaklar ıssızlaşıyor. Köpekler huzursuz. Gerekli gereksiz havlıyorlar. Kuşlar bir garip. Kümeslerdeki horozlar vakitsiz ötüyor. Gökyüzü aydınlık… Yaz gecesi gibi.
Dokumacı Mehmet Usta, ninenin ilacını unutmadığı için mutlu. Kahveden çıkıp eve yöneliyor.
***
Sonra?
Sonra mı ne oldu?
Türkiye o gece 7.2 şiddetindeki unuttuğu deprem gerçeği ile yüzleşti… 29 Mart 1970 sabahını, bir önceki gecenin mutlu sakin güzelim Gediz’inin iyi kalpli insanlarının acısını anlatmak istemiyorum.
O depreme yardım için ilk ulaşanlardan birileri, bugün “Ne işe yarar ki?” diye varlığına itiraz ettikleri gençlerden oluşan bir İstanbul’dan koşup gelen bir Deniz İzci kafilesi idi. Sonrasında hükümet yetkilileri, yabancı devlet adamları, basın yayın kuruluşları, Gençlik dernekleri ulaşmıştı. Siyaset adamları, ulusal ve uluslararası televizyon kuruluşları, yabancı misyon temsilcileri ve daha nice yardım için koşan pek çok insan gelmişti.
O günlerde Türkiye İzciler Birliği’nde görevli olan Merkez İzcilik Kurulu Başkanı Ali Teoman Ergin; gece yarısı bir toplantı yapmış, gönüllü olan ekibin sabaha karşı Baha Murat Ülker başkanlığında hareket etmelerini organize etmişti.
Bu ekipte anımsayabildiğim kadarı ile Tayfun Saraçlar, Sencer Yaltı, Ömer Ketenoğlu, Kuran Okan gibi tecrübeli deniz izci ekip başları ve ve bir avuç deniz izcisi vardı. On gün görev yapmak üzere hareket ettiler. Kervan yolda düzülür misali ellerinde megafon, nereye gittiklerini duyura duyura kamyonu yol boyu yardım malzemesi göndermek isteyenlerin verdikleri ile doldurdular.
Sadece onlar mı? Hayır. Pek çok kuruluştan gençler geldi deprem bölgesine… Ancak ‘’Dumlupınar 81 Ergin İzci Ocağı’’nın izcileri olan bu ekibin farklı bir özelliği vardı. Bölgeye ilk ulaşanlar arasındaydılar. Malzemeleri yardım dağıtım merkezine teslim edip, güvenli bölgede çadırlarını kurdular, yanlarında kendi getirdikleri kumanya ile ilk yemeklerini yediler. Daha sonra askerlerin ısrarı ile onların karavanasına dahil oldular. Birlikte çalıştılar.
Hizmette gece gündüz ayrımı yapmadan on gün geçirdiler. Henüz o yıllarda genç bir yüzbaşı olan ve komando birlilğinin başında bulunan Yüzbaşı Güner Teleri’nin ve Halet Albay’ın takdirini kazandılar.
Önceleri herkes ‘’Deniz izciliği de ne iş?’’ gibi sorular sordular. O yıllarda boru trampet izciliği yaygındı. Biz buna kısaca “Bayram izciliği” diyorduk. Onlar deniz izciliğini Salacak’ta oluşturulan deniz izci üssünde yapıyor, bando-mızıka izciliği yapanlar ile dalga geçiyorlardı.
Bu çalışma esnasında denizcilikte öğrendikleri işbirliği, yaşamı paylaşma, düğüm ve ilk yardım becerileri, ekip ruhu, verilen görevi yerine getirme, bulunduğu yerden izinsiz ayrılmama gibi prensipleri, bitmez tükenmez enerjileri ile göz doldurduklarını o acılı ortamda fark etmediler.
Ne zaman ki ayrılık günü geldi; Yüzbaşının “Keşke sizin gibi eğitimli, disiplinli yüzlerce genç yetiştirebilseydik” sözü onları kendine getirdi. Bu takdir dolu ifadeler en büyük ödül, izcilerin vatana hizmet parolasının temel taşları idi.
Gediz’den gözyaşları içinde hem ölenlere hem de kalanlara üzülerek ayrıldılar.
Ancak ömürlerinin sonuna kadar yüreklerinin bir parçası hep orada kaldı… Gözlerinde; dumanları tüten yıkıntılar, yaşlıların, ninelerin, ismini saptayamadıkları dünya güzeli küçük bir kızın –ona Sarıkız adını takmışlardı- uyuyormuş gibi yatan cansız bedeninin görüntüsü hiç silinmedi.
Bugün bile sanki her şey dün olmuş gibi belleklerde canlı kaldı. Sarıkızın toprağa verilişinde döktükleri gözyaşlarını, hiçbir karşılık beklemeden ilk buldukları araca dolup, heyecanla yardıma koşan kendileri gibi genç insanlar; yardıma gelen kuruluşları, Güner Yüzbaşıyı, Halet Albayı sabah görev dağılımında geçtikleri tekmil sırasını asla unutmadılar.
O günleri yaşayıp, bugün aramızda olmayanlara rahmet diliyoruz.
Unutamayanlara, her yeni depremde yüreği sızlayıp o günlere dönenlere sabır ve metanet diliyoruz.
Yaşamın bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, her an titreyen topraklar üzerindeki varlıklarının dalgalar ile boğuşmak kadar kolay olmadığını, iyi birer denizci ve izci olmanın pek çok yükümlülüğü olduğunu, görevlerinin sadece denizden adam kurtarma manevrasını bilmekten ibaret olmadığını, bu tür olaylarda da karada da “DAİMA HAZIR” parolasına dikkat ederek yaşam kurtarılabileceğini gösterdiler.
Yaptıkları karşılığında ne bir teşekkür, ne de bir madalya aldılar.
İstanbul’a döndükleri zaman onları olgunlaştıran anılarından; İzci olurken verdikleri söz gereği bir işe yarayabileceklerini anlamış olmaktan, yaşama devam ediyor olmanın o garip ve bazen de rahatsız edici iç huzurundan başka bir şeyleri kalmamıştı…
Bugün bir kısmı aramızda değiller.
Bir kısmı ise hayat denilen büyük girdabın içinde kim bilir nerede ve nasıl hayat mücadelesine devam ediyorlar…
***
*Gediz depreminde resmi açıklamalara göre toplam 1086 ölü ve 1258 yaralı tespit edilmişti. Oysa yıkılan veya hasarlı bina sayısı 16 bin civarındaydı. Bütün yerli ve yabancı uzmanlar; “Eğer binalar deprem yönetmeliğine uygun yapılsaydı hafif çatlaklarla atlatılabilirdi…” teşhisinde ortak bir görüşe vardılar. Türkiye aralıklarla birçok deprem yaşadı. Benzeri manzaralar tekrarlandı. Deprem gerçeği hep unutuldu. Sanki arazi fakiri bir ülkeymişiz gibi çok katlı binalara politik çıkarlar uğruna izinler verildi. Deprem gerçeği hep bir kader gibi görülmeye devam etti…
Yazı: Taner Tümerdirim
Fotoğraflar: Yelkencinin Gazetesi Arşivi
Grafik: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşu