Kuzey Ege'de kocaman ama biraz mahsun bir yer Gökçeada.
Oysa güneşin batışını en son seyredeceğimiz bu adanın ne hoş bir dokusu var. Karadenizli bir esnafın Rum komşusunu "Kalimera" diye selamladığı sabahdı adayla ilk buluşmam. İçime çektiğim mis gibi kekik kokusu nasıl tılsımlı geldi bana.
Çocukluğumdan beri hiç ait olamadığım bir köy özlemi vardı içimde. İstanbul'da doğup büyümüş biri olarak o özlediğim doğa tadını burada yakalayabileceğimi ilk görüşte anladım.
Sülünü, kekliği ilk defa yakından gördüğüm bu coğrafya, adeta "hoşgeldin" diyordu bana.
Farklı kültürleri içinde sarıp sarmalayarak buluşturan bu ada için küçük bir Türkiye mozaiği bile diyebiliriz. Herkesin bir arada barış içinde yaşadığı Gökçeada farklılıkları kabulüyle bence muhteşem bir örnek oluşturuyor.
Her taraftan tarih kokan Gökçeada' da eski taş evler bazen dile gelip anlatıyor sanki... "Bir zamanlar"diye başlayıp eskilerden dem vuruyor gibi bakıyor size.
Buram buram organik kelimesinin de hakkını veren bir yer Gökçeada...
Zeytini, zeytinyağı, balı,şarabı her biri ayrı bir lezzet sunuyor.
"Şöyle denize nazır bir gün batımında dostlarınızla bir masa etrafında buluşmak mı?" dediniz. O halde doğru adrestesiniz...
Küçük bir balıkçı barınağına sahip olan bu adaya bir marina da çok yakışır. Hatta bu zamana kadar neden bu konu üzerinde çalışılıp bir proje oluşturulmadığını da merak ediyorum doğrusu.
Evet, her köşesiyle ayrı bir cennet olan bu adanın bize bir gün yuva olmasını dileyerek yazımı noktalıyorum.
Bu arada 2023'ün son yazısı oldu bu ay ki Gökçeada yazım. İyisiyle, kötüsüyle bir yılı daha geride bırakırken 2024 yılının hepimize güzellikler getirmesini diliyorum.