Hindistan (1. Bölüm)

Güney Asya’nın kuşkusuz en ilginç ve mistik ülkelerinden birisi de Hindistan. Dünya’da bir milyarı aşan nüfusu, farklı toplumsal ve dini yapılarıyla Hindistan aynı zamanda tarihte birçok devlet, krallık ve imparatorluğa da yurt olmuş, medeniyet oluşturmuş bir coğrafya. Ne var ki bu güzel coğrafyanın havası Hindu inancı gereği yakılan cesetler ve araçlarda kullanılan kalitesiz yakıtların yaydığı dumanlar yüzünden çok kirlenmiş, dahası toplumsal hijyeni tehdit eder bir mahiyet almış.

Kirlilikten devam edelim o zaman. Hindistan gerçekten çok kirli, adeta kirliliği içselleştirmiş bir toplumdur. “Şehir Sarayı” ziyaretimde, ana kapıdan girer girmez sol taraftan burnuma gelen yoğun çiş kokusu üzerine yüksek sesle “Yahu misafir odası böyle mi kokar?” diye söylenmiştim. Ama bu durum Hint toplumu için sıradan bir görüntüydü.

Kirlilikten devam edelim. Hindular her fırsatta kutsal saydıkları sulara giriyor, burada yıkanıyor, temizleniyor, bir anlamda “arınıyorlar”. Temizlenmek tabi ki doğal bir olay ve bir gereksinim. Ama temizlik durgun bir suda yani çıkışı olmayan, dört tarafı çevrili bir havuzda yapılınca orada temizlikten söz etmek olanaksızlaşıyor. Su bir süre sonra hijyen özelliğini kaybediyor, mikrop üretmeye başlıyor. Ama bu durum Hindular için bir sakınca teşkil etmiyor. O haliyle bile “arınma” için kullanmaya devam ediyorlar.

Ganj Nehri bilindiği gibi Hindular için çok kutsal bir doğal kaynak. Hindu inancına göre suyu hiç kirlenmez, devamlı temizdir. Nehir kıyısında Hinduların temizlenmesi için basamaklar (Ghat) inşa edilmiş, insanların kıyıya inişleri kolaylaştırılmış. Buraya gelen bir Hindu giysilerini basamağa bırakarak suya girer, Hindu inanç ritüellerini yerine getirir. Bedenini suya sokar, suyla gargara yapar, ağzını temizler. Hemen yan tarafında da başka bir Hindu aynı suda ayağını yıkamaktadır.

Ganj Nehri’nde temizlenen bir Hintli

Dahası kırk metre ileride yarısı yanmış cesetler suya karışmaktadır. Ama bunların hiçbiri o suyun temizliğine halel getirmez. Hindu hiç istifini bozmadan arınmaya devam eder.

Ganj Nehri kıyısı. Arka planda yakılan ölüler. Onları izleyen konuklar ve güvercinler.

Sonuçta, bir Hintliye bunun insan sağlığı açısından son derece sakıncalı bir durum olduğu hatta insanı ölüme bile götürebileceği, neden insanlara bir şey olmadığı sorulduğunda “Hintliler bu duruma bağışıklık kazanmışlardır” şeklinde yanıt alınır.

Ganj Nehri, Aarti Ayinlerine de ev sahipliği yapar. Akşamüstü nehrin kıyısında hareketlilik başlar. Hazırlanmış özel bir platform üzerinde genç Brahmanlar rehberliğinde icra edilen ve saatler süren bu ayinde kutsal Ganj Nehrine olan saygı ve minnet duyguları tazelenir, yinelenir. İnsan bu manzarayı izlerken, bu görüntülerin sabah akşam aksatılmadan tekrar edildiğini de düşünerek, üretmek ve kalkınmakla mükellef olan bir toplumun enerjisini bu şekilde saatlerce dini ritüellerle harcamasının anlamsızlığını düşünmeden de edemez. Bu arada içinden dilek tutanlar, ellerindeki üzerinde mum yanan çiçekleri suya bırakır, ağır ağır uzaklaşmalarını izlerler.

Genç Brahmanlar ‘’Aarti Ayini’’ni yönetiyor.

 

Umuda yüzen çiçekler

Bizde hep kullanılagelen “Hint fakiri” deyimi aslında bildiğimiz fakiri değil, -bana göre- Dünya yaşamından elini eteğini çekmiş, ölmeyi bekleyen, öldükten sonra Dünya’ya daha üst bir sınıf üyesi olarak geleceğine inanan ve önündeki bardağa atılan parayla kalan yaşamını sürdürmeye çalışan kişileri tanımlıyor. Adeta boşa harcanan zaman, boşu boşuna geçen bir ömür.  

Hint fakirleri

“Bulunmaz Hint Kumaşı” sözünü biz kendini biraz fazla üstün gören kişiler için kinaye amaçlı olarak kullanırız. Oysa bu sözün Hindistan’da anlamlı bir karşılığı vardır. Sömürge döneminde Hintli ustaların elle dokudukları kumaşları İngilizler ülkelerinde makineyle dokumalarına rağmen aynı kaliteyi tutturamamışlar, malı pazarlayamayınca da çareyi bu işi çok güzel yapan Hintli ustaların parmaklarını kesmekte bulmuşlar. Sonuçta kaliteli Hint kumaşları bulunmaz olmuş. Emperyalizmin mazlum ülkelere reva gördüğü insanlık dışı bu uygulama ne yazık ki etkisiz kalmış. Bugün Hint kumaşlarının güzelliği hala göz kamaştırıcı.

Bulunmaz Hint kumaşları

Jaipur, bir zamanlar kente gelecek bir sömürge prensi nedeniyle hemen her yeri pembeye boyandığından “Pembe Şehir” olarak da biliniyor. Birçok tarihi ve turistik yapıyı barındırıyor. Kraliyet Sarayı “Hawa Mahal” (City Palace) ise bu kentin neredeyse sembol yapısı. Büyük bir caddeye paralel uzanan ön cephesi, yola bakan hanımların görünmemesi için tamamen kafesli pencerelerle kaplanmış. Yapı ne kadar göz alıcı ise de, yol üzerinde gelen turistlere adeta yalvaran gözlerle ve ısrarla bir şeyler satmaya çalışan Hintli kadınların görüntüsü de o kadar iç burkuyor.

Hawa Mahal

Amber Krallığı döneminde inşa edilen astronomik gözlemevi Jantar Mantar Jaipur’un bir başka mimari harikalarından.

Jantar Mantar gözlemevi

Jaipur kent merkezi dışında yer alan ancak yaklaşılamadığı için ziyaret edilemeyen ve kullanılamayan tarihi yapılardan biri de Acmer Kraliyet Sarayı Jal Mahal. Bir göl yatağına inşa edilen ancak yakınlardaki bir bendin çökmesi sonucu bölgenin sular altında kalmasıyla batık duruma gelen saray yakından geçen yol üzerinden rahatlıkla izlenebiliyor.

Jal Mahal

Yine Jaipur kenti dışında yer alan Amber Kalesi, kraliyet konutlarından biri olarak kullanılmış. Bir tepe üzerine inşa edilen kalenin güvenliği yine etraftaki daha uzak tepeler üzerine kurulmuş bir başka kale tarafından sağlanmış. Halk bu kalenin dışındaki alanlarda yaşamlarını sürdürmüş. Etrafta dikili tek ağaç yokken saray avlularında yemyeşil ağaç ve çiçeklerin yer alması dikkat çekici. Kalenin içi ve yapılar, odalar her türlü mimari sanat işçiliğini barındırır ve yaşamsal konforu sağlarken, etrafta yaşamını sürdürmeye çalışan halkın pek de benzer koşullar içinde bulunmadığını söylemeye gerek yok sanırım. Beni en çok sevindiren nokta ise ziyaret için otobüslerle getirilen okul çocuklarıydı. Zira geçmişi bilmek geleceğe sağlıklı adım atmak demekti.

Amber Kalesi

 

Amber Kalesi içinden bir görünüm

Hava kararınca Amber Sarayı’nın ışıkları yakıldı. Sarayın mistik havasına uygun, gözleri rahatsız etmeyen gizli aydınlatması, gelen ziyaretçilerin o tarihi atmosferi yaşamaları için oluşturulmuş lokantada da kendini gösteriyordu. Her ne kadar Hint mutfağı -benim için- çok aşırı baharat içeren damak zevkleri içeriyordu ise de o akşam buna katlanmaya değerdi.

Amber Kalesi gece görünümü

 

Devam Edecek.

Yorum Yap