KARTVİZİT SANATI
Geçenlerde kütüphanemi karıştırırken ilginç bir kitaba rast geldim.
Osmanlı Kartvizitleri: Hamid Aytaç, M. Halim Özyazıcı ve Arif Hikmet Bey’in Kartvizit ve Hat Örneklerinden Bir Derleme. Yazarı Prof. Dr. Zeki Kuşoğlu.
Şirket içinde soruşturdum; “Hala yönetim kademesinin iş görüşmeleri için basılı kartvizit istiyorlar mı?” sorusunu sordum. Aldığım cevap karşısında şaşırdım. Kartvizit talebi eskisi kadar şiddetli olmasa da devam ediyormuş.
Bir ara dijital kartvizit çıkmıştı, telefonlardan rehber paylaşımları da var ama hala her çağdan tüm kuşakları birleştiren iletişim aracı kartvizitler. Sanırım kartvizitlerin adres ve telefon numarası paylaşmaktan öte bir anlamı var. Şirket logosu ile birlikte kendi ismimizi görmek, bunu tanıştığımız insanlarla paylaşmak ve onların hafızalarında yer almak hoşumuza gidiyor. Eskiden başkalarından alınan kartvizitler albümlerde toplanır, gerektiğinde açıp oradan bakılırdı. Şimdi o ihtiyaç da ortadan kalktı, kartviziti alan çoğunlukla tarayıp telefonuna yüklüyor, orda da yine bizim istediğimizi şekliyle şirket logomuzu ve ismimizi gören olmuyor. Anlamadığım çalışanlarda hala fiziksel kart toplama ve saklama ilginç bir şekilde devam ediyor. Demek ki bir ihtiyaç var. Günümüzde “network” denilen “çevre yapmak” ihtiyacı hala fiziksel kartvizit taşıma ve paylaşmayı sürdürmemizin nedeni olabilir mi?
Benim ilk kartvizit bastırmamın ilave bir sebebi vardı. Patron olan babamın iş hayatımın ilk yıllarında ısrarla benden esirgediği bir masa ve unvan yoksunluğum, amca çocuklarım olan diğer ortaklarım sayesinde “Kontrol Koordinatörü” unvanına sahip olmam ama yine de bir masa edinemeden sürdürdüğüm iş hayatımda dert anlatabilmek için bastırdığım bir tanışma aracı idi. Zira inanın bana patronun oğlu olarak anılmak bir işe yaramadığı gibi aptal yerine konulmanızı da kolaylaştırıyordu. İleride genel müdür olunca zaten elzem olmuştu kartımın olması. Gerçi hiçbir zaman beceremedim, yeteri kadar kart bulundurup karşı tarafla değiş tokuşu! Dijital kartım var mı ondan da emin değilim. Ama galiba bir karekodum var.
Alttaki yazım uzun görünmekle beraber hat yazısı kartvizit örnekleri içerdiği içindir. Yazının sonunda da adı geçen hattatlarımızın Yıldız Holding Koleksiyonunda bulunan eserlerinden bir derleme bulacaksınız. Buyurun tarihten bir gezintiye ve kartvizitlerin geçmişini hatta geleceğini anlamaya…
Kartvizitler yüzyıllardır kullanılıyor; Osmanlı’da ise bu iş bir sanatmış. Buyurun Kuşoğlu Hoca’nın Osmanlı Kartvizitleri kitabını inceleyelim (*).
Osmanlı Kartvizitleri
Kitabın girişinde yayıncısına göre kitabın basımının hikmeti şöyle özetlenmiş:
“Batılı manada ve batı ölçülerinde ilk grafik, kartvizit olsa gerektir. Zira 1850lerde Avrupa’da görülen kartvizit hemen ardından Türkiye’ye gelmiş ve aynı görevi yüklenmiştir. Arkasına hüsnü hattı (Güzel Yazı Sanatı) alınca da Türk’ün elinde bir başka sanat halini almış, “kartvizit sanatı” meydana gelmiştir.
Aslında Türklerin yüzyıllardır yazı sanatı ile yaptıkları, adı konmamış grafik sanatlardan başka bir şey değildi. Eğer bu sanat Müslüman Türk’ün elinde değil de, Hıristiyan Batı’nın sanatkarlarınca yapılmış olsaydı, onu terk etmez ve dünyanın bir numaralı sanatı haline getirirlerdi. Zaten soyut sanat da bir bakıma bizim hat ve ebru sanatımızın bir sentezi değil midir?”
Yazar ise kitabı şöyle tanıtıyor:
“Batıdan aldığımıza bir misal olarak yazımıza konu olarak seçtiğimiz, kelime kökleri Latince olan ve batıda CART DE VISITE olarak bilinen ve dilimize “Kartvizit” (Ziyaretçi Kartı) olarak geçen ve benimsenen uygulamayı gösterebiliriz.
Yazıyı sanat eseri haline getiren ve onu çeşitli şekil ve kompozisyonlara sokan ecdadımız, bu küçük sevimli nesnelere son derece zarif görünüşler kazandırarak, adeta elden ele dolaşan birer minyatür levha özelliği kazandırmışlardır. Üzerindeki yazılara gelince: En az yazı, isim ve soyadından ibarettirler. Teferruatlısının üzerinde Ad ve Soyadın yanı sıra kişinin unvanı, görevi ve adresleri, varsa her iki yerin telefon numaraları vs. bulunmaktadır.
Kartvizitlerin kullanma alanlarına gelince: İlk kullanıldığı yıldan (1850), günümüze kadar büyük farklılıklar göstermemiştir. Ancak telefonun çok yaygın bir haberleşme vasıtası olmasından bu yana önemi daha da artmıştır.
Konumuzun aydınlanması açısından Osmanlı dönemindeki bir kullanım şeklini misal olarak verelim. Eskiden bayramlarda memurların amirlerini ziyaret ettiklerinde (Bilindiği gibi geleneğimizde bayramın ilk iki günü büyükler, amirler evde oturur, kendilerinden yaşça ve rütbece küçük olanların ziyaretlerini beklerler, iade-i ziyaretlerini ise son güne bırakırlardı.) konağın selamlık kısmına alınırlardı. Selamlıkta umumiyetle mermerden beyzi büyük bir masa bulunurdu. Bu masanın üzerinde ise sedef-kakma veya metal-kakma tekniği ile yapılmış küçük bir kutu bulunurmuş. Ziyarete gelen memur veya herhangi kişi yahut kişiler Kartvizitlerini bu kutunun içine bırakırlarmış. Böyle bayram ziyaretlerinde ziyaretçilere, içinde üç kristal kasenin ve ziyaretçi sayısı kadar kaşığın bulunduğu bir tepside iki değişik çeşit tatlı sunulurmuş, misafir canının istediği tatlıdan bir kaşık alır, kullandığı kaşığı ise içinde su bulunan üçüncü kâsenin içine bırakırmış. Daha sonra ev sahibi ile birlikte kahve içilir ve böylece bayram ziyareti sona erermiş. Ziyaretine gelinen Amir ise iade-i ziyaretini son gün yapar, daha önce Kartvizit kutusuna konulan kartlardaki adreslere, memurlarını ziyarete gidermiş. Tabii kendisini ziyaret edenlerin sayısı çok olacağı için, ancak kapılarının önünden araba veya faytonu ile geçerken yanındaki bir kişi ile Kartvizitini yollarmış. Bu da iade-i ziyaret manasına gelirmiş. (Yukarıdaki Kartvizitli ziyaret adabını, bu konuda bilgilerini sorduğum merhum büyüğüm gazeteci yazar Ziyad Ebuzziya Bey nakletti.)
Bu alanda en çok çalışan Arif Hikmet Bey olmuştur. Hattatın kendi elinden çıkmış bine yakın sayıda orijinal Kartvizitlerini Ziya Aydın Bey’in koleksiyonunda bulunmaktadır. Arif Hikmet Bey’e geçmeden önce yine meşhur hattatlarımızdan Mustafa Halim ve Hâmid Aytaç Beyleri belirtmem gerekir. Bu iki hattatımız da Levha, Kitabe, camii kubbe ve kuşak yazılarının yanı sıra yapmış oldukları çeşitli işlerin dışında da çok çok güzel Kartvizitler yazmışlardır.”
Ben çocukluğumda benzeri uygulamaları hatırlıyorum. Bayram ziyaretine gelip bizi evde bulamayanlar apartman kapıcısına kartvizitlerini bırakırlardı. Yine düğün/dernek vesilesiyle kalabalıkta bir hediye getirenler paketin içine kartvizitlerini koyarlardı. Hatta validemin, eşimin de üzerinde sadece isimleri yazılı kartvizitleri vardır ve benzer vesilelerle kullanılır.
Hamit Aytaç’ın Hayatını Prof. Dr. Ali Alparslan Şöyle Anlatıyor:
Türkler’in icadı olan ve XV. yüzyıldan sonra görülmeye başlanan Divani ve Celi Divânî yazılarını, bu yazıların son ustaları kuvvetinde yazan Hâmid, yine Türkler’in icadı olan Rık’a yazısında da son büyük ustamızdır. Bu yazıyı Diyarbakır’da iken Mustafa Akif Tütenk’ten öğrenmiş, Rık’a yazısında yukarıda adını zikrettiğimiz meşhur hattat Halim Özyazıcı’yı yetiştirmiştir. Ayrıca devrimizin kabiliyetli bir Sülüs ve Nesih hattatı olan Mustafa Bekir Pekten de Sülüs yazmış ve icâzetname almıştır. Halen atölyesine gelen gençler, kendisinden istifade etmektedirler.
Hâmid, Irak’lı hattat Hâşim’in de yetişmesinde müessir olmuştur. Şöhreti İslam ülkelerine ulaşan hattatımız olarak İran Şehinşahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin tuğrasını tertip etmiştir.
Yazılarında önceleri asıl adı olan Musa Azmi veya sadece Azmi imzasını kullanmıştır. İstanbul’a geldikten sonra Hamid Müstear adını almış ve yazılarında imza olarak da bunu kullanmaya devam ettiği için bu adla tanınmıştır. 1982’de vefat etmiştir.
Vefatı öncesi benim şöyle bir anım var: Bir ortak arkadaşımız vardı. Sanki araları nahoş olmuşmuş. Benim ısrarımla Hamit beyi hastanede ziyaret etmiş ve benden bahsedince o da bir memnuniyet belirtisi olarak ikimizin adını bir kağıda karalayıp vermiş. Fotoğrafı ektedir.
Hattatın mühim bir tarafı da etiket, mühür ve monogram tertibindeki maharetidir ki bazıları halen atölyesinde bulunmaktadır. Sayısız eserleri arasında mühimleri şunlardır:
Şişli Camii yazıları
Tarabya Camii kubbedeki yazı
Söğütlüçeşme Camii kuşak Fetih Suresi
Moda Camii kuşak Fetih Sûresi
Kartal Camii kuşak Nebe Sûresi
Pendik Camii kapı levhaları
Sultan Hamamı Camii
Hacı Küçük Camii kuşak Nebe Sûresi
Çan Camii (Balıkesir)
Mersin Camii kapı levhaları
Bunlardan başka şahıslara yazdığı birçok levhalar da bugün Türkiye’de ve dışarıda evleri süslemektedir.
Kartvizitleri:
Osman Nuri- Şehremaneti Mektupçusu
Hafız Süleyman Süruri- Fatih Zehirlikuyu Atik Ali Paşa İmamı
İsmail Hakkı- Marif vekaleti ilk tedrisat Müdür-i Umumisi
Mânizade Hafız Hüsnü
Mirliva Emin
Moris Benekyat- Türk Kömür Madenleri Anonim Şirketi Meclisi İdare Azası ve Müdiri
Mustafa Sabri (Şeyhülislâm)
Aktutay Oğlu Hüseyin Hamdi (Marif Vekâleti Orta Tedrisat Mümeyyiz-i Evveli)
İsmail Hakkı (Şehremaneti Kimyageri)
Miralay Kazım (Harbiye Nezareti Seryaveri)
Hattat Hamid (Yazı Yurdu)
Türbedarzade Hafız-ı Sultan Eyyubi Hasan Hulusi Petnehur Kariyesi Eşrafından Müezzin Hoca Halid Efendizade
İsmail Hakkı Yılanlıoğlu
Mehmed Said Bey Müdür-i Am-i Mashalet-ül Cemarik
Doktor Bakteriyolog Mahmud Ekrem Dârülfünûn-ı Osmanî Tıp Fakültesi Bakteriyoloji Asistanı
Cevad Dersaadet Merkez Kumandanı
Hattat Halim Efendi’yi Prof. Dr. Uğur Derman şöyle anlatıyor:
Mustafa Abdülhalim Özyazıcı -aramızdaki ismiyle Halim Hoca- 14 Ocak 1898 (20 Şaban 1315) de İstanbul’un Haseki semtinde doğdu. Esekapu (= İsa Kapısı) iptidaî mektebinden sonra, Gülşen-i Maarif Rüşdiyesine devamla mezun oldu, yazıya karşı merakı da işte orada başladı, bu hususta babası Nalıncı Hacı Cemâl Efendinin teşviki büyüktür. Hamdolsun, hayatta olan üstat hattatımız Hamid, o zamanki ismiyle Musa Azmi Bey, küçük Mustafa Halim’deki istidadı görüp onunla ayrıca meşgul olmaya başladı. Kendisiyle son görüşmemiz olan 10 Eylül 1964 günü, Tıp Tarihi Enstitüsünde, ilk üstadı Hamid Beyin de bulunduğu bir toplantıda, merhumun bunu bertafsil anlatışı ne hazin bir tesadüftür! Bir sene kadar Sanayi-i Nefise Mektebine devam ettikten sonra, Şeyhülislâm Hayri Efendi’nin gayretiyle açılan “Medresetül Hattaîn’e 39 numara ile talebe oldu. Kısa bir müddet, Hasan Rıza Efendi’den sülüs ve nesih yazı öğrendiyse de, hocasının görme kabiliyetini kaybedip ayrılmasıyla Hacı Kamil Efendi’den, sülüs celîsi ve tuğrayı Tuğrakeş Hakkı Bey’den, divaniyi Ferid Bey’den yazarak 26 Eylül 1918 (20 Zilhicce 1336) de mezuniyete hak kazandı. İşte o günlerinde, çok geceler, idare lambası ışığında, yazı çalışarak sabahladığını kendisinden duydum. Hüsnühattan, tarz-ı kadim üzere an’anevî bir icâzetnâmesi yoktur, fakat nice icazetlilere üstat olacak kadar kemale ermiştir.
Mektebi bitirdikten sonra, Dîvan-ı Hümâyûn kaleminde çalıştı. Askerliğini Matbaa-i Askeriye’de hattat olarak yaptı, bu arada Evkaf Matbaasında da vazife aldı. 1924 de Babıâli Caddesine dükkan açtı. Ayrıca, Devlet Matbaasında hattatlığa devam eden Halim Efendi, bu tarihten yeni harflerin kabulüne kadar (1928) durup dinlenmeden yazmıştır: Kartvizit, mühür, kitap başlığı ve her nevi yazı… Öyle ki, otuz kuruşa kartvizit yazılan o devirde, çeşitli yazılardan yüz lira kazandığı günler olurmuş.
Harflerin değişmesiyle, Halim Efendi de, meslek değiştirmek zorunda kalır ve Silivrikapısı haricinde Tepebağ’da boş bir arazi satın alır. Kendi rivayetine göre, burayı bağ yapacağını söyleyince, kapı karşı komşusu Arnavut bahçıvanlar, müstehzi bir eda ile bu toprakta bağ olamayacağını söylemişler. “Halim yapsın da siz görün” diyerek bir girişmiş, yirmi bir dönümlük yerin duvarlarını ailesiyle beraber örüp, on dönümünde üç bin kütüklük bir bağ yapmış ve otuz çeşit kadar üzüm yetiştirmiştir.
Seneler ilerledikçe yazıya olan alaka artmış, tamir ve imar edilen camilerin sanat yazılarımızla süslenmesine başlanınca, Halim Efendi de hatıra gelmiş, hele 1946 (1366 H.) da Güzel Sanatlar Akademisi Hüsnühat hocalığına tayini, onu büsbütün şevke getirmiştir.
Halim Hoca, yaş haddinden emekliye ayrıldığı 1963 yılı Ocak ayına kadar, burada pek çok talebeye yazı öğretmiştir.
Eserlerinden, yeri sabit olanlarını sıralıyorum ki, sanatseverlerimiz yolları düşerse ziyaret ede- bilsinler:
– Beyoğlu’nda, Ağa Camii kuşak yazısı (24 m.).
– Ankara’da Maltepe Camii, kuşak (41 m.), kubbe vesair yazılar.
Rize Camii’nde kuşak, kubbe vesair yazılar.
-İzmir’de Alsancak Ahmet Bey Camii, kuşak, kubbe vesair yazılar.
– Şehremini’de, Fatih Camiinin kuşak vesair yazıları. (Bu cami 1957 de istimlak edilmiştir.)
– Denizli Camii, kuşak (34 m.), kapı üstü ve aşere-i mübeşşere.
– Şişli Camii kubbesi.
-İstanbul’da Sultan Selim Camii kubbesi.
– Azapkapısı Camii kubbe ve levhaları.
-Sultanahmet’te, Sokullu Mehmet Paşa Camii, kubbe, yarım kubbe, kuşak vesair yazıları.
-Fatih’te Bali Paşa Camii kubbesi.
– Mercan’da Örücüler Camii mihrabiye ve kapı üstü (Kadıaskere takliden yazı). Kuzuluk Camii kapı üstü.
-Mahmud Paşa Camiinde Besmele ve Bilal-i Habeşî ismi. Süleymaniye Camii Şadırvan kapılarında tahta oyması yazılar.
– Süleymaniye’de Askeri Matbaa karşısında bir çeşmede “su” ayeti (Mustafa Rakım’ı takliden).
-Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli Camii kapı üstü.
-Edirne’de Selimiye Camii kapı üstü.
-Sultanahmet Camii kapı kubbesi.
Muhtelif camilerde ism-i Celâl, ism-i Nebî, Ciharyâr isimleri. (Bilecik, Menemen, Havza, Bandırma Hacı Ali Efendi camileri v.s.).
– Bazı camilerin kapı perdeleri üzerine yazılar (Bayezid v.s.).
– Pek çok mezar taşı.
-Hususi koleksiyonlarda, mürekkeple yazılmış veya zerendud (altınla yapılmış) levhaları.
2 Eylül 1964de bir trafik kazası sonunda vefat eden Hattat Halim’in vakitsiz irtihali ile asrımızın 3 hat rüknünden biri yıkılmış oldu.
Kartvizit örnekleri:
Bint-i Murad Fehime Sultan
Necibe Akif
Hüseyin Vasıf (Saruhan Mebusu)
Dava Vekili Sadi ve Münir
Tahir Ahmed (Nafia Nezareti Turuk ve Meabir idaresi Mühendislerinden)
Mabeyn-i Hümâyûn-ı Cenabı-ı Mülükâne Baş Kâtibi Rıfat
Doktor Bakteriyolog Mahmud Ekrem Darül Fünun-ı Osmani Tıp Fakültesi Bakteriyoloji Asistanı
Hattat ARİF HİKMET BEY’in hayatı ise yazar tarafından şöyle belirtilmiş:
Arif Hikmet beyin levha halindeki yazıları, hattat Hamid ve Halim efendilerinkine kıyasla yok denecek kadar azdır. Hattatı araştırmadan önceleri birkaç levhasına rastlamıştım. Ancak o zaman konu, ilgi alanımın dışında kaldığı için maalesef fotoğraflarını çekmemiş idim.
Sonradan sorduğum dostlarım ise eserlerinin az olduğunu ve onların da özel koleksiyonlarda olduklarını söylüyorlar. Ancak Arif Hikmet Bey’in yazdıkları kartvizit sayılan ise hiçbir hattatımızla mukayese edilemeyecek derecede fazladır. Ayrıca onun, mektup başlıkları, zarf başlıkları son derece fazladır.
Onun için, belki, mesleği, kartvizit, antetli kağıt ve zarf hattatı olarak takdir denilebilir. Arif Hikmet Bey’in bu özelliği grafik sanatlarımız yönünden incelenmeye değerdir. İstifli yazıları incelendiğinde, onun hayal gücünün son derece zengin, tekniğinin güçlü, elinin çabuk ve pratik, zekası kıvrak biri olduğu görülür.
Burada kısaca grafik sanatların Tanıtma Grafiğine (Reklam Grafiği) temas etmek yerinde olur düşüncesindeyim. Kelime manası çizgi olan grafik, geniş manada her türlü eseri tanıtmak gayesiyle yapılan, afiş, pankart, amblem, gazete, dergi, kitap kapağı ve iç tasarımı, etiket broşür, antetli mektup ve zarf başlıkları, kartvizit v.s. dalları içine alan her şey olarak tarif edilebilir.
Bir başka deyişle grafik sanatları, çağın bütün tekniklerini, matbaa, sinema, bilgisayar gibi kendisine vasıta ederek, halkı bilgilendirmeyi hedefleyen, bir eseri yüzlerce çoğaltarak halka ulaşan bir sanat olarak tarif etmek abartılmış bir tarif değildir. Bilakis grafik sanatların tarifi bir kitabı dolduracak zenginliktedir. Bir başka tarifinde ise teknolojiyi hizmetinde kullanan çağdaş sanatlardan biridir. Veya devri kapanmayacak bir sanattır denilebilir. Bir grafiker olarak kabul edebileceğimiz Arif Hikmet Bey’in doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. Genç yaşta Yugoslavya’dan göç ederek İstanbul’a geldiği ve Enderun’a girdiği İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın “Son Hattatlar” adı eserinin 59. sayfasında belirtilmektedir.
Meşhur hattatlardan Bakkal Arif Efendi’den Sülüs ve Nesih dersleri aldı sonra da Matba-i Amire hattatlığına tayin edildi. Bu görevde birkaç yıl kaldıktan sonra ayrıldı. Heyecanlı bir mizacı olduğu için kısa sürede birkaç işyeri değiştirdi. Bu arada Bâbiâlî’de Kahramanzade hanında bir yazıhane açtı. Burada Levha, kabartma Kartvizit, mühür, damga v.s. için yazılar yazdı. İşte yazımıza konu olan Kartvizitlerinin büyük bir kısmını bu sırada yazdı.
1914 yılında açılan “Medresetül-Hattâtin”e müdür oldu ise de kısa bir zaman sonra oradan da ayrılarak Cağaloğlu’nda adını “Yazı Yurdu” koyduğu yerde yine Levha, Kartvizit, Mühür v.s. yazıları yazmağa başladı. Dört yıl sonra yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak genç yaşta vefat etti. Cenazesi Koca Mustafa Paşa Camii haziresine defnedildi.
Ölümünü müteakip Tasviri Efkar gazetesinde Hattat Arif Hikmet Bey hakkında sitayişle bahis edilerek “kabiliyetli olmasına rağmen takdir edilmediği” Hattı Sümbüli diye isimlendirdiği yeni bir yazı karakteri bulduğu, genç yaşta vefat etmesinin Hat sanatımız için büyük kayıp olduğu belirtilmiştir.
Kartvizitleri:
Şehzade Devletli Necabetlü Mehmet Selim Efendi Hazretlerinin Yaveri Mülazım-ı Evvel Mustafa Nuri
Doktor Osman Oğuz (Bakteriyolog Emrâz-ı Dahiliye Mütehassızı
Sadeddin Milli Mensucat Anonim Şirketi Müdiri
Salih Sulhi Kütahya Encümen-i Daimi-i Liva Azasından
Ati Tatlıcısı Beyoğlu Cadde-i Kebir Numara 189
Selahaddin Beşiktaş İttihad ve Terakki Sultanisi Müdiri
Hafız Recep Raci İstanbul Emniyet Müfettişliği İstitlâat Memuru
İsmail Adil (Adalar Kaymakamı)
Kaymakam Ali Zati Yaralı Zabitan Yurdu Müdiri- Nişantaşı
Ahmed Hamdi (Erkan-ı Harbiye Mirlivalığından Mütekaid)
Mayıncı Mehmet Refik (Bahriye Sınıf-ı Harb Mülazımı)
İbrahim Mehmed (Hasanakifzade Kumpanyası Muhasebe Memuru)
Osman Şevket Yağ ve Sabun Ticarethanesi – Ayvalık
Âliye Sultan
AYRICA YAZAR TARAFINDAN KİTABIN SONUNA EKLENEN GÜZEL İSTİFLİ KETEBESİZ KARTVİZİT ÖRNEKLERİ:
Mustafa Muhsin (Üsküp Mekteb-i Sultani Tarih Muâllimi)
Kebir-i iydinizi tebrik ile arz-ı hürmet eylerim efendim. (28 Mart 1927)
Artvin Donliyan Dava Vekili- Ankara
Ahmed Şevket (İkinci Depo Alayı Dördüncü Tabur Hasab Memuru)
Baytar İbrahim Edhem
Bahaeddin
Bayramınızı Kutlarım
Hatırayı İzdivaç (29 Eylül 1927)
Burada kendilerinden bahsettiğimiz meşhur hattatlarımızın ikisinin bizde, Yıldız Holding Koleksiyonu’nda bulunan eserlerinden birkaçını sizin için altta derledim:
Hattat : Hâmid Aytaç (ö. 1982),Müzehhib: İmzasız. Celî Sülüs. Bakara 2/149. ayetten bir bölüm. Metin: Kalallahu teâla fevelli vechike şatre’l-mescidil haram Anlamı: Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. 55 x 122 cm. Tarih:1390.
Bu ayet camilerde imamın durduğu mihrabın üzerine yazılır. Mihrap ayeti diye de meşhur olmuştur.
Hattat : Mustafa Halim Özyazıcı (ö. 1964) .Müzehhib: İmzasız. Celî Taʽlik. Metin: Besmele-i Şerif Okunuşu: Bismillâhirrahmânirrahîm Anlamı: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 33 x 71cm. Tarih: 1384
Hattat : Hâmid Aytaç (ö. 1982). Müzehhib : İmzasız. Celî Taʽlik Metin: Âl-i İmrân 3/159. âyetten bir bölüm. Okunuşu: Fe iza azemte fetevekkel alâllah. Anlamı: Karar verdikten sonra Allah’a tevekkül et! 28 x 72 cm. Tarih: 1379
Yani besmele çekip bir işe karar verdikten sonra Allah’a güveniniz. Yeni bir işe başlamak için Allah’tan İşaret beklemeyin, istişare edin, akıl teranesine koyun sonra da gönlünüze yatarsa yapınız ve sonrasını Allah’a havale ediniz.
Hâmid Aytaç (ö. 1982), “Ülker”, “Murâd”, “Süleymân”.
Üstat Hamid Aytaç’ın vefatından dört ay önce Numune Hastanesi’nde yazmış olduğu bir yazıdır) – 19.01.1982. 17 x 24 cm
KAYNAK:
(*) Kuşoğlu M, Z.(1996), Osmanlı Kartvizitleri, Zafer Yayınları, ss.144.
Murat ÜLKER