Toplumun ve İnsanlığın Ölümü

Toplum ölmez, denir. Ama toplumlar da insanlar gibi yavaş yavaş, içten içe çürüyerek ölebilir. Tıpkı bir ağacın içten kurtlanarak dışarıdan hâlâ yeşil görünmesi gibi... Bugün yaşadığımız çağda insanlık büyük bir dönüşümden geçmesinin yanı sıra, büyük bir kaybı da yaşıyor: ortak ruhunu, kolektif vicdanını, değerlerini ve insanlığını kaybediyor. Kısacası insanlık ölüyor.

Bu ölüm ne bir savaşla geldi, ne bir afetle. Zarifti, al benisi fazlaydı, hatta kimi zaman “özgürlük”, “bireysellik”, “kendi yolunu çizmek” gibi cilalı parlatılmış kelimelerle süslenmişti. Oysa arkasında bıraktığı şey, kendi çıkarının peşinde koşan, bağsız, köksüz, duyarsız bireylerden oluşan bir kalabalıktı. İnsanlığı yaşatan ortak değerler, yerini “ben”e terk ettiğinde, insanlık “biz”i kaybetti.

Bireysellik Özgürlüğün Maskesi mi, Yalnızlığın Temeli mi?

Modern insan bireyselliği yüceltirken, beraberinde bir başka şeyi kaybetti: ait olma duygusunu. Oysa insan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır; kendi benliğini ancak başkalarıyla temas halindeyken inşa edebilir. Jean-Paul Sartre’ın “başkası cehennemdir” sözü sıkça alıntılanır ama o sözde bile başkasının varlığı merkezdedir. Bugünün bireyi ise başkasını değil yalnızca kendisini tanımaktadır.

Artık mahallelerde çocuklar sokakta oynamıyor; birbirinin adını dahi bilmeyen komşular duvarlarla çevrili evlerde yaşıyor. Aile kavramı, “bireysel gelişim” adına parçalanıyor. Herkes kendi ekranında, kendi dünyasında, kendi yankı odasında. Birey özgürleşmedi; yalnızlaştı. Yalnızlaşan insan, kabul gören değerler üzerine ne toplum kurabilir, ne de insan kalabilir.

Değerlerin Yok Olması, Hakikat Yerine Görünürlük

Değerlerin yok olmasına en çok tanıklık ettiğimiz alanlardan biri de iletişimdir. Bir zamanlar, yerinde ve zamanında söylenen bir sözün ağırlığı vardı. Bir insanın onuru, sadakati, dürüstlüğü, merhameti vardı. Günümüzde ise “trend olan” değerlidir; “doğru olan” değil düşüncesi, genel kabul gören kural haline geldi. Dijital mecralarda insan, beğeni ve görünürlük uğruna kendi özünü yok saymakta beis görmüyor.

Aristoteles’in etik üzerine söyledikleri bugün nerede duruyor? İnsan eylemi erdemli olmak içindi bir zamanlar. Bugün eylem, yalnızca haz ve fayda için yapılıyor. Felsefenin temelinde yer alan “iyi nedir?” sorusu, yerini “ne işime yarar?”a bıraktı. Oysa iyi olan, her zaman faydalı olmayabilir; ama insanı insan yapan da çoğu zaman budur.

Toplumun Çöküşü, Ortak Anlamın Kaybı

Toplum; ortak hafıza, ortak dil, ortak değerler ve ortak ritüeller üzerine inşa edilir. Günümüzde bu temel sütunlar hızla aşındırılıyor, değersizleştiriliyor. Kültürel miras "eski", gelenekler "modası geçmiş", değerler ise "bireyi sınırlayan zincirler" gibi görülüyor, gösteriliyor. Ortak anlamın yerini geçici gündemler alıyor.

Fransa’da 68 kuşağının “Yasaklamak yasaktır!” sloganı, özgürlüğü kutsadı. Ancak bu özgürlük anlayışı, zamanla sınır tanımayan bir benmerkezciliğe dönüştü. Bugün “sınır” kelimesi bile neredeyse bir hakaret sayılıyor. Oysa insanın anlamı, bir diğer insana ve topluma karşı kendi sınırlarını bilmesiyle başlar. Ölçüsüz özgürlük kaçınılmaz olarak beraberinde kaosu, değer erozyonunu ve nihayetinde toplumsal çözülmeyi getirir. Bu önüne geçilemez bir gerçeklik ve sonuçtur.

İnsanlığın Ölümü: Empati Eksikliği, Vicdan Kaybı

İnsanı insan yapan en temel özelliklerden biri empati yetisidir. Başkasının acısını yüreğinde hissetmek, onun yerine kendini koyabilmek... Günümüz toplumunda bu duyarlılık giderek yok oluyor. Acı, şiddet, yıkım sıradanlaştı. Haber bültenlerinde onlarca ölüm haberi duyuluyor ama ekran karşısında sadece omuz silkiyoruz. Hatta bu konuların farklı ortamlarda dahi dile getirilmesine tahammül edemiyoruz. Çünkü kendi dünyamızın, kendi fanusumuzun bulutları hep mavi beyaz, hep güneşli. Orada ne yağmura, ne yıldırıma, ne de fırtınaya yer yok. Hep toz pembe, hep günlük güneşlik, keyfiyete, anlık duyguya göre bir yapay hayat.

Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” dediği şey, işte tam da budur. İnsanın içindeki vicdan sesi susturulduğunda, kötülük yalnızca örgütlü şiddetle değil, gündelik umursamazlıkla, kayıtsızlıkla da büyür. İnsanlık, bireyin kendi içindeki insanı unutmasıyla ölür.

Çözüm: Tekrar “İnsan” Olmak

Peki bu ölüm süreci geri döndürülebilir mi?

Çok da iyimser olmamakla beraber belki...

Ama bunun için yeniden ahlâki bir uyanışa, değer temelli bir yeniden yapılanmaya ve en önemlisi de bencillikten fedakârlığa geçişe ihtiyaç var.

Toplum, sadece bireylerin bir araya gelişi değildir. Aynı zamanda birbirine dokunabilen, birlikte düşünebilen, birlikte acı çekip, birlikte sevinç yaşayabilen insanlardan oluşan bir ruh birliğidir. Bu ruhu tekrar inşa etmeden, ne teknolojiyle, ne politikayla, ne de yasayla hiçbir gerçek çözüm üretilemez, üretilmesi mümkün de değildir. Çünkü bu eşyanın tabiatına aykırıdır.

Toplum Yaşarsa İnsanlık Kurtulur

Toplumun ölümü, yalnızca bir sosyolojik çöküş değil; insanın kendi insani niteliğini yitirmesidir. Bugün yeniden düşünmemiz gereken şey; özgürlüğün ne olduğu değil, özgürlüğün ne için olduğudur. Birey olmak, kendi doğamızı inkâr ederek değil; o doğayı toplumsal bir bütünlükle yoğurarak mümkündür.

Kurtuluş, “ben”i “biz”de eritmekte, değerleri yeniden canlandırmakta ve insana insan olduğu için değer vermekte gizlidir. Toplum yaşarsa, insanlık da yaşar. Yoksa geriye kalan, yalnızca birbirinden habersiz ve birbirine yabancılaşmış bir modern kalabalıklar mezarlığıdır.

Ömer Faruk Ertem / Yelkencinin Gazetesi

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yapılmış Yorumlar (1)

Ömer dak
03 Ağustos 2025, 13:30

👏👏 çok dogru tespit ve paylaşım kalemine saglık ömer abim

Yorum Yap