Mutluluk sevgiden başka bir şey değildir. Sevmesini bilen insan mutludur.
Hermann Hesse
İyi ruhlu insanlar yetiştirmek, çok ama çok zor. İnsan hayatının kutsallığı, Allah'ın verdiği canı yine onun alması desturu ne yazık ki çöpe atılmış, atılıyor. Tıpkı karısını parçalara ayırıp pazar arabasıyla çöpe atan adam gibi. Orada çöpe atılan kimdir, sadece karısı mı, onun şahsında kadınlar mı, insanlar mı?
Sadece kadınlar mı ölüyor öldürülüyor bu ülkede? Ne yazık ki hayır. Bu aralar algıda seçicilik nedeniyle tüm toplum vahşice öldürülen kadınları görüyoruz. Ama ailesinin zoruyla evlendirilmeye çalışıldığı için evlerinden kaçan, sırf bu nedenle hiç tanımadıkları adamların kucaklarına düşen gencecik kızları, onları bulup 'töre' böyle emrediyor denilerek hem de en yakın kan bağı olan babalar, abiler tarafından vahşice öldürülmelerini görmüyoruz, göremiyoruz.
Her kar yağdığında bir hiç için öldürülenleri göremiyoruz. Geçtiğimiz yıllarda kar yağdığında arabasının camına kartopu geldi diye küçücük bir çocuğu kovalayıp ölümüne sebep olan, toplum hizmeti veren 'normal' taksiciyi, daha önceki zamanlarda da dükkanının camına kartopu geldi diye, büyük bir hışımla içerden elinde bıçakla çıkıp kırklı yaşlarda bir gazeteciyi öldüren 'normal' vatandaşları görmüyoruz.
Yıllarca şiddetle büyümüş, eğitilmiş bir toplumun üyeleri olduğumuz gerçeği ne yazık ki görülmüyor. Sadece şuç işleyenleri, canileri görüyoruz.
Ancak bu sistem içinde ne yazık ki hepimiz her an bir cinnet geçirebilir ve katil olabiliriz. Çok kolay. Biri bize yol vermedi diye çıkar bıçaklarız, ya da bıçaklanırız, birisi birisine küfretti diye öldürülebilir.
Bu sadece bizim değil, aslında "uygarlığın" uygar insanın önlenemez bir sorunu. Biz tüm gücümüzle insanları duygudan, güzel şeyler yaparak mutlu olmaktan menederek, onları kariyer, para peşinde koşmaya zorlayarak, sevmeyi bilmeyen insanlar yetiştirerek buna neden oluyoruz.
Yani şiddet sadece kadına yönelik değil. Şiddet her kesimde her kesime yönelik malesef. Bebek daha anne karnında bir şiddet ortamına doğuyor. Ailede başlıyor şiddet. Maddi ve manevi boyutuyla geliyor.
Çocuk sahibi olmanın niceliği değil de niteliği tartışılmadığı sürece, sadece rakamsal verilere bakıldığı sürece de bu durum değişmeyecek ne yazık ki. O çocuklara özgür birer birey gibi davranılmadığı, ebeveynler bu şekilde eğitilmediği, şiddeti de içeren cezanın salık verildiği bir toplumuz.
Eğitim sistemimiz deseniz pek farklı değil o da. Çocukların beyinleri, sınavdan sınava ezberletilen ve sınav bittiği anda uçup gidecek bilgilerle dolu.
Hayatın anlamını kavramış, o çocuklara sevgiyi ve mutluluğu salık verebilecek, yaptığı işi sevgiyle yapacak, yüreği sevgi dolu öğretmenler lazım bize. Hayatımızda kullanacağımız bilgileri verecek. Kalp dolusu sevmeyi, başka birini mutlu ederek mutlu olabilmeyi, insanların farklılıklarının, eksikliklerinin hakaret sebebi, dışlanma sebebi değil de zenginlik sebebi olduğunu öğretebilecek güzel yürekli öğretmenler...
Bizim için henüz çok geç değil. Bir kuşak, sadece bir kuşağı böyle yetiştirebilsek kurtuluruz. O zaman bakın bakalım daha çok neden bahsediyoruz.
Uygarlığın sorunu demiştim ya "uygar" olmayan kültürlere de baktım. Örneğin Malaya yarımadasında yaşayan Semailer. Onlara birlikte yaşamış olan batılı bir antropolog, "dış dünyaya açık oldukları zaman boyunca, sürekli olarak kavga etmekten veya kavga etme riskinden bile kaçıyorlar" diye yazıyor. Semailer çocuklarına veya birbirlerine asla vurmazlar. Malaya dilinde vurmak kelimesi öldürmek anlamına geliyor. Eğer iki kişi ağız kavgası ediyorsa, birbirlerine söyleyecekleri en kötü söz, "hamam böceği" veya buna benzer başka bir sözçük oluyor. Atışma daha ileri gitmiyor, ancak sorunun çözümü için üçüncü bir kişiye başvuruyorlar.
Semailer başka bir insanı mutsuz ederlerse kendilerinin başına bir kaza gelmesi ihtimalinin artacağına inanırlar. Bu düşünce onların tüm koşullar altında her zaman kaçındıkları bir şey. Bu özellikleri Semaileri batılılar tarafından ürkek veya zayıf olarak nitelenmelerine neden olmuştur.
Hindistan'ın yerli orman avcıları Paliyanlar'a göre ise, otoritenin bağımsız olma özelliği, değerli tutulan bir haktır. Eşlerden hiçbiri diğerine emredemez ve cinsiyet veya yaş faktörü ortak çıkmazlarla ilgili konularda hiçbirine bir ayrıcalık hakkı vermez.
Güney Afrika'da yaşayan yerli kabile Buşmanlar'a göre, evlilikte erkeğin ve kadının konumu eşittir. Buna göre ailede bir otorite, emredici, reis yoktur.
İlkel kabileler ne bir çocuğu dövebiliyor ne de birinin dövülmesine seyirci kalabiliyorlardı.
17. yüzyılda yaşamış Cizvit rahip Paul Le Jeune "gençleri eğitme planlarımızı gerçekleştirirken, bu anlayışları bize büyük sorunlar yaratacak" diye yazıyordu. Bu rahip karısını cinsel olarak serbest bıraktığı için Hintli bir adamı azarladığında, Hintli (çocuğunun kendisinden olduğundan emin değildi) rahibe "hiç aklın yok. Siz Fransızlar yalnızca kendi çocuklarınızı seversiniz, ama biz kabilemizin tüm çocuklarını severiz" diyordu.
Acaba kim daha mutlu ve kim daha uygar diye sormadan edemiyorum.
Bizim için henüz çok geç değil.