“Kabotaj Hakkı”, “Denizcilik Ve Kabotaj Bayramı”

Ülkemizde her yıl kutlanan milli ve dini bayramlar dışında, toplumsal farkındalık yaratmak ve vatandaşlık bilincini yükseltmek amacıyla özel günler de kutlanır. Bu özel günleri de “kendi iç dinamiklerimizden doğan” ve “uluslararası kapsamda yer alan” günler olarak gruplandırabiliriz. 

İnternet ortamında basit bir araştırma yaptığımızda, “kendi iç dinamiklerimizden doğan” günler içinde “Veremle Savaş Haftası”, “Yeşilay Haftası”, “Yaşlılara Saygı Haftası”, “Sağlık Haftası”, “Trafik Haftası”, “Çevre Koruma Haftası”, “Kabotaj ve Denizcilik Günü”, “İlk Öğretim Haftası”, “Dil Bayramı”, “Kızılay Haftası”, “Türk Harf Devrimi Haftası”, “Kadın Hakları Günü” ve “Yoksullarla Dayanışma Haftası” gibi toplumu ortak amaçlar etrafında birleştirmeye yönelik belli başlı gün ve haftaları sayabiliriz.

Bakıldığında yüzün üzerinde bir sayıya ulaşan bu gün ve haftaların, içinde yaşadığımız zaman diliminde ne derece kaale alındığı ya da önemsendiği, nasıl bir anlam yüklendiği tartışmaya açık bir konu. Bundan 40-50 sene öncesine kadar coşkuyla kutlanan, üzerlerinde etkinlikler planlanan ve okullarda üzerinde önemle durulan bu özel gün ve haftalar bugün ne yazık ki arzu edilen ölçüde önemsenemiyor, kutlanamıyor. Bunun nedenlerine girmeyeceğiz. Ancak şu sıralar idrak etmekte olduğumuz cumhuriyet kazanımlarından birini gündeme taşıyıp tekrar anımsamayı bir vatandaş olarak görev sayıyoruz. 

Barbaros Hayrettin Paşa “Denizlere hâkim olan cihana hâkim olur” demiş. İnsanoğlu gemiyi yapar yapmaz karadaki seyrini denizlere de taşımış, zaman içinde karadaki üstünlüğünü denizlere de yayarak çevresinde hakimiyet kurmayı hedeflemiş. Denizcilikle yeni kıtalar, yeni zenginlikler keşfetmiş. Bu zenginlikler ona diğer toplum ve devletler karşısında avantaj sağlamış. Böylelikle su yollarını elde tutmayı, o alanlarda üstünlük sağlamayı yaşamsal bir doktrin olarak belirleyerek hedeflerinin ilk sıralarına yerleştirmiş.  

Osmanlı İmparatorluğu da ilk başlarda hakimiyet kurduğu hinterlandı donanmalarıyla korur, ticaretini bu güvene dayalı olarak sağlarken, zaman içinde batının bu konudaki sıçrama hamlelerine gerekli yanıtı veremedi ve geride kaldı. Öyle ki, sonunda kendi öz donanmasını Haliç’e hapsederek çürümeye bile terk edebildi. Bu durum zaten yıkılmaya yüz tutmuş devlet üzerinde hesap yapan emperyalizmin ekmeğine yağ sürdü. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin kendi karasularını kullanma ve üzerinde ticaret yapma imtiyazı “kapitülasyonlar” kapsamında dönemin emperyal ülkelerine kaptırıldı. Bu taviz zaten gelirleri kısıtlı, devamlı dış borç ile ayakta durmaya çalışan Osmanlı hazinesini son derece olumsuz etkilediği gibi ülkenin en önemli gelir kalemlerinden birine de büyük sekte vurdu.


“Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça kalıcı olamaz”

Cumhuriyet henüz ilan edilmeden, Lozan Antlaşması daha imzalanmadan Atatürk tarafından söylenmiş bu sözler, ülkenin ekonomik kolonlarının sağlam temellere oturtulacağının habercisiydi.

İşte bu sağlam temelleri oluşturan yaşamsal “Emir” Lozan görüşmeleri öncesinde gidecek heyete verilmiş, koşullar ne olursa olsun iki konuda asla ödün verilmemesi istenmişti. Bunlardan biri şuydu:

“Kapitülasyonlar kesinlikle kaldırılmalıdır”

“Kapitülasyonların kaldırılması”, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik kalkınmasında en büyük itici güç olacak, böylelikle ülke kaynaklarının tamamının ülke kalkınmasına yönlendirilmesi de sağlanmış olacaktı. 

Emperyalizmin en önemli sömürü yollarından biri olan kapitülasyonlar konusunda Lozan da zaman zaman kesintiye neden olan, karşılıklı restleşmelerle geçen, sinir harbi niteliğinde çetin tartışmalar yaşandı. Deyim yerindeyse yedi düvelin vaz geçmek istemediği sömürü kapitülasyonlarına karşı Türk Heyeti günlerce, aylarca direndi. Ancak “emir” kesindi. Bu zincir kırılmadan bağımsızlıktan söz etmek mümkün olmayacaktı.

Sonunda kazanan Türkiye Cumhuriyeti oldu. Yüzyıllar öncesinde ülkenin ekonomik bedenine geçirilmiş esaret zinciri çıkarılmış, devletin ekonomik kalkınmasını durduracak engellerden birisi kaldırılmıştı.

İşte büyük mücadeleler sonunda kaldırılan bu engel, kendi karasularımız, körfez ve limanlarımızda, su üstünde ya da su altında yapılacak her türlü ticari faaliyetin ve kontrolün yalnızca Türk vatandaşlarına özgü bir hak olduğunu garanti altına alan ve “Kabotaj” olarak adlandırılan haktı.

Lozan'da 1923 tarihinde kaldırılan ve Türkiye’de 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile birlikte her yıl 1 Temmuz günü “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutlanmaya başladı. “O gün tatil olsun, herkes evinde otursun” diye belirlenmiş bir gün değildi elbette. Sadece bu hakkın bir ülkeye ne gibi yaşamsal yararlar sağlayacağını halka hatırlatmak, bu imkânı koşullar ne olursa olsun elde bulundurmak gerektiğinin bilincinde olunmasını sağlamak için belirlenmiş bir gündü.

O halde sorma zamanı. Bugün geldiğimiz noktada “Kabotaj Hakkı”mızı koruyabiliyor muyuz?

Yazı: Levent Dinçer

Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.

Yorum Yap