Evvel zamanların birinde, deniz kenarında tek katlı küçücük bir evde, kendi halinde yalnız yaşayan bir balıkçı varmış. Her zaman gülen yüzüyle, elinden ne gelirse herkesin yardımına koşar, yaşadığı küçük köyde Reis Baba diye anılırmış.
Reis Baba, vaktiyle bir kıza gönül vermiş. Fakir bir balıkçı olduğu için kızın ailesi bu evliliğe razı gelmemiş. Sevdiği kızı da varlıklı bir tüccara vermişler. Aşkının acısıyla oraları terk eden Reis Baba, uzun süre denizlere açılmış. Mavi sularla dertleşmiş. Çağlayan gönlü sakinliğe erdiğinde, deniz kıyısında cennet gibi bir köye yerleşmiş. O sevdiği kızı unutamadığından hiç evlenmemiş…
Sabahın erken vakti, herkes evinde uyurken, O ya nasip der, denize açılır, o günkü nafakasını çıkarırmış. Reis Baba okumayı da çok severmiş. Okudukça bilgeleşmiş, bilgeleştikçe etrafına ışık saçmış. Köyde kim çıkmaza düşse, başı sıkışsa, soluğu Reis Baba’nın yanında alırmış. Kimseyi boş çevirmeden uzun uzun dinler, insanın içini rahatlatan sözleriyle dertlere şifa olurmuş. Reis Baba’nın ışıldayarak bakan gözleri sevgisini yansıtır, insanın yüreğini sıcacık yaparmış. Belki bir somon ekmeği, derme çatma yaşadığı küçük bir kulübesi varmış ama o köyde, çok varlıklı kişilerden bile daha çok saygı görüp, daha çok hatırı sayılırmış.
Reis Baba’nın insanların gönlüne verdiği şifası, yüreklere saçtığı mutluluk, konuşuldukça yayılmış. Bir gün padişah askerlerine emir vermiş.
‘’Duydum ki civar köylerimden birinde bir balıkçı yaşarmış. Her derde çare bulan pek bilge bir zatmış. Çağırın onu buraya bakalım! Hikmeti nereden geliyor?’’ demiş. Padişah buyruğunu alan askerler hemen yola revan olmuşlar.
Padişah koca bir sarayda yaşıyormuş. Hayatta istediği her şeye sahipmiş, bir emriyle bütün dilekleri yerine getirilirmiş… Ama çok mutsuzmuş. Yıllardır ruhunu saran sıkıntıdan, koca kalabalık sarayında hissettiği yalnızlıktan kurtulamamış. Belki çok uzun zamandır içten bir kahkaha bile atmamış. Her yerine getirilen isteğinden sonra çarçabuk sıkılır ve sonunda yeni bir mutsuzluğun pençesine düşermiş.
Kısa bir zaman sonra askerleri Reis Baba’nın saraya getirildiğini haber vermiş.
Padişah ‘’Ne bekliyorsunuz!... Hemen getirin huzuruma’’ demiş.
Padişahın karşısına getirilen Reis Baba, yaka paça neden çağrıldığını da anlayamamış.
‘’Buyurun padişahım. Beni görmek istemişsiniz. Açıkçası bundan onur mu duyayım yoksa hicap mı duyayım? Bilemedim.’’ demiş.
Böyle bir söz karşısında şaşıran padişah:
‘’Elbette ki onur duyacaksın. Hicap duymaktaki kastın nedir?’’ diye kükremiş!
Sevgi dolu gözleriyle padişahın gözlerinin içine bakan Reis Baba, gayet sakin ses tonuyla anlatmaya başlamış.
‘’Ben, kendi halinde yaşayan bir balıkçıyım efendimiz. Hayattaki bütün amacım, şu üç günlük dünyada insanların gönlünde güzel bir iz bırakmak. Askerleriniz sizi padişah çağırıyor deyince benim gibi fakir bir balıkçıyı elbet çok onurlandırdı. Ama bir anda yaka paça önünüze itilince de onurlanan yüreğim bu sefer hicap duydu. Çünkü çağrınızla yüceltilip, önünüze itilerek aşağılandım. Hangi duyguyu hissetmem gerektiğini bilemedim padişahım.’’
Bu sözler karşısında bir süre sessiz kalan padişah, biraz da şaşkın ifadeyle Reis Baba’ya dönmüş ve demiş ki:
‘’Amacım seni hor görmek değil elbette balıkçı… İnsanların gönlüne şifa olan sözlerin olduğunu söylerler. Merak ettim bende. Nasıl bir insanoğludur ki bu, mutluluğun kaynağını nereden bulmuş? Bana da getirsin istedim.’’
Bu söze tatlı bir tebessümle karşılık veren Reis Baba:
‘’Mutluluğun kaynağını dışarıda aramanıza gerek yok padişahım. O zaten içimizdedir.’’ diye cevap vermiş.
Padişah bu aldığı cevaptan hiç tatmin olmamış. Çünkü mutluluğun kaynağı içimde olsa, ben yıllardır neden mutsuz olayım. Bu güçle ben bu kadar mutsuzken, karşımda duran şu fakir balıkçı, nasıl bu kadar hayatından mesut görünüyor, bunun başka bir cevabı olmalı diye düşünmüş.
Tekrar Reis Baba’ya dönen padişah:
‘’Bak balıkçı sana bir gece müddet veriyorum. Düşün taşın bu dediğin kaynağı bana getir.’’ demiş.
Sarayda bir odaya yerleştirilen Reis Baba, önce etraftaki ihtişamı seyreylemiş. Her şey demiş, ne kadar fazla…
Hizmetkarların sayısı, içerideki eşyalar, cariyeler, sunulan yiyecekler, her şeyde abartılı bir ihtişam varmış.Sabaha kadar bunu düşünmüş Reis Baba.. Sabahın ilk ışıklarının yüzüne vurmasıyla "Buldum" demiş.
Vakit geldiğinde tekrar padişahın huzuruna çıkarılan Reis Baba,
‘’Sevgili padişahım… Mutluluğun kaynağını size getireceğim ama sizinde sadece bir günü benimle geçirmeniz gerekiyor.’’ demiş.
Padişah biraz homurdansa da derdine çare bulabilmek için kabul etmiş. Birlikte Reis Baba’nın derme çatma evine gitmişler.
Reis Baba:
‘’Padişahım fakirhaneme hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Kuş tüyünden yatağım yok ama şu tahta döşeğimde sizi rahat uykuya daldıracak sıcacık öykülerim var. Bin bir çeşit sofra kuramam ama yine de sizi doyuracak bir somon ekmeğim, biraz da katığım var.’’ demiş.
Padişah bu virane evde hiç hoşnut olmasa da ‘’Bir gün çabucak geçer. Derdime belki deva bulurum biraz dayanayım’’ diye düşünmüş.
Köy halkından kimse, Reis Baba’nın evde padişah ağırladığını bilmiyormuş. Halkın giydiği giysiler içine bürünen padişah, Reis Baba’yla erkenden uyanıp balığa çıkmış.
Öncelikle, giydiği ağır kaftanlardan sonra üzerindeki tiril tiril giysilerle kendini pek bir rahat hissetmiş. Güneşin doğuşunu, masmavi sulardan izlemenin bu kadar keyifli olabileceğini şimdiye kadar hiç düşünmemiş. Parmağını salladığında önüne koşan uşakları yokmuş. Ama acıkan karnını doyurabileceği, tuttukları balıkları varmış. Hafiften esen rüzgarı yüzünde hissetmek, ciğerlerini mis gibi deniz kokusunu içine çekerek doldurmak pek bir iyi gelmiş padişaha.
Padişahı biraz daha rahatlamış ve keyifli gören Reis Baba, aydınlık tebessümüyle ona dönüp şöyle demiş;
‘’Ben uzun yıllar denizlerde yaşadım padişahım. Ruhumda bir aşk yarası vardı. Önce onunla yüzleştim... Derdimi kabul ettim. Onunla yaşamayı, aşkı farklı güzelliklerde bulmayı öğrendim. Mutluluğun en önem kuralı; içinizde acıları, dertleri biriktirmemektir. Hayatın tedavi edemeyeceği, zamanın geçiremeyeceği hiç bir acı yoktur. O yüzden, içinde biriktirip üstünü örtmek yerine, açığa çıkarıp dertle yüzleşmek en eftal olanıdır.’’
Padişah reis babaya dönmüş ‘’Kimselerle konuşmadan bir başına sıkılmadın mı yalnızlıktan?’’
Reis Baba elinde yeni tuttuğu balığını kabına koyarken derin bir iç çekmiş.
‘’Kendimi yalnız hissetmedim padişahım.’’ demiş. ‘’Bu duygu kişiyle ilgilidir. Bazen etrafımız çok kalabalıkken de yalnız hissedebiliriz.’’
Bu duyguyu aslında sarayda çok yaşamış olan padişah, kafasını sallayarak devam et dercesine onaylamış balıkçıyı. Reis Baba devam etmiş sözlerine…
‘’Okudum ben hep’’ demiş.
‘’Sadece kitapları da değil. Doğayı okudum. Gece karanlığın ardından beliren sabahı, ışığı okudum… Kışın ardından gelen baharı okudum. Bunlar bana ümidi öğretti. Her zorluğun arkasından gelebilecek güzelliği öğretti. Çok acıktığım zaman çabalayıp bulduğum rızık, emeğin karşılıksız kalmayacağını öğretti … Gördüğüm bu alabildiğine mavilikte aşkı okudum. Aşkın bana ait olduğunu, her şeye verebileceğimi öğretti. Sonra karşılaştığım insanlarla paylaştıklarımda, onların gözlerinde sevgiyi okudum.Yüreklere dokununca sevilebileceğimi öğretti. Bir döşek, az yiyecekte, hayatın özünü okudum… Huzurun basitlikte, yalınlıkta olabileceğini öğretti!’’
Reis Baba’nın anlattıklarını büyük bir derinlikle dinleyen padişah, bir taraftan da onu izliyormuş. Apaydınlık tebessümünü, sesindeki yumuşaklığı, gözlerinin nasıl canlı baktığını… ‘’Bu adamda gerçekten bir bilgelik var.’’ diye geçirmiş içinden. Yeterince balıklarını tutup muhabbetlerini ettikten sonra eve doğru ilerlemiş padişahla balıkçı.
Eve girdiklerinde son derece acıkmış olduğunu hissetmiş padişah. Reis Baba, deniz ürünlerinden oluşan güzel bir sofra kurmuş. Padişah ‘’Belki de hayatımın en iştahlı yemeğini yiyorum şu an.’’ diye geçirmiş içinden. Reis Baba’nın anlattığı birbirinden güzel dersler çıkarılacak öykülerle uykuya dalmış. O sert tahtalı döşekte hayatının en derin uykusunu uyumuş.
Sabah uyandıklarında padişah ruhunda derin bir huzur hissettiğinin farkına varmış. Bu kez balıkçı diye değil, Reis Baba diye başlamış söze.
‘’Sanırım bahsettiğin mutluluk kaynağına nasıl ulaşabileceğimi anladım. O bizim içimizde. Çünkü bakış açımızda. Sen bana sadece bakış açımı değiştirip, başka yerden de bakabilmeyi öğrettin. Mutluluğun mevcut şartlarda olmadığını, her şartta mutluluğa erebilmenin insanın kendi içinde olduğunu öğrettin. Nasıl bakarsan o öyle olur. Güzel bakabilmeyi öğrettin. Sana çok teşekkür ederim. Bende senin için bir şeyler yapmak isterim. Dile benden ne dilersen.’’ demiş.
Reis Baba her zamanki gibi sevgi dolu gözleriyle bakarak Padişahım demiş,
‘’Kendi içsel sürecinde mutluluğu arayan birine, rehberlik etmenizi diliyorum.’’ demiş.
Padişah, istese onu hazinelere boğacağını bildiği halde sadece insanlık için bir dilekte bulunan bu yüce gönüllü balıkçının eğilip elini öpmüş ve mutluluğun kaynağını içinde hissederek padişah olarak girdiği bu evden, özgür bir balıkçı ruhuyla yeni dünyasına doğru yola çıkmış…