Yaşlı kıta Afrika’nın ilk insanın beşiği olduğu hep söylene gelir. Buradan da yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmışlardır. Bugün gelinen noktada, aradan yüzbinlerce yıl geçmiş olmasına rağmen insanoğlunun beşiğinde hala rahat yaşayamadığı, daha doğrusu yaşamasına izin verilmediği görülür.
İnsanoğlu bu süre içinde dönüşüme uğramış, sosyalleşmiş, örgütlenmiş, organize olmuş, bir araya gelip devlet halini almışken bir yandan da kendi soyuna karşı anlamsız bir savaş yürütür. “Aç gözlülük” kavramıyla “Paylaşım” vizyonunu yenmiş, “Bölüşelim” yerine “Hepsi benim” anlayışıyla cennet yeryüzünü sorunlar yumağı haline getirmiştir.
Afrika, Dünya’daki altın ve elmas zenginliğinin %95’ni topraklarında barındırmasına karşın, halen Dünya’nın en fakir kıtası olmasıyla herkesi şaşırtır. Yakından bakıldığında bu akıl almaz çelişkinin altında yine insanoğlunun o bitmez tükenmez aç gözlülüğünün yattığı görülür.
Masa Dağından Cape Town
Önceleri Hollandalıların daha sonra da İngilizlerin el attığı Güney Afrika’nın sahil kenti Cape Town, bugün tüm angarya işlerin “yerli” (Siyahlar demeyeceğim, zira renk ayrımcılığı bu yazının konusu değil) halkın omuzlarına bindiği, tüm kirletici işlerin yerli halk tarafından yapıldığı ancak ganimetin yani hasılatın göçmenler tarafından yenildiği bir kent görünümündedir.
Yüzyıllar boyunca uygulanan “Apartheid” (renk ayrımcılığı) politikaları, tek suçu siyah derili olmak olan yerli halkı önceleri iyimser olmaya iterken koşulların dayanılmaz bir hal almasıyla, mesleği avukatlık olan Nelson Mandela isimli bir yerli ortaya çıkar, etrafında örgütlenen Güney Afrika halkıyla birlikte bedelini ödemek pahasına uzun süren bir mücadeleye atılır.
Bugün Güney Afrika; prangalarından kurtulmuş, siyasi haklarını elde etmiş, renk ayrımcılığı politikası terk edilmiş bir görüntü sergilemesine rağmen suların durulduğunu söylemek zordur. Göçmenler kazanımlarını kaybetmeden yaşamlarına devam ederken yerli halk ikinci sınıf insan muamelesi görmeye devam eder.
Nasıl mı?
Cape Town kenti caddelerine bakıldığında, iş yerlerinin tamamına yakını göçmenlere ait iken, yerli halk buralarda çalışan işçi konumundadır. İşinin patronu olan yerli halk ya halk pazarında hediyelik eşya satar, karikatür çizer ya sokaklarda yerel müzikler çalar ya da köşe başlarında yerli dansı gösterisi yapar.
Yerel dans gösterisi yapan çocuklar
Sokak çalgıcıları
Akşam iş saati bitiminde göçmenler spor kıyafetleriyle Lion’s Head tepesi etrafında gezinir, Camps Bay sahillerinde okyanus manzarasına karşı şarabını yudumlarken, yerli halk kente oldukça uzakta yer alan gettolarına döner. O gettolar ki, Dünya Kupası sırasında kente gelen konukların yoldan geçerken görmemeleri için etrafı saç levhalarla çevrilmiş, adeta izole edilmiştir.
Yerli halkın yaşadığı gettolardan bir görünüm
Mekânın gerçek sahiplerini yakından görmek için kentin dışındaki o gettolara gitmek istediğimizde de “hayati tehlike” olduğu söylenir.
Sizi, içine doğduğunuz, ana-baba eviniz, öz malınız, yaşadığınız, tapulu malınız olan evinizden birileri zorla çıkarıp dağ başında bir yerlere bıraktığında neler düşünürdünüz? Sizi bilmem ama ben, bana bunu yapanlar için gerçekten de “hayati tehlike” olabilirdim.
Neyse ki milyarlık yeryüzünde sağduyulu birileri çıkabilmiş, dünyaca ünlü bir grup grafiti sanatçısı toplanıp kente gelmiş, önceleri suç makinesi gençleri barındıran Woodstock isimli bir yerli mahallesinde yer alan tüm evlerin duvarlarını resimle doldurmuşlar; mahalle adeta rengarenk olmuş.
Grafiti sanatçılarının Woodstock Mahallesindeki çalışmalarından biri
Bir zamanlar kimselerin yaklaşmaya bile cesaret edemediği mahalle artık kente gelen konukların uğrak yeri olurken, grafiti sanatçıları da yerli halkı kucaklayıcı, barıştırıcı bir misyon yüklenmiş.
Masa Dağı
Kentin hâkim noktası “Table Mountain”, bilinen adıyla “Masa Dağı”, kenti yukarıdan görmek isteyenler için mükemmel bir fırsattır. Karşıda, uzaklarda denizin ortasında bir karaltı görülür. “Irkçılığa Karşı Direniş ve Eşitlik Mücadelesi”nin sembol ismi Mandela’nın tam 27 yıl boyunca hapis yattığı Robben Island’dır orası.
Robben Island hapishane avlusu
Robben İsland Hapishanesi hücreleri
Her şeyin özgün haliyle yerli yerinde durduğu, hücrelere, kızgın güneş altında mahkumların çalıştırıldığı taş ocaklarına bakınca insanın kendini bir tuhaf hissettiği, adada görevli olan, kendisi de bir zamanlar aynı muameleyi görmüş bir yerlinin olan biteni anlattığında dinleyenlerin başlarının öne düştüğü, hatta bazılarının utancından kendini tutamayarak ağladıkları bir adadır Robben Island.
Cape Town’a gelen bir konuk için “Lion’s Head” olmazsa olmaz noktalardandır. Bazı noktaları biraz güç kullanmayı gerektirse de, tepeyi çevreleyen önceleri patika, sonraları tırmanma noktaları içeren parkur spor meraklıları için bulunmaz bir fırsat olabilir. Zirveye ulaşıldığında, bir kayaya oturup Hint ve Atlas Okyanusu’nun doyumsuz manzarasını, okyanus üzerinde güneşin batışını izlemenin tadına doyum olmaz. Tepenin hemen uzantısındaki “Signal Hill” yamaç paraşütçüleri için ideal bir ortam sunar.
Signal Hill’de paraşütçüler
Masa Dağından. Solda Lion’s Head, uzanımında Signal Hill, uzaklarda Robben Island.
2010 Dünya Kupası eleme maçlarının oynandığı stad. Arkada Signal Hill, en geride Lion’s Head.
Hemen aşağıdaki Camps Bay -ki kentin en varlıklı kişilerinin yaşadığı semttir- içinde kısa bir tur atıldığında, her evin yüksek duvarlarla çevrili olduğu, duvar üstlerine gerilim yüklü içeren tel örgüler konduğu, bu güvenlik sisteminin bir de kameralarla desteklendiği görülür. Buradan, göçmenlerin de olan bitenin farkında oldukları, onlar için de kentte yaşamanın risk içerdiği sonucuna varılabilir.
Cape Town, okyanus kıyısında olmanın avantajını da kullanarak “Köpek Balığı” Turizmi” ile konuklarına adrenalin dolu bir deneyim de yaşatır. Baansbaai kasabasında yer alan dalış okulu tekneleri bu amaçla okyanusa açılır, bu arada denize av kanı dökülerek köpek balıkları hareketlendirilir. Teknede dalış kıyafetleri giyen meraklılar, yan tarafa sabitlenen çelik kafes içine girerek, demir kancalarla atılan yeme gelen köpek balıklarının keskin dişleriyle karşı karşıya kalırlar. Gerçekten de alışkın olmayanlar için yürek hoplatan bir deneyimdir bu. Tahmin edeceğiniz gibi, bu işi organize eden okulun sahibi göçmenler, denize av kanı döken ise yerlilerdir.
Denizin dişleri
Müslüman aileler, Bo-Kaap adı verilen bir mahallede yaşarlar. Kısaca, kölelik döneminden kalan bir mahalledir burası. Gayet bakımlı ve temiz görünen bölgedeki tüm evler rengarenk boyanmış olup Arnavut kaldırımlarıyla mahalle adeta bir masal köyü gibidir.
Müslüman ailelerin yaşadığı mahalle “Bo-Kaap”
Bo-Kaap’da anne-oğul
Cape Town’a yaklaşık 65 Kilometre mesafedeki Grabouw kasabasının en çarpıcı bölgesi ‘’The Elgin Valley” olarak adlandırılan vadidir. Yemyeşil doğası, meyve ağaçları, bisiklet parkuru, göletiyle bir tabiat harikasıdır.
“The Elgin Valley”
Kent yaşamının yoğun temposundan sıkılıp kafa dinlemek isteyenler, vadi içindeki yoğun ağaçlık alan arasına gizlenmiş “Olg Mc Daddy”ye gelirler. Old Mac Daddy, ekonomik ömrünü doldurmuş ve servis dışına çıkarılmış eski karavanları tekrar yenileyip, içlerini farklı tarzlarda tasarlayarak konukların hizmetine sunar. Buraya gelip bir rezervasyon yaptırırsanız, içi boks ringi olarak tasarlanan ya da 1950’lerin evine dönüştürülen bir karavana denk gelmeniz olasıdır. Yatağınız boks ringi ortasındadır ya da kullandığınız tüm ev eşyaları 1950’lerdeki orijinal halleriyle o yıllara özgü modeldeki cihazlardır ve hepsi de faaldir.
“Old Mac Daddy”den bir karavan tasarımı
Bir başka “Old Mac Daddy” karavanı
Yine Cape Town’a yaklaşık 1 saat mesafedeki Franschhoek kasabası, bölgedeki birkaç başat şarap üretim bölgesinden biri olarak bilinir. “Babylonstoren” burada yer alan, önceleri sade bir meyve bahçesi olarak tasarlanmışken, zamanla dev bir şarap üretim çiftliğine dönüşmüş bir tesistir. Son derece bakımlı ve tertemiz üzüm bağlarından elde edilen ürünün şaraba dönüştürülmesiyle yetinilmez, satış bölümünün yan tarafına bir de lokanta inşa edilerek gelen konuklara et-şarap kombinasyonunu deneyimlemeleri -degüstasyon- için ortam hazırlanır. Yani satın alacağınız şarabı sadece şişesini görerek değil, tadını yemekle deneyimleme imkânı sunulur. Yine kolaylıkla tahmin edeceğiniz gibi çiftliğin sahibi bir Hollandalıdır; bağlarda, iş makinalarında, tezgahlarda, temizlik işlerinde çalışanlar ise yerlilerdir.
“Babylonstoren”da üzüm bağları
Babylonstoren çiftliğinde çalışan yerliler
Yorumsuz
Afrika Kıtası’nın en güney ucunda yer alan kent olması itibariyle, Cape Town dendiğinde akla Ümit Burnu gelir. Kıtanın kuzey noktalarından başlayan transAFRİKA karayolunun sonlandığı noktadır Ümit Burnu. Daha ötesi yoktur. Asfalt yol bitip toprak yola sapılır, yol görece evcil hayvanların yaşamlarını sürdürdüğü doğal bir park içinden geçer, üzerinde Ümit Burnu’nun coğrafi koordinatları yer alan ve gelen kişinin kıtanın en güney ucunda bulunduğunu belirten bir levha ile sonlanır. Üzerinde deniz fenerinin yer aldığı tepeye çıkıp okyanusa bakan bir insan, elini uzatsa az ötede yer alan Güney Kutbu’na değeceğini sanır.
Afrika Kıtası’nın sonu
Ümit Burnu
Her şeye, gösterilen hoşgörüye, verilen haklara, yapılan tüm iyileştirmelere rağmen, kuşaktan kuşağa aktarılacak geçmişin yaşanmışlıkları, göçmeni yerli nezdinde hiçbir zaman aklayamayacak. Ancak yine de çarşıda, sokakta yürürken, karşıdan gelen bir yabancıyı, hiçbir şey olmamış gibi, çikolata rengi yüzünde parlayan inci gibi bembeyaz dişleriyle gülümseyip büyük bir içtenlikle, sanki kırk yıllık bir dost gibi selamlayan Afrika’nın gerçek sahibine insan hayranlık duymadan da edemiyor.
Yapılmış Yorumlar (1)
Adeta yerel bir rehbermişsin gibi kaleme aldığın tanıtım ve anlatımın harika. Fotoğraflarla desteklediğin için daha kolay anlaşılıyor. Güney Afrika’ya gitmeyi düşünmüyordum, bundan sonra ise hiç düşünmeyeceğim. Çünkü gitmiş, gezmiş, görmüş gibi oldum Kardeşim. Ellerine emeğine sağlık. Sevgilerimle.