“Kurtuluş Savaşı” ya da “Milli Mücadele”, deyim yerindeyse şahsına münhasır, bu topraklar üzerinde yaşamını sürdüren, dini, dili, kökeni ne olursa olsun herkesin üzerinde mutabık kaldığı, hiç olmazsa ve en azından sonraki nesillere özgür ve bağımsız bir vatan bırakmak hedefiyle ortaya konan bir süreçti.
93 Harbi ile sarsılmış, Balkan Savaşları ile büyük travma yaşamış, Birinci Dünya Savaşı ile en büyük darbeyi yemiş, savaş denen kirli olgunun çok yönlü etkilerini iliklerine kadar hissetmiş bir milletin acaba bir sonraki akıbeti ne olacaktı?
Yaklaşık 40 sene boyunca halk olarak işiniz gücünüz, elinizdeki her şeyi, her türlü imkânı seferber edip devletin emrine vermek olacak, bıkmadan usanmadan çocuk doğurup cepheye göndereceksiniz, aldığınız her nefes sadece yaşamınızı bir süre uzatmaktan başka bir işe yaramayacak, sonunda dönüp dolaşıp geldiğiniz nokta, yok olma-var olma sınırındaki o bıçak sırtı çizgi olacak. Bir anlamda ümitsizlik ve tevekkül içinde başınıza gelecekleri bekleyeceksiniz. Milli Mücadele öncesinde durum tam da buydu.
Devletin üzerine çullananlara karşı, aldığı görevlerle çeşitli cephelerde kahramanca savaşan; ancak atılacak en akılcı adımı, “ordunun kalan kısmını anayurdu, yani Anadolu’yu korumak amacıyla konuşlandırmak” üzerine kurgulayan Mustafa Kemal Atatürk, son görev yeri olan 7’nci Ordu Birliklerini bu hedefe yönelik olarak, düşmana yem etmeden Halep’e, bir başka deyişle Misak-ı Milli sınırına kadar çekerek bir anlamda gelecekteki Anadolu savunması için kuvvet tasarrufu da sağlamış oldu.
Mütareke sonrası devletin sağlıklı devamı için izlenecek yolu belirlemek adına, dönemin İstanbul Hükümeti ve Padişaha yaptığı tüm girişimlerin olumsuz sonuçlanması üzerine beraberindeki az sayıda vatanseverle Anadolu’ya geçti ve Millî Mücadele ateşini yaktı.
40 yıldır savaşmaktan yorulmuş ve her şeyini yitirmiş, olmak ya da olmamak arasındaki o ince çizgi üzerinde yalpalayan ülkenin önünde, döneme hâkim görüş itibariyle izlenecek iki yol vardı: “Güçlü bir ülkenin mandaterliğini kabul etmek” ya da “Bağımsızlık için silahlı mücadeleye yönelmek”. Buna karar verecek olan da doğal olarak dönemin elitleriydi. Bunlar içinde siviller, askerler, gazeteciler, yazarlar, her kademeden insan vardı.
Milli Mücadele öncesi siyaset, savunma, ekonomi ve medyanın kalbi İstanbul’da atıyordu. Anadolu boştu. Mustafa Kemal Atatürk’ün önceleri İstanbul’da şekillendirdiği, “19 Mayıs” ile fiiliyata döktüğü “Kurtuluş” mücadelesi sırasında İstanbul’dakilerin bir kısmı Anadolu’ya akmaya başladı. Bu akışın kimi zamanlarda gönüllü, kimi zamanlarda da kerhen gerçekleştiği söylenebilir.
Milli Mücadele sırasında gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’da bulunan basın ve devlet kadroları içinde, ayağından postalı, sırtından elbiseyi çıkarmadan yıllarca görev yapmış kişilerin ne gibi bir ruh hali içinde bulunduklarını tam olarak bilmek mümkün olamasa da, bunu zaman içinde ortaya koydukları tavır ve düşüncelerden anlayabiliyoruz. İstanbul’da kalanlar zaten saflarını belirlemişlerdi. Bu kişilerden bir kısmı Anadolu’ya geçip, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın çevresinde de yer alarak ve en hassas, en yaşamsal görevler icra ederek, Milli Mücadeleye omuz verdiler. Onlara biraz daha yakından bakalım:
Ali Kemal: Gazeteci, İngiliz Mandasını savunur.
Refii Cevat ULUNAY: Gazeteci, İngiliz Mandasını savunur.
Refik Halit Karay: Yazar. İngiliz mandasını savunur, İstiklal Savaşı aleyhine yazılar yazar.
Ahmet Emin Yalman: Gazeteci. Amerikan mandasını savunur.
Sait Molla: İngiliz ajanı. İngiliz mandasını savunur.
Yahya Kemal: Şair. Amerikan, İngiliz, Fransız fark etmez, mandacılığı savunur.
Vakit Gazetesi: Amerikan mandasını savunur.
Süleyman Nazif: Yazar, Şair. İngiliz mandasını savunur.
Halide Edip Adıvar: Yazar. Amerikan mandasını savunur.
Yunus Nadi: Gazeteci. Amerikan mandasını savunur.
Prof. Necmettin Sadak: Gazeteci. Amerikan mandasını savunur.
Mehmet Nazım Paşa: (Nazım Hikmet’in dedesi) Şair. İngiliz mandasını savunur.
Abdullah Cevdet: Siyasetçi, doktor, şair. İngiliz mandasını savunur.
Sultan Vahdettin: Son Osmanlı Padişahı. İngiliz mandasını savunur.
Damat Ferit Paşa: Başbakan (Sadrazam). İngiliz mandasını savunur.
Mustafa Sabri: İmam, Teali İslam Cemiyeti kurucusu. İngiliz işbirlikçisidir.
İskilipli Atıf Efendi: İmam, Teali İslam Cemiyeti kurucusu, Milli Mücadele Aleyhtarı.
Said-i Kürdi: İslam Teali Cemiyeti kurucusu, Milli Mücadele aleyhtarı.
İsmet İnönü: Gn.Kur.Bşk.,Cephe Komutanı. Amerikan mandasını savunur.
Bekir Sami Kunduh: TBMM İlk Dışişleri Bakanı, Amerikan mandasını savunur.
Kara Vasıf: Karakol Cemiyeti Kurucusu, Amerikan mandasını savunur.
Hüsrev Gerede: Asker, Siyasetçi. Mandayı savunur.
İsmail Hami Bey (Danişmend): Sivas Kongresi İstanbul Delegesi. Mandayı savunur.
Hüseyin Rauf Orbay : “Hamidiye” Kaptanı, Devlet Adamı. Amerikan mandasını savunur.
Ali Fuat Cebesoy : Asker, Devlet Adamı. Amerikan mandasına sıcak bakar.
Refet Bele: Asker, Devlet Adamı. Amerikan mandasına sıcak bakar.
Ahmet İzzet Paşa: Asker, Devlet Adamı. Mandayı savunur.
Ali Saib (URSAVAŞ): Asker, Fransız ajanı ve işbirlikçisi.
Ali Şükrü Bey: TBMM Milletvekili, Saltanat taraftarı.
Ahmet Anzavur: Asker, Milli Mücadele aleyhtarı.
Artin Cemal: Damat Ferit Hükümetinde bakan. İngiliz mandasını savunur.
Çerkez Ethem: Asker. Düzenli orduya katılmayı reddeder.
Divitli Eşref Hoca: İngiliz mandasını savunur.
Dr. Adnan Adıvar: Amerikan mandasını savunur.
Dr. Rıza Nur: Lozan Delegesi. Mustafa Kemal’i devamlı kötüler.
Gönenli Çakır Efe: Teşkilatı Mahsusacı. Padişah taraftarı.
Gümülcineli İsmail Hakkı Bey: Milli Mücadelede Bursa Valisi. Bursa’daki milli direnişi bastırır.
Hüseyin Avni Ulaş: TBMM 2’nci Grup lideri. Amerikan mandasını savunur.
Hüsnü Bey (Hüsnüyadis): İzmir Mutasarrıfı, Yunan işbirlikçisi.
İkinci Grup: TBMM’de yer alan padişah ve saltanat yanlıları.
İsmail Canpulat: İzmir Suikastı sanığı.
İsmail Hakkı (Nalbantoğlu): Asker, gazeteci, padişah ve saltanat taraftarı.
İstanbul Hükümetleri: Genel olarak Milli Mücadele karşıtı.
Kambur İzzet Paşa: Asker, işbirlikçi.
Kazım Dirik: M.Kemal’in askerlikten ayrılması üzerine O’nu terk eder.
Kazım Özalp: Asker. İzmir işgali sırasında İstanbul’a kaçar.
Kazım Karabekir: Asker. Halife taraftarı, Devrim karşıtı, Milli Mücadele için gelen yardımları başka kanallarda kullanır, Musul harekatına katılmak istemez.
Mahmut Hamdi Bey: Asker. İngiliz istihbaratı casusu.
Manavoğlu Nevres: Gazeteci. İngiliz hayranı, Mustafa Kemal hakkında provokasyon yapar.
Mehmet Necati Bey: Erzurum Kongre üyesi, İzmir suikastı sanığı.
Mevlanzade Rıfat: Milli Mücadele düşmanı. İngiliz mandasını savunur.
Miralay Sadık Bey: Asker. Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurucusu, İngiliz ajanı.
Mustafa Sagir: Hint asıllı İngiliz Ajanı. Milli Mücadeleyi yozlaştırmaya, Atatürk’ü öldürmeye çalışır.
Mülazımı evvel Adil: Asker. Milli Mücadele sonlarına doğru Yunanistan’a kaçar.
Namazcılar: İzmir’de Milli Mücadeleyi sekteye uğratmaya çalışırlar.
Nemrut Mustafa Paşa: Asker. Milli Mücadele karşıtı.
Sakallı Nurettin Paşa: Asker. İzmir’in işgaline karşı önlem almaz.
Osman Nuri Kadri Bey: Mutasarrıf. İngiliz ve Yunan işbirlikçisi.
Ömer Fevzi Bey: Erzurum Kong. Deleges. Milli Mücadele Aleyhtarı, 150’lik.
Pomak Hakkı: Yunan işbirlikçisi, Milli Mücadele aleyhtarı.
Rüstü Paşa: Asker. İzmir suikastı sanığı.
Seyit Rıza: Ağa. Asi, Kürtçülük yapar.
Süleyman Sırrı: Menemen Belediye Başkanı, Tarikat üyesi. İngiliz mandasını savunur.
Süleyman Şefik Paşa: Asker, Teşkilatı Mahsusacı. Milli Mücadele karşıtı.
Şeyh Zeynelabidin: Tarikat üyesi. İngiliz mandasını savunur, Teali İslam Cemiyeti üyesi.
Dürrizade Abdullah: Milli Mücadele aleyhine fetva verir.
Terzi Mehmet: İngiliz casusu. Silah depolarının yerini ihbar eder.
Tevfik Paşa: Son Osmanlı Sadrazamı. İngiliz mandasını savunur.
Trablusgarplı Yüzbaşı Tarık Bey: Milli Mücadele sırasında Vahdettin’e hizmet eder.
Yeni Bahçeli Nail: Milli Mücadelenin komutasını Enver Paşa’nın eline alması için çalışır.
Sir Basil Zaharoff: Siyasetçi, silah tüccarı. Yunan işgaline parasal destek sağlar.
Ziya Hurşit: Erzurum Kongresi Delegesi, İzmir suikastı sanığı.
Yukarıdaki kişi ve gruplar, diğerlerine göre daha fazla öne çıkan ve bilinenler arasından seçilerek listelendi. Kaynaklara göz atıldığında, daha onlarca, yüzlerce isim bu listeye eklenebilir. Yakından bakıldığında, Kurtuluş Savaşı’nın komuta kademesinin neredeyse tamamının manda taraftarı olduğu göze çarpar. Mecliste görevli, bakanlık seviyesinde görev yapan kişilerin bile mandacı olduğu gözden kaçmaz. Bazıları Gazi’ye suikast düzenleyip öldürmeyi düşünecek kadar saltanat ve padişah yanlısıdır. Bugün eserleriyle tanınan, bilinen yazarların o dönemlerde mandayı savundukları görülür.
Belli ki, son elli sene içindeki savaşların bir kısmına tanık olmuş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde yetişmiş askeri ve sivil kadroların beyinlerinin arkalarında, güçlü bir ülkenin mandası altına girip yaşamaktan başka seçenek olmadığı kanaati oluşmuştur. 2 numaralı adam İsmet İnönü’nün bile Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı mektupta bunu açıkça belirttiği, “Artık köyümüze dönüp bir çiftçi olarak yaşayalım” şeklinde ümitsiz bir serzenişte bulunduğu bilinir. Bu kişilerin mandacılığı gönülden istedikleri ise tartışmalıdır. Zira çoğu sonradan Millî Mücadele içinde fedakârca görev yapmışlardır. Ancak o dönemin koşullarının, halkın ve devletin tükenmişliğinin, çaresizliğinin, insanların moral ve psikolojik durumlarının onları manda fikrine sıcak bakmaya zorlamış olduğunu düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Ancak nereden bakılırsa bakılsın, Kurtuluş Savaşı’nın mandacılarla kazanılan bir zafer olduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadeleyi işte böyle bir ateş çemberi içinde yürüttü. Etrafının tamamen mandacılar tarafından çevrildiği rahatlıkla ifade edilebilir. Atatürk bir yandan savaş, yönetim kadrosunu ve kitleleri kutsal amaç yolunda harekete geçirip motive etmeye çalışırken, bir yandan da ihanet şebekelerine karşı koyacaktır. Mandayı savunanlar cephelerde kahramanca dövüşecek, ordunun kahramanlıklarını yazmak zorunda kalacak, zamanla bağımsızlığa inanmaya başlayacaklardır.
Hal böyle olunca, bize okullarda öğretilen “Atatürk ve Silah Arkadaşları” tablosu, yukarıda ortaya konan durum karşısında biraz kafa karıştırıyor. Tablo, bir topluluktan ziyade bir kişi ve birkaç adım ötesinde yer alan bir kalabalıktan oluşuyor.
Sivilinin, askerinin, yazarının, gazetecisinin neredeyse tamamının mandacı olduğu bir kadroyla “Bağımsızlık” mücadelesi vermenin zorluklarını da biz değil ancak “Gazi” bilebilir. Bu kadar karanlık bir atmosfer içinde “Bağımsızlık ve Özgürlük” inancını koruyan tek kişinin Atatürk olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk hakkında yazdığı kitabın adını “Tek Adam” koymuştu. Güzel ama sanırım eksik kalan bir başlıktı bu. Bana göre Atatürk “Tek ve Yapayalnız Bir Adam”dı.