Erdemli Toplumun İnşası ve Korunması

Toplumlar tarihleri boyunca bir sorunun cevabını aradılar.  Tüm iktidar değişimlerinin, yapılan devrimlerin ve reformların aradığı bu cevabın sorusu: “Nasıl daha iyi bir toplum kurarız?” Cevap ise ne yalnızca kanunlarda, ne de sadece teknolojide gizlidir. Erdemli bir toplumun inşası, insanın hem aklına hem de vicdanına aynı anda hitap eden, uzun soluklu iradeye dayalı bir gayretin, çalışmanın ve çabanın ürünüdür.

Erdem, bireysel bir meziyet olmanın ötesinde, kolektif yaşamın, birarada yaşayabilme yetisinin sigortasıdır. Felsefede Aristoteles, erdemi “orta yol” olarak tanımlar; aşırılıklardan uzak, ölçülü ve bilinçli bir yaşam. Modern sosyolojide ise erdem; toplumsal ilişkilerde güvenin, adaletin ve karşılıklı saygının temeli olarak ele alınır. Bu açıdan bakıldığında, erdemli toplum sadece erdemli bireylerden meydana gelmez; aynı zamanda bu erdemleri yaşatacak kurumları, gelenekleri ve ortak değerleri de kurar, inşa eder ve işlevselliğini gözeterek yaşamasını sağlar.

Rasyonel olarak, erdemli bir toplumun inşasında üç temel unsur vardır: adalet, eğitim ve katılım. Adalet, bireyler arasındaki güvenin köküdür. Adaletin olmadığı yerde erdemden söz etmek, kağıttan köprüye güvenmek gibidir. Montesquieu’nun şu sözü, adaletin toplum için taşıdığı önemi özetler: “Bir devlette adaletin yokluğu, en tehlikeli hastalıktır.” Adaletin tesisi ve işleyişi sadece mahkemelerle değil, bunun yanısıra günlük hayattaki hak ve hakkaniyet bilincinin de güçlenmesiyle mümkündür.

Eğitim, toplumun her bireyine yalnızca bilgi değil, ahlaki muhakeme yeteneğini de kazandırmalıdır. Ezberle yetinen bir toplum, hakikatin değil, propagandanın esiri olur. Konfüçyüs’ün dediği gibi: “Erdemi olmayan insan, yola çıkmış ama pusulasını kaybetmiş gemi gibidir.” Eğitim, bireye hem pusulayı hem de yönünü koruyacak, ahlaki iradeyi de vermelidir.

Katılım ise bireylerin, toplumsal karar süreçlerinde aktif rol almasıdır; zira pasif yurttaşlar, adaletsizliğin dilsiz, suskun ortakları haline gelir. Abraham Lincoln’ün demokrasi tanımı bu noktada yol göstericidir: “Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi.” Katılım kültürü olmadan demokrasi, yalnızca sandık günü hatırlanan bir vitrin olur.

Felsefi boyutta ise erdemli toplum, insanın “kendini aşma” iradesiyle mümkündür. Kendi çıkarını başkasının zararına olacak şekilde dayatmayan, güç karşısında eğilmeyen, zorluk karşısında pes etmeyen bireyler… Bu bireyler, birbirine benzeyen değil, birbirini tamamlayan farklılıklardan oluşur. Çünkü erdem, tek sesliliğin değil, uyumlu çok sesliliğin ürünüdür. Mevlânâ’nın dediği gibi: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.”

Tarih bize, erdemli toplumların kısa sürede değil, kuşaklar boyu süren bir bilinç aktarımıyla kurulduğunu gösterir. Tarihte birçok örneği vardır; kanunlar değişebilir, iktidarlar gidebilir, şehirler yıkılıp yeniden inşa edilebilir. Fakat erdem, ancak ortak hafızada kök salarsa kalıcı olur. Bunun için aileden başlayarak okulda, medyada, sanat ve edebiyat aracılığıyla erdemli bir hayatın tüm yönlerinin örneklerle işlenmesi gerekir. Günümüzde, toplumu dejenere eden, erdem zaafiyeti oluşturan tüm değerleri yok sayan hatta yok eden örnekler nasıl işleniyorsa, aynı şekilde tam tersi pozitif yönde, aynı sıklıkta erdemli hayatın işlenmesi gerekir.

Victor Hugo’nun dediği gibi: “Bir okul açan, bir hapishane kapatır.” Ama bunun gerçekleşmesi için, o okulun yalnızca diploma veren değil, insanı insan yapan değerleri öğreten bir yer olması gerekir. Aksi takdirde, bilgi artar ama bilgelik azalır. Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtları’ndaki öğüdü hâlâ geçerlidir: “Ey Türk milleti, üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?” Buradaki “töre”, sadece hukuk değil, ahlâkın ve ortak değerlerin bütünü anlamına gelir.

Erdemli toplum, idealistlerin hayali değil, akıl ve vicdanın ortak aklının gereğidir. Çünkü erdem, yalnızca bireyi değil, bütün bir toplumu yüceltir. Marcus Aurelius’un öğüdü bu noktada kapanış cümlesi gibi okunabilir: “Kendi içine dön; erdem orada saklıdır.” Ve biz, bugünün kararlarını verirken yarının çocuklarına nasıl bir toplum bırakacağımıza da karar veriyoruz.

Erdemli toplumun korunması: Bozulma süreci ve çözümler

Erdemli bir toplum inşa etmek zordur; fakat onu korumak, inşa etmekten bile daha zorlu bir iştir. Tarih, erdemli toplumların, kendi elleriyle yozlaşmanın kapısını araladıklarını ve bunun çoğu zaman fark edilmeden gerçekleştiğini gösterir.

Bozulma süreci yavaş yavaş başlar. İlk işaret, adalet duygusunun zayıflamasıdır. Adalet terazisi bir kez eğildi mi, insanlar kanunlara, kurallara, nizama güvenmez, güçlülerin hukuku düşüncesi toplumda ister istemez yerini alır. Montesquieu’nun uyarısı bu noktada sarsıcıdır: “Bir milletin yok olması için topların ateşlenmesine gerek yoktur; adalet duygusu sarsılsın yeter.” Adaletin kaybolması, yozlaşmanın çekirdeğini oluşturur.

İkinci aşama, eğitimdeki bozulmadır. Eğer eğitim, sadece meslek kazandıran bir teknik süreç haline gelir, sadece müfredata bağımlı bilgi aktarımı yapılır, değer ve erdem eğitimi geri plana atılırsa, toplum “bilgili ama bencil” bireylerle dolmaya başlar. Albert Einstein bu tehlikeyi şöyle ifade eder: “Bilgi sizi A noktasından B noktasına götürür, hayal gücü ise her yere. Başarılı bir adam olmaya çalışmayın. Değerli bir adam olmaya çalışın." Ahlâk, kişiyi yanlış yollara sapmaktan alıkoyar. Bilgi ile ahlak ayrıldığında, toplum aklını kullanır ama vicdanını kaybeder.

Üçüncü ve en sinsi bozulma ise vatandaş katılımının azalmasıdır. İnsanlar, “nasıl olsa bir şey değişmez” duygusuna kapıldığında, karar mekanizmaları dar bir elit zümrenin eline geçer. John Stuart Mill’in şu uyarısı, pasifliğin tehlikesini açıklar: “Kötülüğün galip gelmesi için, iyilerin hiçbir şey yapmaması yeterlidir.” Katılımın olmadığı yerde yozlaşma, toplumun damarlarına sinsice ve kalıcı olarak yayılır.

Bozulmayı durdurmak için ne yapmalıyız?

1. Adaletin şeffaf ve erişilebilir olması:

Mahkemelerin bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü korunmalı, adalet süreçleri halkın gözünde şeffaf olmalıdır. İnsanlar adaletin hem doğru hem de zamanında tecelli ettiğini görmelidir. Hz. Ömer’in sözü hâlâ yol göstericidir: “Adalet mülkün temelidir.” Temel çürürse, bina ayakta kalmaz.

2. Değer temelli eğitim reformu:

Eğitim müfredatı, sadece akademik başarıya değil, karakter gelişimine de odaklanmalıdır. Finlandiya’nın eğitim modeli, bu açıdan örnek alınabilir: öğrenciye problem çözme, empati, sorumluluk bilinci kazandırmak öncelikli olmalıdır. Sadece kuru bilgiyle gelecek inşa edilemez.

3. Kamu ahlâkını ve ortak vicdanı güçlendirmek:

Medya, sanat ve edebiyat, toplumun ahlaki pusulası olmalıdır. Yalanın, şiddetin ve yozlaşmanın normalleştirilmesine karşı kültürel bir direnç geliştirilmelidir. Tolstoy’un sözleri bu konuda uyarıdır: “Toplumu değiştirmek istiyorsan önce kendinden başla.”

Erdemli bir toplumu korumak, sürekli bir “yenilenme iradesi” gerektirir. Tıpkı bahçedeki bitkilerin düzenli sulanmazsa kuruması gibi, erdem de ilgi, emek ve koruma ister. İbn Haldun’un asırlar önce söylediği gibi: “Bir toplum, erdemlerini yitirdiğinde,  toplumun ve devletin temeli çöker.”

Bugün, erdemi korumak için atacağımız her adım, yarın daha özgür, daha adil, daha güvenli bir dünyada yaşama ihtimalimizi artıracaktır. Erdemli toplum, geçmişin mirası değil; her gün yeniden inşa edilen bir gelecek sözleşmesidir.

Ömer Faruk Ertem / Yelkencinin Gazetesi

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap