Merhabalar… Yazımın başlığı, yazın ortalarına geldiğimiz bu döneme çok uymuyor. Çünkü yazımın ait olduğu dönemi yazmakta geç kaldım. Ama gene de yaza başlangıç yaptığımız dönemi anlatacağım için bu başlık daha uygun geldi bana.
Amacımız, DAYK (Didim Açık Deniz Yat Kulübü)’ın 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı için düzenlediği denizde ‘’Atamıza Saygı’’ kortejine katılmaktı. Ondan sonra da birkaç tekne ile birkaç gün koylarda kalacaktık.
Bu amaçla biz 17 Mayıs Salı günü Kuşadası Setur Marina’daki teknemize geldik. 18 Mayıs Çarşamba günü 45 Mil yol katederek, bazı teknelerle buluşacağımız yere, Didim Marina’nın yan koyuna geldik. Vee sezonun ilk denize girme açılışını da yapmış olduk. Botla karaya çıkarak burada yemeğimizi yedik, yürüyüş yaptık. Hava oldukça durgundu. Bu arada buluşacağımız tekneler de gelmeye başladılar.
Didim Marina Yan Koyu’na Karadan Bakış
19 Mayıs günü telsizle nasıl bir kortej oluşturacağımız bilgisi verildi. Bu arada dünkü durgun havadan eser yoktu. 25-30 knot arasında değişen bir hava vardı. Normal koşullarda yerimizden kıpırdamayacağımız bir havada bizler ‘’Atatürk’e Saygı’’ kortejimizi gerçekleştirmek üzere demirlerimizi aldık. Görülesi bir tabloydu. Büyük bayraklar, Atatürk posterleri adeta bir yelken gibi teknelere çekildi. Didim Altınkum Sahili boyunca üç kez tek sıra döndük. Sahilden biraz uzak olduğumuz için kimin neyi fark ettiğini tabii ki bilemezdik. Ama benim içimden geçen kortejimizi ve günün anlamını mümkün olduğunca çok insanın fark etmesiydi. Çünkü gurur verici bir tabloydu. Bizlere bu cennet toprakları ve mavi vatanı bırakan Atatürk ve tüm şehitlerimiz için ne yapsak azdı.
Denizden Ataya Saygı Korteji
Kortej sonrası 12 Mil yol kat ederek ilk kalacağımız koy olan Kazıklı Koy’a geldik. Hava nispeten sakinleşmişti. Akşam yemeği için kıyıdaki restorandan yer ayırttık. Tekne sahipleri ve beraberindekiler restoranın botuyla peyderpey kıyıya ulaştırıldı. Böylece organizasyona katılan teknelerdeki arkadaşlarla tanışma olanağı bulmuş olduk. Sohbetli, muhabbetli güzel bir akşam yemeği oldu. Yemek bitiminde yine aynı şekilde restoranın botuyla teknelerimize taşındık.
Kazıklı Koy
Sabah istikametimiz Ilıcabük’tü. Tekneler yavaş yavaş demir almaya başlamıştı. Ancak bizi bir sürpriz bekliyordu. Demir almaya başladığımızda ırgatımız zorlandı. Eşim çapanın bir ağ çektiğini fark etti. Metrelerce uzunlukta bir ağ ırgata ve zincirine öyle bir sarılmıştı ki yarım saat ağı kese kese ırgatı kurtarabildik. Ancak denizi o ağdan kurtaramadık maalesef.
Kazıklı Koy’dan yaklaşık 12 mil yol yaparak Ilıcabük’e geldik. Diğer tekneler kıçtan kara yaparak kıyıya bağlandı. Biz ise karşı koyda alargada kalmak istedik. Kıyı plaj için düzenlenmişti. Şemsiyeler; şezlonglar vardı. Ancak biraz üstünde iş makineleri vardı. Akşam üstü çalışmayan bu makineler, karanlık basınca çalışmaya başladı. Bu durum aklımıza kaçak bir yapılaşma olabileceğini getirdi. Gece boyunca iş makinelerinin yarattığı gürültü kirliliği ise bizi rahatsız etti.
Ilıcabük
Ertesi sabah kahvaltının ardından Gümüşlük’e doğru yola çıktık. Rüzgar istikrarlı değildi. Genelde yelken-motor eşliğinde 16 mil yol yaparak Gümüşlük’e ulaştık. Deniz suyu buralarda bile daha ısınmamıştı. O yüzden denize ancak bir kere girebiliyorduk. Gümüşlük’te de gene akşam yemeği için bir lokantadan yer ayırtıldı. Bu kez kimi teknelerdeki arkadaşlar kendi botlarıyla karaya ulaşırken kimileri de restoranın botunu tercih etti. Biz de kendi botumuzla gittik. Gene sohbetli, bol kahkahalı, müzikli bir akşam yemeğinden sonra müzikle coştuğumuz bir barda sohbetlerimize devam ettik. Ertesi gün bizim dışımızdaki tekneler ayrılmaya başladılar. Çünkü program bitmişti. Güzel dostlar edinmiş ve güzel bir programın sonuna gelmiştik. Bizim biraz daha zamanımız vardı. O nedenle Gümüşlük’te bir gece daha kaldık.
Gümüşlük birçok olanağın size sunulduğu bir yer. Dolayısıyla yazın sirkülasyonun çok olduğu ve yer bulmakta zorlanılan bir yer. Öyle ki bizim kaldığımız dönem sezon tam olarak başlamamış olduğu halde yoğunluk başlamıştı.
Gümüşlük
Gümüşlük’ten Turgut Reis’e geçtik 3.5 mil yaparak. Burada marinada yakıt, alışveriş vb. gereksinimlerimizi karşıladıktan sonra 6 mil giderek Yalıkavak’a geldik. Yalıkavak çok büyük doğal bir koy. Ancak 90’lı yıllarda gene teknemizle geldiğimiz döneme göre çok fazla değişime uğramış. Biraz hayal kırıklığı ile üzüntüyü bir arada yaşadık. O zamanlar marina ve kıyıları adeta kaplayan tesisler yoktu. Bakir ve sessiz bir koydu. Yirmi sene zarfında belki bu kadar değişikliğin olması normal karşılanabilir. Bana göre normal olmayan, doğal güzelliklerimizin yitirilmesi. Ve deniz bana eskisi gibi temiz gelmedi maalesef.
Yalıkavak
Ailece İzmir doğumluyuz. Annemler şu an Üçkuyular vapur iskelesinin olduğu yerde denize girdiklerini söylerlerdi. Benim çocukluğumda ise İnciraltı’nda denize girerdik. Sonra oralarda da denize girilmez oldu. Narlıdere’den denize girmeye başladık. Efsane bir denizi ve kumu vardı Narlıdere’nin. Sonra Narlıdere’yi de terk ettik, Urla Kalabak’dan denize girmeye başladık. Şimdilerde oralarda hala giriliyordur ama tercihler başka yerlerden yana. Yani nüfus kalabalıklaştıkça yerleşim yerleri bu yükleri her bakımdan kaldıramaz hale geliyor. Vizyonsuz yöneticiler, uygunsuz yapılaşmaya izin veriyor. Arıtmasız tesisler denetlenmiyor vs… Sonuç; doğa bu yükü kaldıramıyor. Denizler bizlerden giderek uzaklaşıyor. Bu gidiş devam ederse korkarım gelecek nesiller, girecek deniz de bulamayacaklar.
Yalıkavak’ta alargada kaldık. Önce belediyenin rıhtımına bağlanmak istedik. Fakat yabancı bayraklı olduğumuz için Türk bayraklı teknelere göre iki kat para istediler. Biz de alargada kalmayı tercih ettik. Zaten bir gece kalacaktık ve botla karaya çıkabilirdik. Öyle de yaptık. Yemeğimizi yiyip, yürüyüşümüzü yaptıktan sonra teknemize döndük.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Türkbükü için yola çıktık ve 13.5 mil yol yaparak Türkbükü’ne vardık. Burada kıyıya yakın, durabileceğimiz derinlikte, bir şamandıraya bağlandık. Şamandıra, Didim ve Kuşadası’ndaki şamandıralardan büyük olduğu için sahil güvenliğin bağlandığı bir şamandıra mı acaba diye düşünmeden de edemedik. Neyse bağlandıktan sonra aşağıya inip, yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladık. Bu arada dışarıyı da zaman zaman kontrol ediyorduk. Bu arada bir jet sky bizim tekneye yaklaşarak seslendi. Meğerse bağlandığımız şamandıra güçlü bir demire sahip değilmiş. Onu yüzenlere sınır olsun diye koymuşlar. Dolayısıyla biz şamandıra ile birlikte sürüklendiğimizi fark etmemişiz. Hemen motoru çalıştırdık. Şamandırayı eski yerine çektik, sonra da demir attık. Böylece bir macerayı daha ucuz atlatmış olduk. Bizden sonra bir tekne daha ona bağlanmak isteyince bu kez onları da biz uyardık.
Türkbükü
Türkbükü adeta göl gibi oldukça büyük bir koy. Deniz burada nispeten daha sıcaktı. Keyifli zaman geçirdiğimiz koylardan biriydi. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra demir almak istedik. Fakat burada da bizi bir sürpriz bekliyordu. Irgat gene zorlandı demiri alırken. Bu kez ırgatımıza kocaman bir çapa takılmıştı. Eşim gelen çapayı tekneye bağlayarak kendi çapamızı kurtardı. Tabii bu kurtarış gene yarım saat süren bir çabalamadan sonra oldu. Derin bir nefes alarak yola çıktık. Ucuz atlatmıştık.
Çıpamıza Takılan Çıpa
Artık dönüş yolundaydık. Rüzgar bizden yanaydı. Motoru da kapatarak yelkenle suyun hışırtısını duyarak Didim’e geldik.
Kuşadası’na dönüş yolunda kısmetimiz
Didim’de her zamanki gibi alargada kaldık. Ertesi gün kahvaltıdan sonra son durağımız olan Kuşadası’na doğru yola çıktık. Zahmetsiz ve keyifli bir yolculukla bu gezimizi de sonlandırmış olduk.
Benzer Yazılar
Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.