Tarihe damga vurmuş liderler vardır.
Kimisi yaptığı iyi işlerle, kimisi de liderlik ettiği toplumu felakete sürüklemeleriyle anılırlar.
Hitler, Mussolini gibi yakın tarihte sadece ülkelerini değil Dünya’yı da felakete sürükleyen liderler yanında, Atatürk gibi içinden çıktığı topluma çağ atlatmış, bu vizyonuyla Dünya ülkelerine örnek olmuş kişiler de tarihteki yerlerini almışlardır.
Özellikle yüzyıllardır “üstesinden gelinemez” şeklinde sloganlaştırılan “emperyalizmin yenilemeyeceği” gibi bir önyargıyı yerle bir etmiş olan Atatürk gibi bir liderin tarihteki yeri ise diğerlerinden çok farklı olmuştur.
Tüm bu açılardan bakıldığında emperyalizmin, özelinde bu doktrini politika olarak benimsemiş ülkelerin Atatürk’ü sevdikleri söylenemez.
Yoksul ve güçsüz ülkeleri çantada keklik gören, bu ülkeleri ellerini kollarını sallayarak girip sömüren dönemin ve bugünün güçleri, Atatürk önderliğindeki Türk Halkının sömürge güçlerine karşı kahramanca verdiği bağımsızlık mücadelesini görmezden gelmişlerdir, gelmektedirler.
Bulabildikleri her fırsatta itibarsızlaştırmaya çalışırlar.
Benzer durumdaki ülkelerin de kendisine baş kaldırmasından korkarlar.
Bu benzersiz mücadelenin liderine çamur atmaktan çekinmezler.
Hatta bu amaçla satılık kalemlere aslı astarı olmayan, yalan ve iftiralarla dolu yazılar bile yazdırırlar.
Bugün, vefatı üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen adının geçtiği her yer ve zamanda, O’nu anlayanlarca takdirle anılırken, yoluna taş koyduğu emperyalizm taraftarlarınca kötü ilan edilmeye devam edilir.
Peki, nedir bu öfkenin nedeni? Nedir bu bitmez, tükenmez intikam hırsının kökeni? Atatürk’ü diğer liderlerden ayıran nedir?
Atatürk; gençlik yıllarından beri içinde yaşadığı ülkenin sorunlarına duyarlı, yakından izleyen, çözümler üreten, bu düşüncelerini korkusuzca çevresiyle paylaşan bir kişiliğe sahiptir.
Atatürk; sadece olan bitenle yetinmeyen, derin tarih birikimine sahip, bulabildiği her fırsatta okuyarak kendini geliştiren biridir.
Atatürk; araştıran, inceleyen, sorgulayan, bu bağlamda önceden tasarladığı en çağdaş devlet modelini cesurca ortaya koyan kişidir.
Atatürk sadece düşünüp planlamakla yetinmeyen, düşündüklerini korkusuzca yaşama geçirecek cesarete sahip bir liderdir.
Atatürk; planladıklarını yaşama geçirmekle de yetinmeyen, bunları zamana göre yenileme, günün koşullarına göre uyarlama becerisine de sahiptir.
Atatürk; modern insan yönetimini ön planda tutan, davranışlarıyla bunu kanıtlayan, çevresindeki herkesi sistemin bir parçası haline getirmeye çalışan, böylece halkın üretime katılmasını teşvik eden bir planlamacıdır.
Atatürk, liderlik ettiği hareketi çevresindeki kadroyu demokrat bir anlayışla yöneterek sürdürürken haklı davasını sekteye uğratmaya çalışanları da aynı kararlılığı göstererek cezalandırmayı bilen bir liderdir.
Atatürk; haklı davasını sürdürürken her şeyden önce kendi halkına güvenen, kendi ülkesinin imkanlarını sonuna kadar kullanan, halkın her ferdini haklı davanın birer parçası haline dönüştürmeyi başaran bir yapıya sahiptir.
Atatürk bu vizyonu ortaya koyarken benzer koşullara sahip ülkelere de örnek olmuş, umutsuz ülkelere umut aşılamış, istendiğinde kazanılamayacak savaşın olmayacağını kanıtlamış biridir.
Atatürk, siyaseti de ustaca kullandığı gibi savaşın sadece askerle kazanılamayacağına da inanır.
Siyasetle kazanılamayan bir savaş için asker kullanmaktan da çekinmez.
Sonuç olarak emperyalizm için son derece tehlikeli ve tehdit unsuru olan bu vizyon ve mücadele tarzı nedeniyle Atatürk daha sağlığından başlayarak başta yakın çevresi olmak üzere bu topraklarda hak iddia eden herkesin hedef tahtasına oturtulmuş, olmadık yalan ve iddialarla kirletilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Geçen zaman dilimine bakıldığında, aslında sağlığında başlatılan ve 10 Kasım 1938 günü saat 09.05 itibariyle süratlenen “karşı devrim” tam 86 yıl sonra bugün daha da hız kazanarak devam etmektedir.
Her şeye rağmen 100 yıl önce ortaya koyduğu mücadele, vizyon, devrimci karakter yok edilmek şöyle dursun, daha da güçlenerek bugün çağdaş medeniyet yolunda ilerlemek isteyenlerce örnek alınmaktadır.
Ya biz?
Bugün gelinen noktada Türkiye ekonomik özgürlüğünü kaybetmiştir.
Atatürk döneminde içselleştirdiği devrim hamlelerini inkâr etmiş durumdadır.
Üretimden yoksun, devrim ve kalkınma kazanımlarını tamamen kaybetmiştir.
Kendi yönünü belirleyemeyen, emperyalizmin tam da istediği bir kıvama gelmiştir.
Toplumsal mutabakat ve birliğini büyük ölçüde yitirmiştir.
Fırtınalı denizde kendini adeta dalgaların insafına bırakmış bir ülke görünümü sergilemektedir.
Ve bizler, kanla kazanılmış bu topraklarda yaşayan Türk Halkı, yolu çizilmiş ve gösterilmiş olmasına rağmen büyük bir aymazlıkla bunu görmezden gelip bizi bu kötü durumdan kurtarması için hala türkü çığırtkanlığıyla birilerinin gelmesini bekleyeduralım, “vefatının 86’ncı yıl dönümünde hangi yüzle huzuruna çıkıp anacağız!” sorusunu da kendimize sormalıyız.
Atatürk’ü sadece bayram ve ölüm yıl dönümlerinde hatırlanacak bir kişiliğe indirgemenin bizlere nelere mal olduğunu, neler kaybettirdiğini de değerlendirmeliyiz.
10 Kasım günleri, bir ulusa hayat veren bir büyük devlet adamının sadece bir vefat yıl dönümü olarak kalmamalıdır.
10 Kasımlar, millet olarak kayıp, kazanç muhasebesinin de yapılması gereken günler olarak kabul edilmelidir.
Yaşamını bu ülke için feda etmiş ve genç yaşta aramızdan ayrılmış bir büyük insanın bize kazandırdıkları karşısında vefa borcumuzu ne derece ödeyebildiğimizi düşünme fırsatı olmalıdır.
Ebediyete intikalinin 86'ncı yıl dönümünde büyük Ata’ya saygı ve minnetle…
Yazı: Levent Dinçer
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.