Atinalı Felsefeciler Hiç Yaşamamışlar Gibi Gelirdi Bana Ama Kim Bilir…

Raffaello / Raphael bir İtalyan ressam, Michelangelo ve Da Vinci ile birlikte Rönesans’ın en önemli üç isminden biridir. O dönemin sanatçılarında sıkça rastlandığı üzere komple bir sanatçı yani hem ressam, hem mimardır.

Babası da ressammış, hatta derslerini önce ondan almış ve babası onun üstün yeteneğini fark edince ilk mühim eğitimini aldığı Perugino’nun yanına götürmüş. Raffaelo ailesini erken kaybetmiş; annesini 8, babasını ise 11 yaşındayken kaybetmiş. Kendisi 15 yaşında mükemmel resim yapabiliyormuş, 17'sinde ise usta seviyesinde resimler yapmaya başlamış. İçinde yaşadığı dönemde (15.Yüzyıl sonu,16.Yüzyıl başı) sanat dünyasında genç yaşta “usta” olarak adının geçmesi büyük başarıdır. Zaten zamanla doğduğu ve yaşadığı şehir olan Urbino’ya sığmaz oluyor; 20 yaşında Leonardo ve Michelangelo’nun eserlerini görmek için Floransa’ya gidiyor. Bu seyahatinde Leonardo’nun atölyesini ziyaret ettiğinde, o zaman orada bulunan Mona Lisa’yı (La Gioconda) görmüş ve etkilenmiş. Hatta derler ki onun bu hali, resmi uzunca incelemesi ve ziyareti Leonardo’nun dikkatini çeker ve yardımcısına onun kim olduğunu sorar, yardımcısı Melzi’den Raffaelo yanıtını alan Leonardo ise “Urbino’lu Raffaelo mu” diye sorar. Yani o genç yaşında dahi ünü şehrini aşıp dönemin en ünlü ressamlarına ulaşmış (2).

Raffaelo Sanzio, Scuola di Atene (Atina Okulu),  500 cm × 770 cm, 1509-1511. Apostolik Sarayı, Vatikan’da bulunmaktadır. Görsel Wikipedia’dan alınmıştır.

Şimdi Atina Okulu eserine dönecek olursak; bu eser felsefe ve düşünce tarihi külliyatına büyük bir saygı duruşu niteliğindedir. Rönesans ruhunun somut bir örneği olan bu eserde, Antik Yunan döneminin en ünlü bilim insanları ve filozoflarına yer verilmiştir. Bir diğer önemli özelliği ise; eserde Antik Yunan kültürünü inşa eden önemli isimler, Antik Roma mimarisinin içerisinde bir yapıda resmedilmiştir. Böylece Rönesans’ın temelini oluşturan iki önemli unsur, bu eserde bir araya getirilmiştir. Düşünürlerin yanı sıra Yunan Sanatı’nın yansıması olarak; sağda Apollon, solda ise Athena’nın heykellerine de yer verilen eserde, Mimar Filippo Brunelleschi’nin eşsiz buluşu perspektif örgüsünün art arda sıralanan kemerlerle derinlik duygusunu pekiştirmesiyle, sahne bütünüyle bir canlılık kazanmıştır.

Platon ve Aristoteles, Atina Okulu Detay

Resimdeki figürlerin isimlerine gelince, tam ortada yani merkezinde çağın ve felsefe tarihinin en önemli isimlerinden Platon ve Aristoteles yer alıyor. Sokrates’in öğrencisi olan Platon, aynı zamanda Aristoteles’in de öğretmenidir. Aralarında öğretmen/öğrenci ilişkisi mevcut olsa da aslında farklı felsefi disiplinlerin temsilcileridir. Bu durumun resimdeki yansıması da şu şekilde; Platon eliyle yukarıyı işaret etmektedir, bu onun idealist felsefesini temsil eder; mutlak gerçekliği, idealar dünyasında aramalıyız der gibi. Hemen yanındaki Aristoteles ise eliyle yeri işaret eder, bu ise onun realist fikir dünyasının bir yansıması; maddi dünyanın, doğanın bilginin kaynağı olduğunu işaret ediyor gibi. Ellerinde ise birer kitap bulunmaktadır; Platon’un elinde Timeo (Diyaloglar), Aristoteles’in elinde ise Etica.

Platon demişken, onun sanat ve sanatçılara dair görüşlerinden de biraz bahsetmek gerekirse; Platon’a göre madde dünyası gerçek değil, bir görünüşler dünyasıdır; duyularımızla algıladığımız varlıklar da, İdea’ların yalnızca kopyalarıdır. Sanat doğayı taklit ettiğine göre sanatçılar/şairler, gerçekler/özler yerine görünüşlerle uğraşırlar, yani kopyanın kopyasını yapar ve insanları hakiki gerçeklerden uzaklaştırırlar. İşte bu nedenle de Platon ideal devlette şairlere yer vermez (2).

Aristoteles’e göre sanat bir taklit, ‘mimesis’tir. Sanatçı doğa unsurlarını, insan ilişkilerini, hem olanı hem de olabilir olanı yansıtır. Sanatçı nesneyi, yani gördüğü maddeyi yorumlayarak yansıtır. Bu anlamda Aristoteles, sanatın sadece bir taklit olmadığını, onu aşan ve insana ait bir eylem olduğunu dile getirir. Aristoteles ise sanata bakış açısıyla Platon’dan ayrılır. Aristoteles’e göre sanatçılar doğadaki eksiklikleri giderirler, toplumdaki kusurları onarırlar (2). Merak ediyorum, sizce hangisi haklı veya siz kendinizi neye yakın hissediyorsunuz.

Eserde Platon’un yüzünün Leonardo’ya benzetildiğini görebiliriz. Bu bir çeşit bir saygı selamı/duruşu olarak görülebilir. Aristoteles’in yüzü ise Rönesans döneminde İtalya’da yaşamış olan ünlü bir heykeltıraş ve mimar olan Giuliano da Sangallo olarak resmedilmiştir.

Sokrates, Atina Okulu Detay

Resmin geri kalanına dair figürlerin kimler olduğu aslında net belirtilmemiştir, tam bir anlayış birlikteliği yoktur. Ancak zaman içerisinde genel kabullerden yola çıkacak olursak; Platon ve Aristoteles’in solunda yeşil kıyafetler içerisinde Sokrates’i görürüz. Parmak hesabı yaparak çevresindeki insanlara bir şeyler anlatırken resmedilmiş. Sokrates ardında hiçbir yazılı eser bırakmamıştır, kendisine dair aktarılan tüm bilgi Platon’dandır. Batı felsefesinin kurucularından biri olarak geçen Sokrates diyalektik düşünce sisteminin de kurucusudur. “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” diyen Sokrates, Platon’un kaleme aldığı Apology’de şöyle der “size tek bir gününüzü bile iyiliği tartışmadan geçirmemenizi söylüyorum” (3). Hala geçerli olan ne kıymetli bir öğüt. Ama sonu ise pek iyi olmamıştır; şehirde dolaşarak felsefi tartışma ortamları yaratan filozof genç Atinalıların zihnini bulandırmakla suçlanmış ve çarptırıldığı sürgün cezasını reddederek baldıran zehri ile öldürülmüştür. O nedenle buradaki resmedilişinin de yine çevresindekilerle diyalog halinde olması ona dair bir atıftır.

Diyojen/Diogenes, Atina Okulu Detay

Sokrates’in hemen ayaklarının alt kısmında ise merdivenlere gelişigüzel oturmuş ve bir elinin altında bakır su kabı, diğer elinde ise kağıtlar tutan Diyojen’i görüyoruz. Diyojen sokaklarda yaşamayı seçmiş, çöpe atılan atıklarla beslenen ve çoğu zaman giyinmeyi tercih etmeyen giyindiğinde ise kirli çaputlara sarınan, biraz aykırı yaşayan bir düşünür. Ona göre zengin ve mutlu insan doğanın ritmine uygun yaşayan, toplum gelenek ve göreneklerinden azade, azla yetinen kişidir (4).

Pisagor/Anaksimondros, Atina Okulu Detay

Alt kısıma baktığımızda ise önünde duran levhadaki bilgileri defterine geçiren Pisagor’u görüyoruz. Pisagor’un yaşamına dair çok az şey bilinmekle birlikte Türkiye kıyıları açıklarındaki Samos adasında doğduğuna inanılıyor. Kendisinin Mısır’a yaptığı bir seyahatte geometrinin ilkelerini öğrendiği de söylenir. Hepimizin okullarda gördüğü hipotenüsün karesinin diğer iki kenarın kareleri toplamına eşit olduğunun bilgisine erişen kişidir. Çift sayılar iyi, tek sayılar kötü, adalet kavramı dört sayısıyla belirtilir gibi teferrüd eden düşünceleri vardır. Felsefe terimini icat eden ve kozmos sözcüğünü evrene ilk uygulayan kişidir (3).

Kendisinin hemen ardında Anaksimondros onun notlarını kendi defterine kopyalarken resmedilmiştir. Onun hemen sol üst basamağında ise İbn-i Rüşd’ün resmedildiğini görürüz. İbn-i Rüşd, Endülüs doğumlu filozof ve matematikçidir (2). 12. Yüzyılda yaptığı Aristoteles çevirileriyle onun tanınmasında da büyük rol oynamıştır. “Nerede olursak olalım ilim anayurdumuzdur, bilgisizlik yabancı bir yer” (3) sözü tüm zamanlarda geçerlidir.

Herakleitos, Atina Okulu Detay

Merkezde, basamaklara eli çenesinde düşünceli şekilde oturmuş resmedilen Herakleitos’tur. Muhtemelen hepimizin duyduğu “aynı derede iki kere yıkanılmaz” sözünün sahibidir. Burada kastettiği suyun aktığı ve bu nedenle değdiğimiz suyun da sürekli olarak değiştiğidir, ona göre her nesne ve şey sürekli bir değişim içindedir. Herakleitos’un yüzü bu eserde Michelangelo’nun yüzüne benzetilmiştir. Platon’un yüzündeki Da Vinci’den sonra bu da ikinci bir saygı duruşu olarak karşımıza çıkıyor.

Hypatia, Atina Okulu Detay

Tabloda yer alan bir diğer dikkat çeken isimse İskenderiyeli Hypatia. Bilime katkıları kadar, zarafeti ve güzelliğiyle de ünlü olan Hypatia, İskenderiyeli matematikçi ve filozof Thenon’un da kızıdır (2).

Öklid (Euclid/Eukleides), Atina Okulu Detay

Sağda aşağıda ise Öklid (Euclid/Eukleides) çevresinde merakla toplanmış kalabalığa elindeki pergelle bir tahta üzerinde çizimler yaparken resmedilmiş. Öklid’in tasvirinde ise sanat tarihinin şekillenmesinde oldukça önemli bir yere sahip olan Donato Bramante’ye yer verilmiş (5).

Ve son sürpriz de resmin sağ tarafında karşımıza çıkar, Raffaelo kendini 26-27 yaşlarında resme eklemiş. Kendisini Antik Yunan ressamlarından Apelles olarak yansıtmış.

Eser gerçekten hem Rönesans ruhunu aktarmasıyla hem de o güne dek gelmiş sanat ve düşünce insanlarına saygıyla yer vermesiyle oldukça etkileyicidir.

Bu kadar sanatçıdan bahsetmişken dönemin iki ünlü sanat insanı arasında geçtiği rivayet edilen bir anıyı zikredeyim;

“Raffaello bir gün öğrencileriyle birlikteyken, Michelangelo ile karşılaşmış; Michelangelo ona: “Nereye gidiyorsun böyle Raffaelo, bir monsenyör gibi çevren sarılı halde?” demiş. Raffaello da ona: “Peki ya siz, bir cellat gibi böyle yalnız” diye karşılığını vermiş (5).

Aslında hiçbirimiz yalnız başımıza bir şeyleri yapamıyoruz; bizden önce gelen ve bugün malik olduğumuz şeylere sahip olma şansını bizlere veren bir mirasa eklenerek kendi dönemimizde etrafımızla birlikte ilerliyoruz. Atinalı felsefeciler hiç yaşamamışlar gibi gelirdi bana ta ki Rafaello’nun Atina Okulu resmini görene kadar, ama kimbilir aslı nedir, kim kimdir?

Yani şunu demek istiyorum; tarihin oluşu ve sonradan bizim ona atfettiğimiz değer gerçeği yansıtmıyor olabilir. Çünkü en zor elde edilen şey objektif bakış açısıdır. Aslında “o dedi”, “bu dedi”, “ben böyle anladım” ve nihayet “ben böyle olduğunu düşünüyorum” diyerek oluşturduğumuz yargılar zaman içinde kamuoyu bilgisi, algısı haline gelerek kendilerini objektivite olarak adlandırırlar. Artık onlar “genel kabul görmüş gerçekler”dir. Buna sosyal bilimlerde “inter subjectivite” yani “karşılıklı öznellik” adı verilir.  Sosyal bilimlerde paradigmaların kökeni de bu tür varsayımlardır (6). Burada  mütevatir kelimesinden söz etmek isterim.  Mütevatir kelâm ve fıkıh usulünde konusunun doğruluğu bilgisini bizzat kendisi veren haberi ifade eder; böyle bir haber için gerekli görülen şartlar çerçevesindeki nakil keyfiyetine de tevatür denir . Haberi nakledenlerin aynı anda ve birlikte değil farklı zamanlarda ve birbiri ardınca nakletmiş olmaları sebebiyle böyle bir adlandırma yapılır (7).Bence birbiriyle menfaat ilişkisi olmayan bir çok kişi tarafından benimsenen (mütevatir) olmak kıstası hadiseleri doğrulamak için pekala kullanılabilir. Aksi halde resmi tarih, benimsenmiş gerçekler ve  iman edilen dogmalardan ayırt edilemez hale gelir (8). Asırlar sonra Rönesans devrinde yapılan bu muhayyel resmin bilhassa yeni devir eşhasının simaları ile vücut bulması zaten böyle bir iradenin ispatı değil mi? Hangi irade, ne maksatla bu eseri sipariş etmiş ve benimsetmiştir, tahmini zor olmasa gerek!

Tam burada Necati Demir’in Felsefi Düşüncelerin Menşei Üzerine Bazı Düşünceler isimli makalesinin sonuç bölümünden bir alıntı yapmak istiyorum (9):

“Batı Uygarlığı üçlü bir saç ayağı üzerinde gelişmiştir. Rasyonel cephesi, Grek düşüncesi, yayılmacı dünya görüşü, Roma pragmacılığı ve fanatik cephesi de Hıristiyan haçlı ideolojisi ile donatıldığından, altılı bir karizmatik yapıya dönüşür. Yayılmacı siyasetinin sivriliği, teknolojik üstünlük, salt rasyonalizminin sevimsizliği Hıristiyan ruhaniyeti ve Hıristiyan haçlı taassubu da hümanist ambalajıyla giderilmeğe çalışılır. Batının bu altıgen tavır kabiliyeti her konum ve zamanda popülaritesini korumasında hayati bir öneme sahiptir. Bu nedenle Batı Uygarlığı’nın temel dinamiklerinden biri olan Grek felsefesi, ilmi veriler onun sanıldığı kadar orijinal olmadığını ortaya koymuş olsa da onurlu itibarı korunmaya alınmalıydı. Ancak, Antropolojik ve Etnolojik çalışmalar sonucu Mısır ve Mezopotamya’da ilmi, Hint’teki felsefi verilerin ortaya çıkarılması ‘Yunan mucizesi’ nitelemesinin, değil bilimsel, rasyonel yanını da bırakmadı. Çünkü, her alanın niteleme ve yargılarını o alanın kavram ve deyimleriyle açıklamak gerekir. Mucize kavramı dinle ilgilidir, felsefi çabanın ortaya çıkışı ise sosyal bir olaydır. İlmi bağlamda sosyal olayların kaynağı nasıl olur da dini bir kavrama indirgenmeye çalışılır? İmkansız olduğuna kesinlikle inanılan Orta Doğu, Anadolu ve Hint uygarlıklarıyla ilgili antropolojik ve etnolojik araştırmalar ortaya konulmazdan önceki dönemlerde itibar gören bir değerlendirme olabilir. Bir sosyal olgunun ortaya çıkmasıyla hayretlerin gizlenememesi sonucunda bu tür bir hataya düşüldüğü savı da inandırıcı gelmiyor, insana.

Yukarıda belirtildiği gibi batılı sosyal kuramcılar ‘Yunan mucizesi’ nitelemesinin yaygınlaştırılmasını batı uygarlığının geleceği açısından zorunlu görmüş olabilirler, ancak temeli rasyonellik üzerine kurulan Batı düşüncesinin, bu irrasyonel deyime nasıl oluyor da iyi tutumlar besliyor diye bir soru gelir düşünen insanların aklına. Bu sorunun şimdilik verilebilmiş makul bir cevabı var mı bilmiyoruz. Çoğu batılı kültür tarihçilerinin bunca karşıt belge ve bulgulara karşın hala ‘Yunan mucizesi’ nitelemesi üzerindeki ısrarlı tutumları anlaşılır gibi değil. ‘Gerçek olan şey, Greklerin belli bir formalizmin mucidi olmalarıdır. Düşünceye düzeni, eyleme devamlılığı getirmek için, benzerlerine sahip olmayan akıl yürütme metotlarını derleyip topladılar,’ diyen Henry Dumery, bu konuda en makul ve gerçekçi belirlemeyi yapıyor. Greklerin her tür (din, felsefe, bilim, sanat, ahlak ve hukuk) bilgi ve hikmetin mucidi olduğunu savunan görüşler, ne denli hatalı, yanlı ve tutarsız ise, onların uygarlığa kattığı kültürel birikimin sadece bir Yunan safsatası olduğu düşüncesi de o kadar yanlış ve tarafgir bir tutumun sonucudur. Yunan felsefesi için, ister övgünün övgüsü misali ‘grek mucizesi’ ister yerginin yergisi misali “Yunan safsatası” nitelemeleri her türlü ölçülülükten uzak, yanlı, öznel ve gayrı ciddidir. Grek kültürü, bilimde, Mısır ve Mezopotamya, dinde; Anadolu kültleri, Felsefede de Hint düşüncesinden etkilenmiştir. Ama bunları malzeme olarak kullanıp çimentosunu kendi katarak, Yunan uygarlığının kuruluşunda yararlanabilme becerisi Eski  Yunanlılara ait bir onurdur. Batı uygarlığı Yunan düşüncesinin miğferi etrafında şekillenmiştir, Hint düşünce çerçevesinde değil. Ancak batılı sosyal kuramcıların ilmi namuskârlığa riayet edemeyişleri, sorunun üzücü yanını teşkil ediyor. Yoksa, ilim; kendisini talep eden her kesimin malıdır. İlmi çalışmalara ve uygarlığa yapılan katkılar ne ölçüde onurlu bir şeyse, onu kendimizden başkasına layık görmemek ya da hakikati saklamağa ve gizlemeğe çalışmak da aksine o denli itici bir tavırdır.”

Hala süren bu tartışmalı ahval için de diyorum ki, zaten yeni materyalist ve rasyonel batı düşüncesinin sırtını eski yunan mitolojisine dayaması ve yine eski yunan filozoflarını yüceltmesi hatta bunlara o dönemin Endülüs alimlerini dahil etmesi galiba objektivite kazandırmak içindi. Yoksa ya hristiyan olarak kilisenin sultası altında yaşanacak veya son güncellenmiş versiyonu olan İslam Akidesine teslim olunacaktı. En iyi ihtimalle son seçenek ise kadim israiliyat hikayelerine dönüş olacaktı. Batının mevcut kutsal kitabında (Bibel) beraber bulunan eski/yeni ahit hikayeleri galiba bunun tezahürü idi.

Benzer durum sanatın birçok kolunda ve evresinde görülmektedir. Güzel sanatların yanında edebiyat, şarkı sözleri, sinemada bu durum aşikardır. İnsanlığın düşüncelerini oluşturan gelecek tasavvurlarını şekillendirerek eğlendirirken pek büyük bir ekonomi de yaratan bu akımları meydana getiren eylemlerin kendiliğinden başıboş gerçekleşeceğini düşünmek safdillik olurdu. Tabi bu bizi komplo teorilerinin hakimiyeti altında olduğumuz zannına da sürüklemesin. Bizi kimsenin felaket senaryolarına sevkine lüzum yok, zira kendimize çok zalimiz nasılsa …

Nereden çıktı demeyin ama benzer bir kurgusal beklentim de spor için var. Mesela futbol 11×2 genç oyuncunun 90 dakika içerisinde göstereceği gayrete terk edilemeyecek kadar büyük bir bahis ekonomisi barındırıyor. Hele top yuvarlakken…Yunan felsefesi sadece yunan felsefesi, futbol da sadece futbol değildir anlayacağınız..

Dilerim hepimizin hayatı geçmişe ve farklılıklarımıza saygı duyan, günümüzün değerini, bereketini arttıran ve geleceğe güzel tohum eken “iyi niyetli” gayretlerle çevrili olur, deyip bitirevereyim ben bu yazıyı en iyisi. Sürç-i lisan ettiysek affola..

Genel Kabul görmüş isimler tablosu:
1: Kıbrıslı Zenon 2: Epikür Büyük olasılıkla, Rönesans dönemindeki tipik bir figür olarak iki filozof resmi: “Ağlayan” filozof Heraklitos ve “gülen” filozof Demokritos 3: Raffaello olduğu düşünülen şahıs 4: Boethius veya Anaksimandros veya Empedokles 5: Averroes yani İbni Rüşd 6: Pisagor 7: Alcibiades veya Büyük İskender 8: Antisthenes, Xenophon ya da Timon 9: Hypatia 10: Aeschines veya Xenophon 11: Parmenides  12: Sokrates 13: Heraklitos (Michelangelo yüzüyle) 14: Platon (Leonardo da Vinci yüzüyle) 15: Aristoteles (Giuliano da Sangallo yüzüyle) 16: Diyojen 17: Plotinus veya Donatello 18: Öklid ve Öğrencileri 19: Strabon veya Zoroaster (Baldassare Castiglione) 20: Batlamyus R: Apelles (Raphael) 21: Protogenes (1)

Kaynaklar

  1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Atina_Okulu
  2. Umberto Eco, Umberto Eco ile sanat, Destek Yayınları, 2019
  3. Felsefe Kitabı, Alfa Yayınları, 2011
  4. Prof. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi,Remzi Kitabevi, 2008
  5. Celil sadık, Uygarlığın Ayak İzleri Rönesans’tan Barok Dönem’e Sanat Dehaları, Epsilon, 2020.
  6. Babie, E. (2021).The Practice of Social Research, Cengage Learning.
  7. https://islamansiklopedisi.org.tr/mutevatir
  8. Aktay, A. (2018).Tarih Araştırmalarının ve Tarih Yazımının Önündeki Temel Sorunlar , Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, V.4,s.7. ss.57-71. 
  9. Demir, N. (1998). Felsefenin Menşei Üzerine Bazı Düşünceler, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 2, s.383-407.

Murat ÜLKER

Yorum Yap