Zaman yine bahara dönüyor tüm coşkusuyla... İlk defa bahçemde bu kadar yakınımda bir badem ağacım var. Tüm pencerelerim ona bakıyor. Önce tek tük açtı beyaz incecik yapraklı çiçeklerini. Sonra, geçen sabah aniden ağaçta neredeyse çiçeksiz nokta bile kalmadığını gördüm. Oturdum karşısına... Badem ağacımla sohbet ettik. Rüzgar minik minik salladıkça dallarını o narin çiçeklerinin ağacın dibine sanki bir papatya tarlasını andıran halde yere dökülüşlerini izledim. ''Her ayrılış, her kopuş aslında öze dönüştür küçüğüm.'' dedi bana ilk olarak benim yaprakları izlediğimi görünce...
Gülümsedim. Duyduğum en anlamlı ve aslında hayatın da özü olan şeydi söylediği...
Sonra çiçeklerinin arasındaki yüzlerce arı dikkatimi çekti. Öyle güzel bir vızıltı yayılıyordu ki. Bizlerin çok sevdiğimiz bir yiyeceği yediğimiz zaman yaptığımız gibiydi. Mmmm çok lezzetli diyorlar gibi... Ve arıların aşkla dolu çalışmalarını izledim.
Ne yaparsak yapalım sevgiyle yapalım diyorlardı.
Ağacıma baktım o da bana. Bir şey söylemedi çünkü onun söyleyeceği şeyi ben söylemiştim zaten.
Aşk bahardı... Aşk üretmekti. Aşk sarılmaktı. Aşk kendinden çok düşünmekti. Aşk yaradana ulaşmaktı...
Kahvemi yudumlarken ben de ona kendi yaptıklarımı sordum. Günlerdir izliyordu beni. Ben de tıpkı bir arı gibi uçuyordum yukarı aşağı... Ama öyle mutlu ve öyle huzurlu bir gidiş geliş idi ki, yorgunluksuz günlerdi.
İşte, şimdi onun karşısında her santimine elimin değdiği bu evin şirin terasında oturuyordum ve çok ama çok mutlu ve huzurluydum. Nefes alıyordum. Kalbim güzellikle atıyordu.
Bana gülümseyerek baktı. Sen dedi tıpkı benim gibi hayatta olmanın sırrını yakaladın küçüğüm.
Ben buradan öyle çok hikayeye tanıklık ettim ki. İçinde huzurlu, güze, mutlu hikayeler de var; hüzünlü, ayıplı, kötü hikayeler de...
Bak etrafına dedi. Şu an şimdi de ne güzel görünüyor değil mi? Ama dün de geçmişte benim gençlik zamanlarımda nasıldı dersin. Ben yine aynı şekilde duruyor köklerimi sağlamlaştırıp dallarımı özgürce hayata açarken insanlar da açılıyordu. Kırılıyor bükülüyordu kimi, kimi dimdik duruyor kökünden parçalanıyordu.
''Anlamadım. Dimdik duran insan neden köklerinden parçalansın ki?'' dedim.
Der demez de aklıma geliverdi. Hayatta dimdik durmak, eğilip bükülmemek ne demek diye.
Ve bir an anladım. Ne kadar doğruydu. Bu evin sahibi ile yan evin sahibi üvey kardeşlermiş. Birbirlerine iyilikleri dokunmuş ama son zamanlarında küs gitmişler birbirlerine bu dünyadan. Paylaşamadıkları neydi bilmiyorum ama bildiğim küs gittikleri... Üç ev ötemde hala canlısı yaşanıyor aynı hikayenin. İki kardeş, paylaşmışlar yeri. İkisi de kendi evini yapmış, hayatını kurmuş ama küsler... Birbirlerini kardeş olarak görmüyorlar. Biri diğerini istemiyor.. Birine göre diğeri kesin kötü...
Buraya ilk taşındığımda, ineklerim kepçeden rahatsız oluyor söyle sessiz çalışsınlar diyen teyzem ve her şeyinden faydalandıkları hayvanlarına küfür eden kocası da bana küs gibiler.
Birkaç defa selam verdim, gülümsedim, kolay gelsin dedim. Ama baktım her fırsatta beni acıtmaya çalışıyorlar. Artık bakmıyorum bile yüzlerine... Ama ineklerini seviyorum... Ne de olsa onlar benim de komşularım. Ben eğildim, özür diledim, mazeretimi ilettim. Ama onlar benim her eğilişimi bir yenilgi ve eziklik olarak algıladılar.
Şimdi hayat bitiyor, bugün değilse bile zamanını bilmediğim bir anda bitip gidecek.
Karşılıklı eğilirsek birbirimize aslında meselenin ne kadar kolay çözüldüğünü göreceğiz. Azıcık kalplerimize de sevgi yürüse, merhamet, aşk, halden anlamak, hayattan anlamak yürüse anlayacağız.
Bahar olacak o zaman işte. Baharda öleceğiz, kışın soğuk, sert ve yalnız çığları altında kalmak yerine...
Benzer Yazılar
Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.