Çağdaş Ebeveyn Nasıl Olunur?

YAŞAMIN SIRRI NEDİR?

Tükenmişlik sendromu ofisten aile içine taşındı. Çocuk yetiştirmenin ebeveynler için, özellikle anneler için çok stresli bir işte çalışmak ile aynı seviyede olduğu artık araştırmalar ile gün yüzüne çıktı. Almanya’da bunalan ebeveyn için bir doktor tarafından reçete edilen inziva programı var. Bu sadece bir sağlık sorununu tedavi etmek için değil, aynı zamanda küçük sorunların kötü sonuçlara dönüşmesini engellemek için de önleyici tedbir niteliğinde hazırlanmış bir programdan oluşuyor. Bu programda, fiziksel egzersiz ve çeşitli aktiviteler ve terapi yer alıyormış.

Modern ebeveynlik kaygıları bizim anne, babalarımızın yaşadığı kaygılardan çok daha farklı mı? Artık bir çocuk büyütmek için sosyal medyada dayatılan tavsiyelerle mükemmel bir ebeveyn olacağınıza inanıyor musunuz?

Eşim ve ben üç çocuğumuzu yetiştirirken eşimin gönüllü olarak aldığı karar şu oldu: Tüm kariyerini terk edip beraberce aldığımız karar ve gönüllü üstlendiğimiz görevle çocuklarımızı yetiştirip, insanlara faydalı salih kişiler olmalarını sağlamak. Hala göreve devam…

Sizin de bilip yaptığınız şu şeyler işinizi kolaylaştırabilir:

-Çocuklarınızla arkadaş olunuz.

-Hayatı anlamalarıına ve yaşamalarına yardımcı olunuz.

-Çocuklarınızı yönlendirmeyin, ama iyiliğe yöneltin, kötülükten alıkoyun. Bırakın kendileri seçsinler ve kendi seçimlerini yaşasınlar.

Eşim pedagoji mezunudur ve mesleğini çok sever. İlk çocuğumuz doğmadan önce Çocuk Esirgeme Kurumu’nda gönüllü çalışırdı. İlk çocuğumuz sonrası anaokulunda ebeveynler için rehberlik yapmaya başladı. Bilahare ikizler dünyaya geldikten sonra bu üç çocuğu salih yetiştirebilirse vatan/millete karşı vazifesini tamamlamış olacağına karar vererek kendini onların yetiştirilmesi için görevlendirdi.

Eşim çocuklarımızı yetiştirirken çok yararlandığımız bir kitap Leyla Navaro’nun “GERÇEKTEN BENİ DUYUYOR MUSUN?” (1) isimli kitabıydı.

(Kapaktaki karikatür Erdil Yaşaroğlu’na ait.)

Navaro1943 İstanbul doğumlu, lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde, yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünde tamamlamış. Aynı Üniversitede öğretim üyeliği yapmış, kurucusu olduğu Nirengi Psikolojik Danışmanlık Merkezinde çalışmalarını sürdürüyormuş. Kitabın girişi şöyle:   … Anneliği sadece bakım, beslenme, ders çalıştırma, yönlendirme veya duygusal borçlandırma olarak görmedim. Benim için annelik öncelikli bir ilişki…

Yetişkinler, sadece yetişkin oldukları için tüm cevapları bildiklerini veya bilmeleri gerektiğini sanır, cevabını bilmedikleri bir soruyla karşılaşınca rahatsız olurlar; bu yüzden de genel olarak soru sorulmasından hoşlanmazlar. Kanımca, kültürümüz ve eğitim sistemimiz, soruları daha çok sevebilseydi, ilerleme ve çağdaşlaşmamız daha hızlı olabilirdi. Annelik diye yazıyorum ama babalık için de bu kitapta çok şey var.

Daha sonra da kendi anılarından yola çıkarak çocuk yetiştirmenin psikolojik arka planına yönelik yararlı bilgiler veriyor. Şimdi aşağıda daha detaylı anlatacağım.

 Anne olmayı bana kimse öğretmedi. Bildiklerimi kendi annemden, ailemden, arkadaşlarımdan, biraz da gazete, dergi , TV ve bazı kitaplardan öğreniyorum. Ama bu bazen öyle zor ki… Bütün iyi niyetime rağmen her şey istediğim gibi olmuyor… Bir bakıyorum ki istemeden çocuğuma kızmışım… onu azarlıyorum, deliler gibi bağırıyorum. Öyle özeniyorum ki şu sabırlı annelere, hiç kızmayan, sinirlenmeyen, hoşgörülü, her zaman güler yüzlü olan annelere… Ama ben yapamıyorum… Neden? Çünkü, ben de insanım.”

Leyla Navaro şöyle devam ediyor: “Anne simgesi hepimizin gözünde sabırlı, hoşgörülü, verici, fedakar, kendini hiç düşünmeyen, güleryüzlü, sadece başkalarını ve çocuğunu düşünen, çocuk bakımı, eğitimi, psikolojisi hakkında her şeyi bilen veya bilmesi gereken, bilmesi beklenen, hiç kızmayan, sinirlenmeyen, kocaman yürekli süper kadınlar halinde canlanır. Bu ideal anne simgesine kendini kıstırmış, mükemmel anne olması, her şeye yetişmesi, her sorunu kendi halletmesi gerektiğine kendini koşullandırmış kadınların yaşadığı huzursuzluğu, sıkıntıları yansıtmıyor mu?”

Cevabı da şöyle veriyor: “Bazen, olmak istediğimiz bir yapıya sahip olamadığımızdan dolayı neden ve niçinlerle kendimizi suçlar, üzülürüz. Ama insanlar yapı ve kişilik olarak birbirlerinden çok farklıdır, kimi daha sabırlı, daha kabullenici, kimi ise daha tez canlı, daha peşin hükümlüdür. Tüm dünya annelerinin aynı yapıda olmaları beklenemez. Önemli olan, kişinin kendi yapısı dahilinde nasıl davranacağını bilmesidir. Önemli olan kızgınlık, tedirginlik veya kırgınlığı ifade etmemek değil, yapıcı olarak ifade etmektir.”

Navaro sonra oynanmak istenen anne-baba rolünü tanımlıyor:

Ben onlar gibi olmayacağım, çocuklarımı farklı büyüteceğim diyerek anne veya babamızın tüm davranışlarını olumsuz olarak niteleyip reddederiz. “Çağdaş anne baba” rolüne soyunup,  öneri ve tavsiyelere harfiyen uymaya çalışırız; gerek içgüdüsel tepkilerini, gerek mantık ve sağduyularını, gerekse kişisel duygu ve davranış tarzlarını rafa kaldırıp, kendimizce olunması gereken ideal anne-baba rolünü oynarız. Bu rolde ne kendi kişisel boyut ve sınırları, ne de çocuğun kişilik ve yapısı söz konusudur. Söz konusu olan neyin yapılması gerektiğidir. Tabii, bir süre sonra anne veya babanın kişiliği veya yapısı bu gibi bir oyuna tepki gösterir, sabrı taşar, öfkelenir, bağırır… çocuk ise çelişkili mesajlar aldığından ne zaman kızılıp, ne zaman kızılmayacağını bilemez, evde sorunlar sürüp gider.

Aile içinde çocuklarla oluşan sorunların birçoğu, annenin veya babanın tepkilerini düşünmeden, başkaları öyle yaptığı için, sağduyusuna ve içinden gelen duygulara kulak vermeden göstermesi veya duygularını yanlış ifade etmesinden kaynaklanır.

Aslında anne-babalık rol gerektirmez, özellikle bilgi ve sorumluluk gerektirir. Çünkü bütün diğer sanat ve meslekler öğrenildiği halde, yaşamın en az yirmi yılını kapsayacak anne-babalık mesleğini hiçbir okul öğretmemektedir. Dünün genç Ayşe’si ile genç Ali’si aniden Anne Ayşe ve Baba Ali olmuşlardır.

Sabır, hoşgörü, sevgi umutları ve aynı zamanda endişeyle dolu anne-baba adayı, gerçek anne-babalığa başlayınca sabrının o kadar da sınırsız olmadığını, hoşgörüsünü zamanla yitirdiğini ve gittikçe istemediği davranış ve tepkileri göstermeye başladığını yaşar; çocuğunu çok seveceğini zannederken bazen hiç sevmediğini hisseder ve bütün bunlardan dolayı suçluluk ve huzursuzluk içinde bocalar.

Navaro bu bocalama ve çelişkilerin temel nedenlerini 3 ana başlık altında topluyor:

1. Eğitim konusunda günümüzün hızla değişen değerleri,

2.Toplumda değişen kadın ve anne imajı,

3.Anne-Babalık sanatını öğreten kurumların eksikliği.

Yakın geçmişte biz Yıldız Holding’te Haluk Yavuzer hoca ile birlikte Ana-Baba Okulu etkinlikleri başlatmış, bunu da bir kitaba dönüştürmüştük (2).

Daha sonra Navaro ”çocuğu dinleyerek” anlama konusuna giriş yapıyor:

Çocuğun üzüntüleri, duyguları kendi boyuna göre gerçek ve geçerlidir. Duyulmadığını, anlaşılmadığını gören çocuk, bunu duyurmak için daha aşırıya kaçar, daha çok ağlayarak veya hırçınlık ederek kendini duyurmaya çalışır. Biz büyükler çocuğun duyguları gibi,  algılarına da fazla güvenmez, tepkilerimizi kendi algılarımıza göre ayarlarız. Genel olarak duyulan hisler şunlardır: kızgınlık, öfke, içerleme, isyan, nefret, kendini küçük görme, güvensizlik, vb…

İşte çocuklar da bizler gibi, hatta daha yoğun olarak aynı duyguları yaşarlar. Çünkü olay sırasında duyduklarını anlatmaya çalışsalar da anne-baba ya duymamakta, ya da kabul etmemektedir. Anne-baba çocuğun duygularını inkar edip, kendi duygu ve düşüncelerini çocuğa kabul ettirmeye çalışmaktadır.

Sonuç: Tartışma, birbirinden uzaklaşma, çocuktan anneye içerleme, öfke ve anne-babadan çocuğa kızgınlık, içerleme, öfke

Bu gibi tartışma ve kırgınlığa meydan vermemek için dikkat edilmesi gereken üç önemli yol var diyor Navaro:

1. Kendini çocuğun yerine koyarak durumu değerlendirmek (EMPATİ),

2.Çocuğun anneden ayrı ve farklı duyup düşünebileceğini kabul edebilmek, çocuklar da ayrı birer kişidir.

3.Çocuğun gelişim süreci içinde (yaşının icabı) bazı davranış ve duygularda bulunabileceğini bilmek ve bunları geçici olarak kabul etmektir.

Çocuk eğitiminde etkili olabilmek ve çocukla sağlıklı ilişkiler kurabilmek için ilk adım, çocuğu çocukluğuyla yani yaşının getirdiği doğal sınırlamalar ve yetersizliklerle kabul etmek, ona ileride olmasını düşlediğimiz yetişkinin veya kendimizin küçük bir kopyası olmadığından dolayı kızmamakla başlar. Zira çocuk, çocuktur.

Çocuk yetişkin değildir, yetişkin gibi düşünemez, davranamaz ama zamanı gelince öğrenir.

Kabul Edilmez Davranışlara Engel Olmak: Sevginin temeli kabul duygusudur. Ama bu kendimizi veya çocuğumuzu sadece kabul edeceğiz, hiç eğitmeyeceğiz anlamına gelmez.  Değerleri, davranış tarzlarını nasıl öğreteceğiz. Çoğunluğumuz anne-babalığı kendi evlerinde gördükleri tarzdan öğrenir.

Mesela size kendimden örnek vereyim:

Annem, herhalde İkinci Dünya Savaşı esnasında çekilen yoksunluklara istinaden israf konusunda çok hassastı ve yemek bulunca yemek lazımdı, aç kalma tehlikesi yaşamıştı. Tutumluydu, pahalı ve lüksten, aşırılıktan kaçınır. Bize turfanda meyve bile yedirmezdi. Gereksiz masraflardan kaçınırdı.

Keza biz akşam ders çalışalım diye hafta içi akşamları gezmeye gidilmez, misafir çağrılmaz hatta TV seyredilmezdi, Dallas, Jr bile…

Babam ise okulda çok başarılı notlar almaktan ziyade, ileride hayatta işimize yarayacağı için derslerimizi öğrenmemiz gerektiğini söyler ve her sabah beni erkenden kaldırır, kendine ve bana bir sütlü kahve yapar ve beraber çalışırdık. Ben ders çalışırken, o da o gün yapacağı işleri gözden geçirirdi.

Çocuğun istenen, beklenen davranışı yapması için genellikle önceden kendisine bir söz verilir. Çocuk davranışı yapar ve ödülünü hak eder. Ancak ödül zamanla çocukta bağımlılık yaratır. Çocuk ödülü almak için istenilen davranışta bulunur, gerçekten davranışı yapması gerektiğine inandığı için değil. Sürekli ödül almaya alışık çocuk maddiyatçı olur, her yaptığı davranışa bir karşılık bekler (Bu konuda şimdilerde Özgür Bolat’ın Beni Ödülle Cezalandırma kitabı çok popüler ona da bakabilirsiniz)(3). :

Çocuk eğitiminde takdir ve teşvik ödülden daha önemlidir. Zira zamanla ödülün etkisi kaybolur, ancak çocuk annesinin takdirini duymak için o davranışı tekrarlar. Dolayısıyla ödül başlangıçta ve ölçülü olarak kullanılmalı, davranışın devamında artık yerini takdir, olumlu duygular ve teşviğe bırakmalıdır.

Ceza ise çocukta korku yaratır. Çocuk davranışı yapmak istemediğinden yani yapmaması gerektiğini anladığından değil de cezadan korktuğu için yapmaz. Ancak, ceza da ödül gibi zamanla etkisini kaybeder. Çocuk cezaya alışır, hafta sonu çıkmamak bir süre sonra onu etkilemez ve istenmeyen davranışı devam eder. Çocuk cezadan kaçabilmek için yalan söyler.

Çocuğun düşündüğü odak konu artık işlenen suç veya olumsuz davranışın neticeleri değil, cezanın getirdiği duygulardır. Sevgi ve ilgi ile yürütülen bir anne-çocuk ilişkisinde cezanın yeri yoktur, ancak çocuk olumsuz davranışının sonuçlarını yaşar. Örneğin, birçok ikaza rağmen duvara çizmeye, boya sürmeye devam eden çocuğa boyaları silmesi gösterilir ve istenir.

Yine benim çocukluğumdan bir örnek: Biz daha ziyade annemle muhatap olurduk. Annem ise gerektiğinde babamı devreye sokardı. Bir ergenlik krizimde, ben atıp tutarken bunalan annem: gelsin baban ona anlatırsın, deyince ben: olmaz, babamla yarın konuşayım, yoksa o güzel konuşur beni ikna eder, onçin ben bugünkü beyliğimden vazgeçmem, demiştim.

Kabul Edilmeyen Davranışlara Cezasız Nasıl Engel Olabiliriz:

Sorun olan davranıştan önce:

1.Önleyici açıklama, 2. Çevreyi değiştirme3. Örnek olma4. Çocuğun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olmak.

Bütün bunlarda en önemli unsur, TAKDİR’dir. Beğendiğiniz her güzel, olumlu davranışı takdir etmek, onun tekrar edilmesi için vazgeçilmez bir etkendir. Bu yöntemler çocuğa kızmamak, cezalandırmamak için önceden alınabilecek tedbirler, önlemlerdir.

Sorun olan davranış sırasında önerilen taktikler:

1.Kabul edilmeyen davranışın nedenini düşünmek: Çocuklar laf olsun diye olumsuz davranmazlar. Bizim nedenini düşünerek çocuğa da danışarak yardımcı olmamız gerekir,.

2.Alternatif sunmak: Olumsuz davranışın yerine yapabileceği olumlu bir davranışı göstermek.

3.Anne-Babanın duygularını belirtmesi: Olumsuz davranıştan dolayı annenin duyduğu olumsuz duyguları ve olumsuz etkiyi belirtmesi gerekir. Bu kızmak, beddua etmek, bağırmak, küfür etmek değildir.

Tüm bu sorunları giderdiğimizi düşündüğümüzde yapabileceğimiz taktikler:

1. Etkileri göstererek pişmanlık duyurmak,

2. Çocuğun olumsuz davranışının sonuçlarını yaşamasına müsaade etmek.

Disiplin düzenli bir yaşam sistemidir: Hangi kuralların, ne tür bir disiplinin uygulandığı değil, bu kuralların nasıl uygulamaya konulduğudur. Her zamanki gibi neyin yapıldığı değil, nasıl yapıldığıdır. Aslında gerçek disiplin kişinin kendiyle başlar. Evde disiplinin yürümemesinin en önemli nedenlerinden biri, yetişkinlerin dediğimi yap, yaptığımı yapma felsefesiyle yaptırımlara girişmeleridir. Halbuki bunun aksi yani ben sana dediklerimi yapıyorum ve sen de benim gibi yap demesi gerekir.

Evet bu prensip aslında sağlıklı toplum hayatının da temelidir. Yani sosyal düzeni sağlayan kanunları koyan ve yürütmekle mesul olanlar, kendileri de bu kanunlara uyduklarında toplumda itminan ve huzur olur.

Eğitimde ve birçok öğretilmek istenilen davranışta olduğu gibi, disiplinde de en etkili yöntem örnek olarak öğretmektir. Çocuk günlük yaşamında düzenli, disiplinli, beklenilen davranışları gösteren bir aile büyüğü ile yetişirse,  yaşam şeklinin böyle olduğuna inanır, iyi alışkanlıklar geliştirir. Genellikle evdeki kural ve yasaklar, nasıl bir disiplin uygulanacağı, anne-babanın özellikle fazla düşünmeden “bu böyle yapılır “diyerek uyguladıkları yaklaşımlardır. Kurallar ve uygulanacak olan disiplin, bu böyle yapılır veya başkaları böyle yapıyor diye alıntı olarak değil de, çocuğun ve ailenin yapısına, bünyesine göre düşünülerek uygulanırsa, daha kalıcı ve verimli sonuçlar almak mümkündür.

Navaro daha sonra disiplini dış kontrollü yani sözel (Kızıp bağırmak, Tehdit etmek, Sözle hor görmek, Beddua etmek, Sevgiyi esirgemek) ve fiziksel disiplin yöntemleri mesela, dayak ve iç kontrollü (öz-disiplin) olarak ikiye ayrıyor ve  dış kontrollü disiplinin çocukta anne/babaya kızgınlık, düşmanlık, nefret hisleri uyandırdığı, saldırganlık duyguları geliştirdiği, çocuk kendini güçsüz, aciz hissettiği dolayısıyla çocuğa davranışı, etkileri ve sonuçları üzerinde düşünmek yani vicdan ve ahlak geliştirmek yerine, saldırgan olmayı, işini kaba kuvvetle halletmeyi, öç almayı, sevgisizliği  öğrettiği için eğitimde yeri olmadığını söylüyor.  

Daha sonra Navaro çocukta öz-kontrol yaratmanın önemine vurgu yaparak nasıl oluşturulacağına yönelik bilgi veriyor:   

Özdenetim, kişinin bazı kuralları benimsemesi ve dış uyarılara gerek kalmadan bu kurallara kendi kendine uyması ve uygulamasıdır. Aslında çocuklarla varmak istediğimiz amaç budur. Kuralları benimsemeleri, ne yapıp yapılmaması gerektiğini bilip kendi kendilerine yapmaları, sürekli uyarı ve ikaza gerek kalmadan görevlerini yerine getirmeleri örneğin: diş fırçalamak, banyo yapmak, dersini zamanında yapmak, gece belirli bir saatte yatmak, eşyasını toplamak gibi. Bu şekilde, hem anne-baba sürekli ikaz ve kontrol rolünden kurtulur, hem de bu nedenle oluşabilecek sürtüşme ve sorunlar önlenmiş olur.

İlk temel ilke, kural ve beklentileri açıklamak, ikinci temel ilke ise desteklemektir. Dolayısıyla, evde disiplin sağlamak yalnız otorite ve güç ile olmaz. Bu konuda bilgili olmak, bilinçli hareket etmek, tutarlı davranmak ve yanında yer alıp onu desteklemek yeterlidir. Bu tür bir yaklaşımla özdenetim daha sağlıklı ve kalıcı bir şekilde elde edilir.

Öz kontrol şöyle inşa edilir:

1.Ev içindeki kural ve beklentiler katı ve değişmez değildir,

2.Beklenen davranışlar açıklanmalıdır,

3.Çocuğa kuralların uygulanmasında aktif rol ve sorumluluk verilir.

Psikolojide kademeli yaklaşmalar terimi ile açıklanan bir yaklaşım tarzı vardır. Kademeli yaklaşmalarda, yapılması istenilen, beklenen davranış belirlenir. Örneğin çocuğun bilgisayar oyunu oynarken sınır koymayı öğrenebilmesi gibi. Çocuğa istenen davranışta bulunabileceği ortam, malzeme hazırlanır, örneğin: yanına alarmlı saat konur, okuyacağı kitap ya da yapacağı ödev yanında dururken çocuk izlenir veya doğrusu örnek olarak gösterilir ve niye kitap okuması ve ödevlerini yapması gerektiği açıklanır.

Yapmamız gereken, dikkatimizi sadece çocuğun yapmaması gereken davranışları üzerine yöneltmek yerine özellikle olumlu, beklenir ve istenir davranışlarına yöneltmektir. İstenmeyen davranışlara hemen tepki göstermek yerine, istenir, beklenir davranışlarına hemen tepki gösterip takdir etmek önemlidir.

Övgü ve takdir, çocuğun kişiliğine değil de çabasına, becerilerine, yani davranışına veya neticelerine ilişkin olmalıdır. Tanınmış çocuk psikoloğu Dr. Ginott övgü için: Övgü penisilin gibidir, gelişigüzel kullanılmamalıdır. Ağır ilaçların kullanılmasında gözetilmesi gereken bazı kurallar ve alınması gereken önlemler vardır.

Bunlar duygusal ilaçların kullanılmasında gözetilir, der (4).

Şayet çocuğunuza değer veriyor ve onu dinleyip anlamak istiyorsanız, şunları yapmayın:

1.Öğüt vermek, çözüm getirmek, yönlendirmek: Genellikle öğüt vermek, ahlak dersi suçluluk duygusu uyandırır, iletişimin kesilmesine veya yön  değiştirmesine neden olabilir, konuşan kişide direnç, isyan yaratabilir, konuşan  kişiyi savunuculuğa iter.

2.Yargılamak, eleştirmek, ad takmak: Genellikle yargılama ve eleştirme tepkileri ile karşılaşan kişiler kendilerini    anlaşılmamış, itilmiş, haksızlığa uğramış, çaresiz hisseder, akabinde iletişimi keserler.

3.Soru sormak, araştırmak, incelemek: Genellikle bu yaklaşımda önyargı, eleştiri veya zorunlu çözüm bulunur, böylece işin akışı yön  değiştirip esas sorundan uzaklaşır.

4.Teşhis koymak, tahlil etmek: Dinleyen kişi sanki konuşanın niyetini, söylemek istediklerini çok iyi biliyormuş, onun kafasının içindekileri okuyormuş gibi bir tavır takınır,  konuşanı savunmaya ittiği gibi, sinirlenmesine, sabırsızlanmasına ve karşılık vermesine neden olabilir. Konuşan kişi kendini kıstırılmış, yanlış anlaşılmış ve yanlış yorumlanmış hissettiğinden iletişimi keser.

5.Sakinleştirmek, teselli etmek, konuyu değiştirmek: Söyledikleri  duyulmadan, teselli, teskin edilmek istenen kişi, anlaşılmamış,    dinlenilmemiş hisseder ve kızgın olur.

Gerçekte çocuğu dinlemenin “KATILIMLI DİNLEME” yani empatik, kendini onun yerine koyan dinleme olması gerekiyor. Çocuğun gerçek duygularını ifade etmesi çok önemlidir. Duygular açığa çıktığında, anlatıldığında önemini yitirir. İyi bir dinleyici yorum getirmeyen, yani çarpıtmayan bir ayna gibidir, diyor yazar.

Çocuğu Dinlemenin Yararları:

1) Çocuğun konuşma yeteneği artar, kendini daha iyi ifade etmesini  öğrenir, kelime bilgisi zenginleşir.

2) Çocuğun bir derdi varsa, bunu saldırganlık, hırçınlık, ağlamak, içine kapanmak gibi davranışlarla göstermek yerine sözle ifade ederek rahatlar, bu hırçınlaşmasına, içine kapanıp üzülmesine, ileride derslerini veya sosyal hayatını olumsuz etkilemesine engel olabilir.

3) Anlaşıldığını anlayan çocuk kendini daha huzurlu ve rahat hisseder, bu da çocuğun kişisel ve sosyal gelişmesine yardımcı olur. Çocuğun kendine güveni artar.

4) Çocuk ile anne-baba arasında bir yakınlık doğar, çocuk onlara danışır  ve diyalog kurar.

5) Söyledikleri dinlenen çocuk da anne-babasının sözünü dinlemeye  başlar.

Kitabın sön bölümünde Navaro’nun anne-babalara verdiği bilgiler, öğütler ise kısaca şöyle:

·       Kızgınlığımızı yıkıcı bir şekilde dile getirerek istenmedik olaylara neden olmak yerine, bilinçlenerek önceden tedbir almak gerek karşı tarafı  yani çocuğu ve kendimizi, ilişkimizi korur.

·       Sen-diliyle olumsuz duygularımızı dile getirmek, eleştirmek, karşı tarafa çok olumsuz duygular yükler. Kişiliğine gelen zararların dışında, sen dili ile ifade edilen hoşnutsuzluk ve eleştiri sözleri, çocuğun direnmesine, karşı gelmesine, kızmasına ve dolayısıyla söz dinlememesine neden olur.

·       Ben-dili ile konuşmak kişinin sadece kendinden konuşması veya kendini övmesi,   öne sürmesi demek değildir. Ben dili, kişinin o anda, karşılaştığı durum veya davranış karşısında, kişisel tepkisini duygu ve düşüncelerle açıklayan bir ifade tarzıdır, yani duygu ve düşüncelerimizi içtenlikle ifade  eden sözcüklerdir. Ben-mesajları gerçek düşünce ve duygularımız, özümüzle ilgili iletimlerdir. Başkaları hakkında değerlendirme ve yorumlarımızı değil, bizim duygu ve yaşantılarımızı açıklar.

·       Aşırı korumacılık, toplumumuzda “iyi“ ebeveynlikle eşdeğer tutulmakta. Oysa sadece yemek yedirmek ve çocuğun her istenileni yemesini sağlamak iyi ebeveynlik demek değildir. Özellikle iyi yemek yemesini sağlamak amacıyla, kendi kendine yiyebilecek bir çocuğa, annenin yemek yedirmesi, hem çocuğa hem de anneye verilen büyük cezadır. Pek çok genç ebeveyn, ana-babalığını bu alanda kanıtlamaya çalışarak hem kendilerini hem de çocuklarını zora koşarlar.

·       İstediklerini hemen elde edemeyen çocuklarla, hemen elde eden çocuklar arasında yapılan kıyaslamalarda, hemen elde edemeyen çocukların kendilerini daha iyi kontrol edebildiği, amaçlarına ulaşmak için daha fazla çaba harcadıkları bulunmuştur.

·       Kültürümüzün en büyük yanılgılarından biri ebeveynliği sürekli hizmet olarak görmektir. Bu anlayış, çocuğun ruhsal ve fiziksel beceri gelişimini engellediği gibi, özerk düşünce ve özgüven geliştirmesine engel olur. Ebeveynlerin çocuğuna ayırdığı zaman, çocuğun yaşı arttıkça ters oranda azalmalıdır. Anne-babalık hizmet ve bakımdan öte, çocuğun fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarına cevap veren bir ilişkidir.

·       Çocukların sağlıklı gelişimi için, ana-babaların  mutluluğu çok önemlidir. Çocukların algı ve duygu dünyaları çok hassas ve diridir. Yetişkinlerin duygularını radar gibi algılar ve benimserler. Anne-babalığın  mükemmelli yoktur, olmamalıdır. Çünkü anne-babalık temelde beraber yaşanan bir ilişkidir.

Ve son söz olarak ben de aynı şeyi söylüyorum: Mükemmel anne-babalar mutlaka mükemmel çocuklar yetiştirmez ama mutlu anne-babalar mutlaka mutlu çocuklar yetiştirir. Bir anne-babanın çocuklarına vereceği en önemli hediye, mutlu olmayı öğretmek ve bunu yaşatmaktır. Çocuk yetiştirme sanatının, yaşamın sırrı: #mutluetmutluol

 

Kaynakça

 

1.Navaro, L. (2020). Gerçekten Beni Duyuyor Musun, 2020.

2.Yavuzer, H. (2012). Ana Baba Okulu, Remzi Kitabevi, ss.464.

3.Bolat, Ö.(2016). Beni Ödülle Cezalandırma, Doğan Kitap, ss.248.

4.Ginott, H.(2019) Ana Baba ile Çocuk Arasında, Okuyan Us Yayınları, ss.264.

 

Murat ÜLKER

Yorum Yap