Kaç ülkenin yaşayabildiği bir tesadüftür bu, bilinmez. Ülkemizde yılın ilk anlamlı bayramı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve o günün çocuklara armağan edildiği 23 Nisan ile başlar. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilan edilmesi nedeniyle kutlanan Cumhuriyet Bayramı ile de sona erer. Arada “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” ve “30 Ağustos Zafer Bayramı” gibi temel taşı günlerin yanında Türk devrimlerinin gerçekleştirildiği günler ve toplumsal birlikteliği ve bilinci desteklemeye yönelik gün ve haftalar da idrak edilir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin aslında 1 Kasım 1922 tarihinde kurulmuş olduğunu söylersek herhalde yanlış yapmış olmayız. Hem İstanbul hem de Ankara’da iki ayrı hükümetin varlığı, batının bu ikiliği istismar edip barış görüşmelerinde Anadolu’daki milli hükümeti görmezden gelerek İstanbul hükümetini muhatap alma girişimleri üzerine Ankara, bu ikiliği ortadan kaldırmak ve Anadolu hükümetinin “Tek yetkili” konumunu netleştirmek için söz konusu tarihte saltanatı kaldırmış ve Osmanlı Devleti’ne fiilen son vermişti. Ne var ki koşullar Cumhuriyet’i resmen ilan etmek için henüz olgunlaşmamıştı ve bunun için bir yıl daha beklemek gerekecekti.
Atatürk, daha gençlik yıllarından itibaren devletteki çarpıklıkları görmüş, bu haliyle ülkenin gelişme ve kalkınma yolunda ilerleyemeyeceğini anlamıştı. Daha o zamanlar yönetim modellerini mercek altına almış, köhnemiş sistemin modern dünya ile arasındaki o uçurumu en kısa zamanda kapatabilecek yolun cumhuriyet olduğuna inanmıştı.
Aslında Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren cumhuriyet rejiminin ipuçlarını da vermeye başlamıştı Mustafa Kemal Atatürk. Adeta yaşam felsefesi olarak benimsediği cumhuriyeti attığı her adımda yaşamaya ve yaşatmaya çalışmıştı. Yakın gelecekte rejim olarak da somutlaşacak cumhuriyeti halka da aşılamaya başlamıştı. Bağımsızlığa giden yolda hiçbir kararı tek başına almamış, ülkenin dört bir yanından topladığı temsilcilere danışarak, bir meclis oluşturarak, orada tartışarak ve onları ikna ederek doğru yolu göstermeye çalışmıştı. Örneğin temeline harç koyduğu devletin meclisine seçilmesini engellemeye çalışanları bile kürsüden seslenerek ikna etmiş ve tekrar seçmelerini sağlamıştı.
O’na göre cumhuriyet “Egemenlik” demekti. Yani kendi geleceğimize kendimizin karar vermesi anlamına geliyordu. Cumhuriyet demek “Millet iradesi” demekti. Yani ülkeyi kişisel otoritelerin ya da keyfi idarelerin değil, halkın seçeceği kişilerin halkın adına yönetmesi, halkın da onları denetlemesiydi. O’na göre Cumhuriyet “Eşitlik” demekti. Yani devlet yönetiminde erkek ve kadının eşit rol almasıydı. Cumhuriyet, asırlardır bir kenara atılmış kadının modern yaşama varlığı, bilgisi ve cesaretiyle geri dönmesi demekti. Cumhuriyet “Çıtası yüksek toplum” anlamını da taşıyordu. Yani “yüksek bir eğitim seviyesi” demekti. Böylelikle bilinçli bir halk kitlesi ortaya çıkarılacak, bu kitle seçeceği kimseler konusunda kılı kırk yaracaktı. Kısacası halk liyakati ön planda tutacak yetkiyi, görevi işi bilenlere verecekti. Cumhuriyet demek, yüzyıllardır tebaa durumuna düşürülmüş, ihmal edilmiş, cahil bırakılmış bir halkın artık ayağa kalkması, kazanımlarına iliklerine kadar sahip çıkması ve bunu sonsuza kadar yaşatacak inanca sahip olmasıydı. O’na göre cumhuriyet demek “Özgürlük” demekti. Özgür düşünce ve özgür irade demekti. Birey özgür olursa düşüncelerini de çekinmeden özgürce ifade edebilecekti.
Bugün yukarıda kısaca açıklanan kolonlar üzerine oturtulan ve resmi olarak ilan edilen 29 Ekim 1923 tarihinin 101’inci yıl dönümünü idrak ederken, cumhuriyet kazanım ve hedeflerinin neresinde olduğumuz konusunda milletçe bir öz eleştiri yapmak gibi bir zorunluluğumuz var. Kurucu kadronun hiç olmazsa sonraki nesillere yaşanır bir ülke bırakmak adına ortaya koyduğu bu eşsiz eser için ne kadar gururlansak azdır.
Nereden geldiğimizi unutmadan ve elimizdeki bu imkânı ne zorluklar uğruna kazanıldığı bilincini yitirmeden koruyabilmek ümidiyle,
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Yazı: Levent Dinçer
Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.