Derinlerin Hikâyesi / Mavi Gezegenin Sırları

Derinlerin Hikâyesi: Denizlerin İzinde Dr. Mert Gökalp İle Mavi Gezegenin Sırları

Mert Bey, denizlere olan ilginiz nasıl başladı?

Hollanda Wageningen Üniversitesi Deniz Ekolojisi Bilimi Marine Animal Ecology Bölümü’nden doktoramı tamamladım. Belgeselciyim, su altı fotoğrafçısı ve filmcisiyim. Yazarım ve çevre aktivistiyim diyebiliriz. 

Denize olan ilgim çok küçük yaşlarda başladı. Babam ben daha üç aylıkken beni denize soktu. Üç, dört yaşlarındayken denizden kabuklar çıkartmaya başladım. Ardından altı yaşındayken dayımlar elime zıpkın verdi. Bu şekilde mavi yolculuklara gittik. Babam bir motor aldı. Onunla beraber su kayağı yapıp zıpkınla avlanmaya başladım. Derken Bodrum’daki yazlığımızla beraber denizlere olan ilgim başlamış oldu.

Hem bilim insanı ve belgesel yapımcısı hem de fotoğrafçı ve yazar olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Çok yönlü olmanız birbirini nasıl besliyor?     

Ben aslında bir köprüyüm galiba. Denizlerle alakalı, en azından Akdeniz ile alakalı, okyanus ve resiflerle ilgili de bilgim var ama orada o yörede olan, benden daha iyi bilen insanlar var. Onun için o kadar iddia edemem ama Akdeniz’de kendi bölgemde oldukça fazla bir bilgiye sahip insanlardan biriyim diyebilirim. Çok da mütevazı olmayacağım bu noktada. Bu açıdan hem gözlem yapıp hem bilimi yapıp hem de bilimsel makaleler yazıp hem popüler bilim hem edebiyat yapıp denizle alakalı ürünler çıkartınca birbirini tamamlıyor aslında. Her noktada deniz haberleriyle alakalı noktaları da güncel olaylarla ilgili durumları takip edip denize de girince tabi ki biraz daha fazla bilgi sahibi olmak noktasına erişiyorsunuz. 

İnsanlar da bana gün aşırı sürekli gördükleri canlıları soruyorlar. Kitaplardan yararlanıyorlar. Açıkçası hepsi birbirini besliyor ama tabi ki bizim gibi bir ülkede bilgi satmak zor. Ben de bir köprü vazifesi görerek bilgi satmaya çalışan, bilgimi paylaşmaya çalışan bir insanım. Onun için işim biraz zor.     

Şu anda üzerinde çalıştığınız en önemli deniz biyolojisi araştırması nedir?

“Deniz Çayırları Projesi” en önemli proje diyebilirim. Aslında projemiz bitti ama devam etmek istiyorum. “Project Posidonia” adında deniz çayırları projesi. 

Bodrum genelinde çok büyük bir alanda Türkiye’nin en büyük deniz çayırı haritalama projesini yapıyoruz ve şu anda tamamlamış vaziyetteyiz. Raporumuz çıkacak. Bunun yanı sıra farkındalık yaratarak hem teknecilere hem otelcilere hem de yerel sakinlere deniz çayırının önemini anlatmaya çalışıyorum çeşitli projelerle; sanatla, kültürle, bilimle. Oldukça fazla bir kitleye ulaşmış vaziyetteyiz o yüzden.

Deniz ekosistemleri üzerindeki insan etkisini azaltmak için bireysel ve toplumsal düzeyde neler yapılabilir?

Farkındalık ve eğitim en önemlisi. Küçük yaştan itibaren eğitim vermek gerekiyor. Ekoloji, doğa bilimi, denizler, kıyılar, kıyıların korunması, insan etkisi ve iklim değişikliği üzerine eğitimler olması gerekiyor. Aynı zamanda da yerel yönetim ve ana yönetimin yani hükümetin ve devletin bir şekilde denizlerin ve kıyıların bir miktarının boş kalması, koruma alanlarının olması en az %30 hatta %50’ye varacak şekilde betonlaşmayı engelleyip atık problemlerinin çözülmesi ve balıkçılığın düzenlenmesi gerekiyor. Bunlar yapılırsa bu denizler, bu kıyılar ilelebet devam eder.

Gelecekte denizlerdeki biyolojik çeşitliliği tehdit eden en büyük tehlike sizce ne olacak?

İnsan nüfusunun artışı, şehirleşmenin artışı diyebilirim. Her türlü problem çözülür ama insanın getirdiği etkinin yarattığı sonuçlar çözülemiyor.

Su altı ve yelken yarışları fotoğrafçılığı, dinamik ve zorlu koşullarda gerçekleşen iki farklı disiplin. Bu alanlarda etkileyici kareler yakalayabilmek için nasıl bir teknik ve ekipman uyarlaması yapıyorsunuz? Sizi en çok zorlayan faktörler neler?

Ben Bodrum Cup’ı çekerken, yelken yarışlarını çekerken birçok farklı teknik kullandım. Suya girip hızlı botlarla teknelerin önüne geçip veya rotalarını takip edip bota temas edecek şekilde ve güvenliğimi alacak şekilde yelken yapan botların 2 metre mesafesinden de açık yarı su altı - yarı hava fotoğrafları çektim. Bir zodyak üzerinden de geçişler çektim. Veya bir oksopar gibi daha büyük, daha rahat bir makinede yere yatarak köpükler içerisinde de çekimler yaptım. Veya bottaki aksiyonları da çektim. Açıkçası hepsinin kullanılan malzemeye göre, elinizdeki makineye göre kullanımı farklı. Ona göre kendiniz geliştiriyorsunuz tekniğinizi. Ama aksiyon çok önemli. Hem yelkenin aksiyonu hem de insanın kendi aksiyonu önemli. Duran yelken ve duran insanlar pek güzel sonuçlar vermiyor.

Deniz canlılarından elde edilen biyoteknolojik keşifler arasında sizi en çok heyecanlandıran hangisiydi? 

O kadar çok var ki… En çok heyecanlandıracak olan herhalde ciğerlerimizi suya alıştırıp suda nefes alabilme tekniğini kendimize katabilmemiz; gelecekte bu olacaktır, illa ki olacaktır. Bu çok heyecanlandıracaktır ama mesela şok proteinleri kullanarak soğuk suya dayanma hadisesi çalışılıyor, yapılabilmiş vaziyette değil ama genetik bir takım müdahalelerle olabilecek bir şey bu da. Bunlar çok heyecan verici. O kadar çok özelliği var ki deniz canlılarının, onun için her şey heyecanlandırabilir açıkçası ileride.      

Derin deniz keşiflerinde kullanılan yeni teknolojiler, deniz biyolojisi araştırmalarına nasıl bir ivme kazandırdı?

Yeni dünyaları keşfetmiş olduk. Bir uzay mekiğiyle gidip Mars’a inmek, uzay mekiğiyle gidip yeni bir gezegene inmek gibi bir şey bu araçlarla buralara girmek. Çünkü tahayyül edebileceğinizden daha garip, daha tuhaf daha acayip yaratıklar var orada! 

Koruma altındaki türlerin popülasyon dinamiklerini izlemek için hangi yöntemleri kullanıyorsunuz?

Türkiye’de bu durumla ilgili pek bir şey yapıldığını düşünmüyorum. Bir takım çalışmalar yapılıyor tabi ki. Birkaç kişinin emeklerini yabana atmamak gerekiyor. Kaş’ta Baki Ökkeş çok uğraştı mesela balık sayımıyla. Senelerce gelip yaptılar bir takım farklı noktalarda. Karadeniz balıklarıyla ilgili Mustafa Zengin olsun, Saadet Karakulak olsun çeşitli araştırmalar yapmaya çalıştılar. Bizim bir balık odamız var yani NOAA’nın. Mesela balıkçılıkla alakalı çok önemli bilim insanlarının olduğu ve yetişkin personelin olduğu…

Aynı şekilde Fransızların devlet bürolarının içerisinde de bilim insanlarının, personelin olduğu ve her sene yapılan araştırmalarla bu işlerin düzgün bir takım balıkçılık verileriyle kontrol edildiği, koruma alanlarının tam olarak korunduğu alanlar vardır. Türkiye’de böyle bir durum yok. Onun için popülasyon izleme dinamiği çalışmalarında Türkiye’de çok bir şey yapıldığını düşünmüyorum. Ben ise deniz çayırlarını ölçüyorum. Bunun için de havadan çektiğim fotoğraflarda GIS (Geographic Information System) kullanıyorum.

Deniz koruma alanlarının ekosistemler üzerindeki etkisini araştırırken karşılaştığınız en önemli veriler neler?

Bu alanlar düzgün korunursa ki Dünya’da örnekleri var, hem oradaki yerel ekosisteme hem yerel balıkçılığa hem de yerel insana çok ciddi etkileri oluyor. Özellikle eko turizmle uygulanırsa. Mesela bizde Bodrum ve Kuşadası’nda Alaçatı, Didim gibi bizim kıyılarla karşıdaki gibi beton baskısı, yeni evler, tesisler, sanayi baskısı, atık baskısı olmazsa koruma alanları ciddi şekilde pozitif etkiler yaratıyor ve halk da bir süre sonra balıkçılarda dâhil çok memnun oluyorlar.  

Mikroplastikler ve diğer deniz atıkları, deniz canlıların fizyolojisini nasıl etkiliyor? Bu konuda hangi çözümler önerilebilir?

Bunlar benim konum değil. Açıkçası işin görünen tarafı o. Çok fazla bilimci bununla uğraşıyor. Benim esas ilgilendiğim bölüm görünmeyen taraf. Sıvı atıklar yani şehir atıkları  ve derelerden gelen atıklar yani sanayi atıkları… Bununla kimse ilgilenmiyor, esas bununla ilgilenmemiz lazım. Tabi ki o tarafla da ilgilenilsin ama o tarafta bir savaş yok. Plastik denince çok fazla kişiyle savaşmak zorunda kalmıyorsunuz ama bu tarafta ilgilenen yok. O yüzden çok fazla ihtiyaç var.   

Deniz ekosistemlerinde belirli türlerin yok olması, besin zinciri ve ekosistem dinamikleri üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?

Çok büyük etki yaratıyor. Orfozun yok olması demek lüferin yok olması demek, deniz çayırlarının yok olması demek hepsinin gitmesi demek. Onun için her bir zinciri çıkarttığınız zaman zincirleme bir reaksiyon şeklinde durum kötüleşiyor.

Yeni nesil bilim insanları ve fotoğrafçılar için en önemli tavsiyeniz ne olurdu?

Eğitim! Okuyun, öğrenin ve çevrenizi eğitin. İnsanların deniz eğitimine ve okumasına ihtiyacı var. Doğa okumasına ihtiyacı var. Doğayı korumaya ihtiyaçları var. Eğitim çok önemli. Gezip görmek çok önemli. İnsanların gezip gördüğü yerleri görmek, onların yaptığı keşifleri görmek çok önemli bir şey. Bizde öğrenmeme üzerine, barbar bir yaşam üzerine; okuyacaksın da ne olacak, bilmem ne yapacaksın da ne olacak gibi tamamen şehir yaşamının körüklediği saçma sapan bir şey var. O yüzden zaten ülkece geri kalmış vaziyetteyiz. Bilimin temellerini uygulamadığımız için inovasyon uygulamadığımız için! Eğitimden, bilimden ve pozitif bilimden başka çaremiz yok!  

Önümüzdeki yıllarda hayata geçirmek istediğiniz bir proje var mı?

Evet, ben bu deniz çayırları projesini Türkiye’ye yaymak istiyorum. Deniz koruma fikrini Türkiye’ye daha güçlü bir şekilde yaymak istiyorum. Benden önce gelenlerin yaptıklarından daha iyi bir şekilde yapıp eğitim noktasında ciddi ürünler üretmek istiyorum. Tabi ki İz TV’deki “Derin Mavi” belgeselini arttırarak daha fazla bölüm çekmek, daha fazla noktaya gitmek, yurt dışında programlar yapmak istiyorum. 

Son olarak yaptığınız çalışmalar arasında sizi en çok etkileyen ve değiştiren proje hangisiydi? 

İlk yaptığım film “İrme”. Süngerci filmi, youtube’ta var. Kısa bir film. Çok fazla festivale gidip ödül aldı. İmece şeklinde çekildi. Ben de orada kurguyu ve film çekmeyi öğrendim. O çok önemliydi. İkincisi de “Lüfer” tabi ki. Galiba yaptığım en iyi işlerden bir tanesi. Belki de en iyisi. Çok uzun süre çektim. Çok uzun zamanda kurgulandı ve iyi bir belgesel oldu. Onun için ikisi diyebilirim.      

Bu yoğun temponuzda bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

 Röportaj: Banu Demir / Yelkencinin Gazetesi

Fotoğraflar: Mert Gökalp Arşivi

Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.

Yorum Yap