GOYA YAPARSAN KARŞILIĞINI ALIRSIN.
Sanata yatkınlık biraz deneyimlemekle, görmekle, yerinde yaşayarak birebir maruz kalmakla ilgili bir şeydir. Bu yüzden gençlerin önemli bienallere katılımını oldukça kıymetli buluyorum. Bir yandan bienaller evrensel sanatta yeni eğilimlerin, yeni sanatçıların ortaya çıkmasına imkan sağlayan, belirlenen kavramsal çerçeveleri içerisinde ve etrafında hepimizin tartıştığı konulara katkı sağlayan bir dil geliştirme olanağı sağlayan fırsatlardır. Dünyanın en önemli sanat bienallerinden biri olan Venedik Bienali’ni görmek de bu zirve etkinliklerden biridir. Bu yüzden yıllar boyu sanat öğretim görevlileri ve onların seçtikleri birer öğrencilerini bienalde ağırlıyorduk. Biz sanat goyası yapanlar için de onların gözüyle o ortamı deneyimlemek geziyi özel kılıyordu, zihin açıcı oluyordu. Konu bu hafta nasıl buna geldi derseniz ilk yaptığımız gezide yani 2013 yılında bir öğrenci olarak beraber Venedik Bienali’ne gittiğimiz Begüm Güney’den bir mail aldım ve seneler sonra tekrar buluşup görüştük. Şimdiye kadar yaptıklarından bahsetti, anılarından da konuştuk. Bu hafta size bu görüşmeden anekdotlar anlatacağım. Gelin beraberce bir gencin sanat yolculuğundan, görüşlerinden esinlenelim.
Begüm Güney, Kadir Has Üniversitesi Grafik Tasarım bölümü öğrencisiydi onunla ilk tanıştığımızda, sonrasında Yeditepe Üniversitesi’nde Sanat, Eğlence ve Medya Yönetimi alanında yüksek lisansını yapmış. O sene dört üniversitenin resim bölümlerinden öğretim görevlilerini davet etmiştik; Kadir Has Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi. Rahmetli Prof. Oktay Anılanmert ise kendi öğrencilerinden Begüm Hanım’ı seçmişti. Diğer hocalar Aydın Ayan, Hüsamettin Koçan’dı. Seçtikleri öğrencileri Burak Kabadayı, Seyit Mehmet Buçukoğlu ve Naz Tansel’di. Bize eşlik ettiler ve keyifli bir anı oldu hepimiz için. Bugün hepsi sanatla ilgileniyorlar ne güzel ne mutlu bizim için. #mutluetmutluol
Begüm şöyle anlatıyor:“Üniversite son sınıftaydım o yıl ve etkinliğin programı çok güzel oluşturulmuştu. Hem yerleşim alanı açısından her yere erişimi olan bir giriş ayarlanmıştı hem de gerçekten görülmesi gereken her şeyi içeren detaylı bir program hazırlanmıştı. Bazı sanatçılarla da bir araya gelmiştik ve bu çok keyifliydi.Herkesin birlikte gezdiği bu programın ardından herkese özel bir zaman bırakılmıştı ve böylece herkes kendi ilgi alanlarına göre görmek istediklerini görebilmişti. Ben mesela İtalyan Pavyonundaki işi çok beğenmiş ve konuşmaları izlemiştim.”
Öğle ve akşam yemeklerinde ise tüm ekip bir araya geliyordu. İlk gün ben de iştirak ettim. Sergi esnası ve sonrasında herkesle sohbet etmiş, farklı bakış açılarından oldukça beslenmiştim doğrusu.
Yine Begüm Güney’e dönüp kişisel yolculuğunu kendi sözcükleriyle okuyalım:“Aslında benim haricimde tüm hoca ve öğrencileri resim bölümündendi. Sadece ben grafik tasarımı öğrencisiydim ama o dönemde yine sanatla çok içiçeydim. Aslında kafamda zaten bu geçiş hep vardı. Ama 23 yaşında insan artıyı eksiyi tam olarak göremeyebiliyor, ölçüp tartmak gerekiyor. O zaman da yöneticilik yeteneğim vardı, hep öyle işlerde çalıştım. Sanatta ciddi bir kreatif olabilirsiniz; ama işin her zaman başka gözle bir yönetime ihtiyacı oluyor. Gerek prodüksiyon yönetimi gerek işleyişin yönetimi gerek iletişimin yönetimi… Sanatçı genelde onlarla ilgilenmiyor, onun farklı bir motivasyonu oluyor. Hatta sık sık sohbetlerde ‘Biriniz de sanat yöneticisi olun canım’ denir hep, ‘Herkes sanatçı olmasın, küratör ve yönetici olmalı” diye de eklenir.”
Begüm Güney’in sanatçı arkadaşı Buğra Erol’un kendisinden eserleriyle ilgili yazı yazılması istendiğinde verdiği cevap ilginç geldi bana:”Ben diyalogumu eserlerim üzerinden kurabildiğim için bu işi yapıyorum ben edebiyatçı değilim.” Katılıyorum, sanat sanatçının kendini ifade biçimi ve eserinin kendini anlatması, sanatçının da eserleriyle ilgili fazla yorum yapamaması esas alınmalıdır. Aksi halde sanatçının izleyicilerin hayalgüçlerini sınırladığını düşünenlerdenim.
Begüm Güney daha sonra şöyle devam ediyor:“Venedik Bienalinden sonra o sene son sınıf öğrencisiydim; sonra 4 sene ara verdim. O arada reklam ajanslarında çalıştım, reklam ve metin yazarlığı süreçlerim oldu. Tekstil alanında da çalıştım, üniversiteden beri çok çalıştığım bir alandı. Bir mimarla çalıştığım bir dönem de oldu. O dönem çok yönlülüğün neye hizmet edebileceğinin bilincinde değildim. Hayat beni oraya doğru hazırlamış aslında. Kendini dinlemek çok önemli deriz. Sonrasında ben de hayatıma bir es verip aslında ben ne istiyorum, hayatımın sonuna kadar ne yapmak istiyorum, diye 30’lu yaşlarıma girerken sorduğumda, artık yapmak istediğim şeyi yapmaya başlamam lazım gibi bir his gelmişti. İş hayatında belli bir başarı seviyesini hedefleyen insan için sanıyorum bu dürtüsel bir süreç ve ben de bu süreçten geçtim. Biraz durup kendimi dinlediğimde kültür ve sanat yönetimine karar verdim. Çünkü benim grafik tasarımında yaptığım şeyi, yani bir imajla bir mesajı verme becerisi geliştirmeyi, bir sergiyle bir fikri verme fikrini de çok benzer buluyorum. Dünyadaki en iyi küratörlerin birçoğu ya grafik tasarım ya sosyoloji çıkışlıdır zaten. O yüzden ben de kültür ve sanat yönetimi yüksek lisansı yaptım ve sosyoloji alanında tezimi yazdım.”
Daha sonra Begüm Hanım benimle ilgili bir anısını anlattı, ben unutmuştum: “Venedik Bienali’nde sizinle komik bir anım olmuştu. İlk gün orada öğlen yemeğinde karşıma oturdunuz, evleneceğimi duymuştunuz. 23 yaşındaydım ve sizin kim olduğunuzu bilmekle birlikte hiç fotoğrafınızı görmediğim için sizi şahsen tanımıyordum.’Evleniyormuşsunuz, ben de çok genç evlendim’ demiştiniz. Sonra sohbet etmeye başladık, bana kendi hayatınızdan, eşinizden, çocuklarınızdan bahsettiniz. Sergiden konuştuk. Hangi pavyonu beğendiğimizden, Türk sanatçılardan bahsettik. Hangi estetik sizin ilginizi çekiyordan, spora kadar uzun bir sohbetti. Hatta ben eski milli kürekçiyim. Bir noktada ben size ‘siz ne iş yapıyorsunuz’ diye sordum. Siz de bana muhasebeciyim dediniz. Masanın durup bana dönmesinden anlamalıydım belki, ama siz hiç bozuntuya vermediniz. Ta ki biri gelip “Murat Bey uçağınız hazır” diyene kadar da durumu anlamadım açıkçası”.
Begüm Güney anlatmaya devam ediyor: “Bienale her sene gidiyorum ama bir daha o kadar kapsamlı gezebilme şansına erişemedim. O kadar güzel bir deneyimdi ki benim için, çok güzel bir geziydi, çok güzel yerlerde kaldık, çok güzel yerlerde yemek yedik. Müthiş bir hatıra oldu benim için. Kıymet görmek ve bunu hissetmek çok önemliydi. Dün de bugün de bir bienali ziyaret bizim ülkemiz için olağanüstü bir durum hele bir üniversite öğrencisi için… Ben burslu okuyordum, diğer arkadaşlarım da devlet üniversitesindeydi. Sanatta orada olmak çok önemlidir, işle yapıtlarla diyaloga geçebilmek… Kısmetmiş, bana nasip oldu sonra yine gidebildim ama zaten 23 yaşımdan 73 yaşıma kadar gitmek isterim.”
Begüm Hanım anlattıkça benimle ilgili anıları da su yüzüne çıktı: “Murat Bey bana o görüşmemizin sonunda geldiğim noktayı öğrenmek için beni muhakkak ara demişti. Telefon numarasını da vermişti ama ben bugüne kadar hiç aramadım. Çünkü ben doğru ana çok inanırım. Kendimi hazır hissetmek istedim. Çok yolum vardı yürüyecek ve o yolu yürümeden, hazır olmadan bir diyaloga geçmek doğru gelmedi. Hazır olduğumu düşündüğümde de mail attım ama yanıt gelip gelmeyeceğini bilmiyordum. Bence her şey bir yana cevap almak beni çok mutlu etti. Hatta ilk görüşmeyi planladığımızda oğlum rahatsızlandı ve okuluna gitmek zorunda kaldım ve görüşme iptal oldu, sonrasında yine ofisten arandım asistanınız tarafından.“Vay be bu çok müthiş bir şey” dedim. Gerçekten de büyük bir şirket olmanın arkasında bu detaycılık olduğunu anlamıştım”.
Begüm Güney’e daha sonra “One Akaretler” projesini sordum. Şöyle cevep verdi:“O proje bağımsız sanatçılar ve sanat inisiyatiflerini desteklemek için oluşturduğumuz bir proje. Pandemi döneminde özellikle bağımsız sanatçılar çok zor dönemler geçirdiler. Herkes için ama özellikle galeri temsiliyeti olmayan, dijital alana da hızla geçiş sağlayamayan sanatçılar için zor bir dönemdi. O nedenle sanat inisiyatiflerinde artış oldu, çünkü sanat inisiyatifi dediğimiz şey yapı olarak kâr amacı gütmeyen, kendi içlerinde bir sergileme ve paylaşım üzerine kurulan sanatçılardan oluşan yapılardır. Geneli sanatçı oluyor, sanat yöneticileri eklenebiliyor. Sözünü ettiğimiz sanatçıların tabii herhangi bir bağlılıkları olmadığı için çok daha özgür hareket edebiliyorlar. Hem üretim hem diyalog anlamında çok daha özgürler. Akaretler, Bilgili Holding’le yaptığımız ilk iş birliğiydi ve ben bu projede CEO Sinan Temo ile çalıştım. Sinan Bey de kişisel olarak sanatçıları desteğin önemini çizen biri. Bu proje ile başlamanın doğru olacağına karar verdik ve Akaretler 37-39 no’lu binalarda 3 kata yayılan bir sergi hazırladık; 40’ın üzerinde sanatçı var, 140’ın üstünde sanat yapıtı yer aldı. Bu sergide satışı önemsedik, sanatçıları galericiler ve koleksiyonerlerle buluşturmak da bizim için bir amaçtı. O birlikteliklerin kurulması da oldukça önemli ama bu etkinliğin ortak bir bakış açısı yansıtmasını da istedik. Çünkü bu dönemde hepimizin dünyaya dair bazı ortak kaygıları var ve bunu ortak bir dile dönüştürdük, One Akaretlerde. Bu en başta ekolojik problemlerdi. Odağımızda bu nedenle ekoloji vardı. Bu noktada şunu belirtmek gerek biz bu sergide ekolojik problemleri konu eden sanatçılarla değil, biz hepimizin düşündüğü hepimizin üstüne kafa yorduğu bir meselenin altındaki başka kavramları açtık. Ben her zaman dünyada tam şu anda nelerin tartışıldığını çok merak ederim. Artık bilim ve sanat çok yan yana gidiyor ve o birlikteliği ben çok seviyorum. Sürdürülebilirlik, doğal hayatın korunması, soyu tükenmekte olan canlıların uğradığı yapısal değişikliklerle ilgili araştırmalar, o adaptasyon süreçleri yani, o tükenmek nerede başlıyor, nasıl ilerliyor gibi tartışmaların olduğu bir ortamda biz de bu meselenin daha derinine inmek istedik. Sanat zaten her daim güncel olanın, politik olanın içindedir. Ekolojide yine alınması gereken politik aksiyonlar var ama konu bireyden başlıyor. Önce herkesin kendi üstüne düşeni yapması gerekiyor. Bu bilinç zaten 80 sonrası kuşakta var, 90 sonrası kuşakta daha da güçlü, 2000lerde daha da… Oğlumu gözlemliyorum, o benden çok daha duyarlı. Özetlersem, One Akaretlerde kolektif bir hareketle ve kolektif bir düşüncenin altında toplandık. Fikri buydu serginin, devamı da gelecek. Bu sergi bitti ama şubat ayında tipografi üzerine Odeabank sanat platformu O’art’ın bir sergisini planlıyoruz. Tarihi duyuracağız, Akaretler Sıraevlerde Şubatın üçüncü haftası gibi açılacak. Herkesi beklerim.“
Gördüğünüz gibi hem anılar depreşti, hem de yeni bir serginin haberini aldık. Benim açımdan yıllar sonra Begüm Hanım’la görüşmek çok keyifli oldu. Bugün onun sanatı desteklemek odaklı iş yaşamına devam ediyor olması da bana ayrı bir mutluluk verdi. Uzun yıllar sürdürdüğümüz “gençleri yurtdışı bienallerle tanıştırma” geleneğini pandemi nedeniyle son yıllarda gerçekleştiremiyoruz ancak aramızda konuştuk, önümüzdeki yıllarda yine kaldığımız yerden devam edebileceğimizi düşünüyorum.
Murat ÜLKER