Denizde yaşamak suskun kılar insanı. Günün ya da gecenin bir anı yoktur ki bu ıssız koy onun ardında uzanan geniş orman sayısız sesleriyle y ada sürekli büyüme ve çürüme hareketiyle konuşmasın sizinle. Kaçınılmaz olarak yaşamın ek bir anlamı olduğu inancına varıyor insan ve sürdükçe tadını almak olabildiğince çok şey çıkarmak gerekir hayattan çünkü doğduğumuz andan beri içimizde yaşar ölüm.
Kaptanla havuzlukta karşılıklı oturup elimizde fincanlarla konuşmadan oturduğumuz çok oluyordu, hele de geceleri. O gökyüzünü izlemekle geçirdiğimiz geceler unutuyorduk zamanı. Konuşmuyorduk ve büyük bir tad alıyorduk bu sessizlik anlarından...
Teknede bu sessizlik içinde tek başıma oturmak da büyük bir huzur veriyor bana. Teknenin burnuna gidip oturdum ve denizin lacivert yeşil okyanusunu seyre daldım, hiçbir şey düşünmeden. Ruhumu ve bedenimi tatlı bir rahatlık duygusu kapladı. Yeri göğü unuttum.
Bu koyda, adı konulmamış esrarengiz bir hava vardı. Bir gün öğleden sonra kaptana biraz yürüyeceğim deyip yüzerek karaya çıktım. Az ötede orman başlıyordu. Görünüşe bakılırsa uzun zamandır kimselerin geçmediği bir patikada yürümeye başladım. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra ağaçların arasında kaybolmuş küçük bir kulübecik gördüm. Gideyim mi gitmeyeyim diye tereddüt içindeydim ki kulübeden ihtiyar, uzun saçları iki yanında örülmüş, yüzünde tuhaf bir tanıdıklık hissettiğim o kadını gördüm. Artık tereddüt etmem yersizdi. Göründüğü kadarıyla yalnız yaşıyordu. Kulübesinin önünde küçücük ama her türlü sebzenin ekili bulunduğu bir bahçesi ve külübenin etrafında bir iki portakal ve limon ağacıyla bir küçük ceviz, dut ve incir ağacı vardı.
İhtiyar kadın ben ona yaklaşırken bahçede acemice yapılmış bir fırına doğru yöneldi, fırının üzerinden incecik bir duman çıkıyordu. O da düşünceli bir havayla yükselen dumanı seyrediyordu. Yaklaştığımı farketmemiş gibi görünüyordu ama ben onun benim varlığımdan haberdar olduğumdan emindim. Saklandığım yerden çıkarak ona doğru yürüdüm. Hiç de şaşırmış görünmedi. İyi akşamlar dedim. İyi akşamlar dedi. Hoşgeldin. Buyur otur, dedi bana fırının yanında bir yer göstererek.
Uzun boylu zayıftı ve saçları ve elleri ona tuhaf bir farklılık veriyordu. Hele de elleri. İncecik uzun parmakları arasından akan mor ırmaklar gibi ince derisinin üzerinde belirgin damarları. Sadece çok eski resimlerde rastlanan o elleri...
Sanki düşündüklerimi duyuyormuş gibiydi, çünkü o an sormak istediğim tek soru burada ne yaptığı, neden burada yaşadığıydı.
Ah insanlar dedi. İnsanlar çok vahşi ve şu orman şu içinde tek başına yaşadığım, dışardan bakanlara vahşi gelen ormanda huzur ve güven içindeyim.
Burada olmak beni bütün saldırılardan koruyor...
Bu ihtiyar yüz belki de okur yazar bile değildi ama biliyordu işte. O her şeyi biliyordu.
Çok sevdiği kocasını kaybedince buraya epeyce uzakta olan köyünden adeta kaçmış ve buraya, kimsenin uğramayı akıl edemediği bu yere yerleşmişti. Eğer insanlar bunca vahşi olmasalardı kuşkusuz ben şimdi burada olmazdım dedi bana bakmadan ve fırından çıkan dumanları seyrederken...
Tüm akrabalarıyla ilişkisini kesmişti. Ancak yine de bir iki torunu yılda bir kaç kez uğrayıp ihtiyaç duyduğu temel gıdaları getiriyorlardı, hepsi bu.
Sıkılmıyor musunuz diye sorduğumda yüzüme öyle tuhaf baktı ki utandım sorduğuma böyle bir soruyu.
Gözlerime hiç bakmıyordu, varsa yoksa dumandaydı gözleri. Ve bana burada aylar yıllar geçiriyorum, bir türküyü anımsatan bu küçük duman kıvrımlarına bakarak. Her birinin kendine özgü havada yükselme ve kaybolma gibi anlatabileceği bir öyküsü var. İnsanlarda pek görülmez ama bunların her birinin kendi kişiliği var değil mi diye sordu bana bakarak ilk kez..
Haklısınız demekten başka verilecek bir cevap bulamadım.
Bana mutlu gözlerle bakarak sana denize kadar eşlik edeyim dedi. Eline büyükçe bir leğen alarak. Merak etmiştim onunla ne yapacağını. Olur dedim. Birlikte yürümeye başladık o önde ben arkada küçücük patika yolda. Yolda neredeyse hiç konuşmadık. Ben bu ormanda bulunmuş tuhaf dosttan memnundum.
Kıyıya indik. O leğeni bırakıp bana samimi, insanca sarıldı. Teşekkür ederim dedi. Oradan hemen gitme isteği sardı içimi. Hemen gitmeli ve bu büyüyü bozmamalıydım. Elbisemi çıkarıp belime bağladım ve geldiğim gibi yüzerek döndüm tekneye...
Tekneye çıkar çıkmaz onu görebilmek umuduyla karaya döndüğümde orada kimseyi göremedim. Sanki bir düş gibiydi. O yolu tekrar yürüsem orada bulur muydum acaba onu?
Olan biteni kaptana anlattığımda bana çok okuyorsun dedi sadece...
Evet çok okuyor olabilirdim ama tüm bunlar, onun bana söyledikleri, özellikle de dumanın kişiliği hakkındakiler... ya onlar neyin nesiydi?
Ertesi sabah uyandığımda etraf cıvıltılarla doluydu, hafif bir meltem esiyordu. Her birinin bir öncekinin bittiği yerden başladığı öyküler zincirini, sonsuz türküsünü söylüyordu orman...
Benzer Yazılar
Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.