Geleceği Kim İnşa Ediyor?

Geleceğin görüntüsü sürekli bulanıklaşıyor, vaatler daha karmaşık hale geliyor, kaygılanıyoruz. İşte bu belirsizlik içinde geleceği tahmin edebilmek, vaatleri doğru anlamak, kurgulamak ve sorunları önceden görebilmek için neler yapabiliriz.

Geçmişi bilmek, geleceği anlamak ve yorumlamak için bir ön koşuldur. Bu haftaki konumuza ışık tutan kitap The Long History of the Future yani Geleceğin Uzun Tarihi, yazarı Nicole Kobie, geçmişten verdiği iyi örnekler ve akıcı bir anlatım ile mümkün olarak düşünülen teknolojik gelişmelerin neden hala hayatımızda olmadığını açıklıyor. Kobie, teknoloji dünyasının geleceğe dair umutlarını olduğu kadar, henüz gerçekleşmeyen hayallerin arkasında yatan sebepleri gözler önüne seriyor.

İnsanlar sürücüsüz hatta uçan arabalar, yapay zeka, insansı robotlar gibi icatlarla sürekli geleceği inşa ediyorlar. Ama hala yaşam insan kapasitesiyle sınırlı, mesela akıllı ev teknolojileri basit bir otomasyondan öteye geçmiyor. Peki gelecek, ne zaman gelecek?

Gelişimin, yeni teknolojilerin istenilen noktaya varamamasının sebebi çaba eksikliği değil, bilakis bugüne kadar inanılmaz başarılar elde edilmesine rağmen bilim dünyasının en parlak zihinleri bizi geleceğe taşımakta yetersiz mi? Geleceği inşa dürtüsünün kaynağı nedir?

Bunca parlak başarının ardında yatan büyük çabaya rağmen yaşanan hayal kırıklıklarını görmek ve onlardan öğrenmek gerek, nasıl biz de gelecek inşasında yer alabiliriz.

Yazarımız Nicole Kobie geleceğin niye hala gelmediğini The Long History of the Future isimli kitabında 8 başlık halinde incelemiş:

1. Sürücüsüz Araçlar

Sürücüsüz araçlar, insanlığın uzun süredir peşinde koştuğu bir mesele. 1939 New York Dünya Fuarı’nda Norman Bel Geddes, General Motors’un “Futurama” sergisinde, otomobillerin otoyollarda kendi kendine gidebildiği bir gelecek resmi çizmişti.

Sonra 1980’lerde Alman mühendis Ernst Dickmanns, yalnızca kameralarla çevreyi görerek analiz eden bir Mercedes minibüs geliştirdi. Saatte 130 km hızla Almanya otoyollarında ilerleyen bu minibüs, dönemin sınırlı bilgisayar gücü dikkati alındığında oldukça etkileyici bir başarıydı. Fakat Dickmanns’ın bu başarısı, işlemci gücünün yetersizliği nedeniyle geniş ölçekte uygulama alanı bulamadı.

Yazarımız Kobie, sürücüsüz araçların tam anlamıyla günlük hayatımıza entegre olabilmesi için yalnızca teknolojik gelişmelere değil, insanların bu araçları kabul edip onlarla güvenle etkileşime gireceği bir dönüşüme ihtiyaç olduğunu ifade ediyor.

Ben böyle bir araca biner miyim, tereddütteyim. Trenlere biniyoruz, sürücüyü de görmüyoruz ama, sanki araba öyle değil, hele arabanızla aranızda bir ilişki varsa, aşıksanız ona. Ben değil ama bazıları var, kıyamayan binmeye…

2. Yapay Zeka

Yapay zeka ile ilgili her gün bir haber okuyoruz, gelişmeler endişeleri arttırıyor. Bu ifadeler, eleştirmenlerden veya karşıt görüşlü aktivistlerden değil, YZ geliştiren şirketlerin liderlerinden geliyor. OpenAI CEO’su Sam Altman, Tesla ve xAI’ın kurucusu Elon Musk, ve Google CEO’su Sundar Pichai, kendi geliştirdikleri YZ ürünlerinin potansiyel tehlikeleri hakkında bizzat uyarılarda bulundular.

Yazar: İnsanlık olarak YZ’den korkmamıza rağmen, onu inşa etmeye devam ediyoruz. Bu çelişkinin arkasında, sabırsızlık, ego ve rekabet korkusu gibi insan psikolojisinin temel motivasyonları yattığı tespiti oldukça önemli; şirketlerin rakiplerinin bu güçlü teknolojiye önce sahip olmasından endişe duyduğunu, bunun da onları hızlı ve amansız bir yarışa soktuğunu belirtiyor

YZ gelişiminde sürekli bir hype ve takiben vazgeçiş döngüsüyle karşılaşıyoruz. Teknolojinin vaatleri ile gerçekliği arasındaki fark, hayal kırıklığı doğuruyor, yatırımlar azalıyor. Sektörde kış mevsimi olarak adlandırılan bu dönemler, birçok araştırmacının çalışmalarını askıya aldığı veya vazgeçtiği zamanlardır. Bu döngünün bir sebebi de YZ araştırmacılarının sektörü daha cazip kılmak için potansiyel faydalarını vurgulayarak teknolojiyi olduğundan daha ileri bir seviyede gösterdiklerinden…

Günümüzde yapay zeka, devasa veri kümeleri ve derin öğrenme teknikleriyle birçok alanda karşımıza çıkıyor; sesli asistanlardan görüntü işleme sistemlerine kadar pek çok yenilik, hayatımızın bir parçası haline geldi. Ancak bu teknolojik ilerleme, büyük vaatlerin yanında karmaşık sorunları da beraberinde getiriyor. YZ’nin potansiyeli ne kadar büyükse; yarattığı etik, gizlilik ve veri güvenliği konusundaki endişeler de o kadar derin.

Bana göre yapay zeka daha ilkokulda, hele mezun olsun, ergenliği atlatsın; alırız karşımıza muhatap oluruz. Ama yine de dikkat, benim gibi 17 senede mezun olacak değil ya; bakarsınız seneye mezun, hatta reşit olmuş halde çıkıverir karşımıza…

3. Robotlar – Geleceğin İş Gücü mü yoksa Pazarlama Harikası mı?

Robotlar, bugün üretim hatlarından cerrahi uygulamalara ve evlere kadar pek çok alanda kullanılıyor ve bu görevlerdeki başarıları tartışılmaz. Robotların insani bir vücut formuna sahip olmasına ihtiyaç duyulmadan spesifik görevlere yönelik tasarımlar kullanılması, bu cihazların işlevselliğini artırıyor. Buna rağmen, insana benzeyen robot tasarımlarına duyulan hayal devam ediyor. Boston Dynamics’in evcil hayvanvari dört ayaklı robotları var. Ancak, bunların hareketleri özenle programlanmış olmasına rağmen bağımsız olarak gerçekleştirilemiyor. Yazar, halen robotların bir nevi özerklikleri olsa da halen dışarıdan talimat almadan hareket edebilecek düzeyde olmadıklarını söylüyor.

Honda’nın Asimo robotu, insana benzeyen formu ve 1980’lerin sonlarından itibaren gelişen teknolojisiyle, bu alanda büyük bir adım olarak görülmüştü. Bu robot, ellerini kullanarak nesneleri taşıyabiliyor, yüz tanıma yetenekleriyle insanlarla etkileşim kurabiliyordu. Ancak Asimo, insanların gündelik ihtiyaçlarına yönelik kullanıma uygun bir “yardımcı” olmayı başaramadı. Japonya’daki yaşlı nüfusa hizmet etmek amacıyla üretilen ve sosyal bakım alanında devrim yaratacağı umulan robot, daha çok gösteri ve eğlence amaçlı kullanıldı. Elon Musk’ın 2021 yılında tanıttığı Optimus robotu da insana benzeyen bir robot üretme çabasının popüler örneklerinden biri oldu. Musk, bu robotun fabrikalarda çalışabileceğini ve evlerde yardımcı olarak kullanılabileceğini öngörüyor. Ancak Optimus’un tam anlamıyla bağımsız bir robot olduğunu söylemek doğru değil.

Hizmet sektöründe, bilhassa bazı otellerde robotların geçici olarak kullanıldığını ancak insan ile robot etkileşiminde yaşanan eksiklikler ve aksaklıklar nedeniyle bu girişimlerden vazgeçildiğini biliyoruz. Bakım alanında yaşlı nüfusa hizmet verecek insansı robotların, sosyal izolasyon ve yalnızlık gibi sorunları artıracağı kesin.

Robot teknolojilerinin henüz yaygınlaşmamış olması, teknik engellerin yanı sıra toplumun kabullenemeyişi ve etik kaygılara dayanıyor. Gelecekte tamamen bağımsız çalışan, kompleks görevleri yerine getirebilen ve toplumsal açıdan kabul gören robotlar için daha kat etmemiz gereken çok yol var.

1980’lerin ikinci yarısında zor bela İsveçli ABB firmasını ikna etmiş ve otomotivde kullandıkları bir robotu, bizim bayramlık çikolataları kutuya dizmeye ikna etmiştik. Madlen çikolatalarımızın yer aldığı Buklet kutusuydu, halen piyasada…

Diğer kurduğumuz robotlu anbalaj tesisi ise Metro hattıydı. Bavyera’dan geldi; 40 yıldır çalışıyor. Sadece mafsalları eskidi yeniledik.

4. Artırılmış Gerçeklik

Yazar, 2012 yılında teknoloji dünyasında gerçekleşen unutulmaz lansmanı söyle anlatıyor: “Google’ın kurucularından Sergey Brin, San Francisco’daki Moscone Center’da, üzerindeki siyah kıyafeti ve yüzünde takılı olan “Google Glass” akıllı gözlükleriyle sahneye çıkarak büyük bir ilgi toplamıştı. Lansman sırasında izleyiciler, Brin’in bir arkadaşı olan JT’nin Google Glass aracılığıyla yaptığı canlı yayında uçaktan atlayarak cihazı dramatik bir şekilde tanıtmasını izledi. Bu gösteri, dönemin en çarpıcı teknoloji sunumlarından biriydi. Brin, bu yeni cihazın tanıtımı sırasında, “Bu cihazın başarısız olabileceği 500 farklı yol var.” diyerek bir nevi kehanette bulunmuştu ve ne yazık ki, bu sözleri gerçek oldu…”

Başarısız olan Google Glass’ın temel özellikleri, gözlük gibi takarak ve sesli komutlarla kullanım gibi yenilikçi unsurlardı. Ancak bu özellikler, cihazın kullanıcı deneyimini sınırladı. Görüntü kalitesi beklenenden düşük, kontroller karmaşıktı ve cihaz ısınıyordu. Bu cihazların yaygınlaşmasının önündeki en büyük engeller; yüksek maliyet, sınırlı pil ömrü ve cihazların kullanıcı beklentilerini karşılayamaması oldu.

Aynı dönemde, sanal gerçeklik (VR) teknolojileri, oyunlarda ve eğlence dünyasında daha fazla popülerlik kazandı. Sanal gerçeklik cihazları, tamamen sanal bir dünyaya giriş yapmanızı sağlarken; AR cihazları, gerçek dünya ile sanal unsurların bir arada bulunduğu bir deneyim sunuyor.

Günümüzde, artırılmış gerçeklik teknolojisinin yaygınlaşması için özellikle gözlük benzeri cihazlar üzerinde çalışmalar devam ediyor. Ancak Apple gibi lider şirketler bile AR teknolojisini geniş kitlelere ulaştıracak seviyede bir ürün henüz geliştiremedi. Bizdeki, şirkette depoda duruyor.

Bu teknolojinin bilgisayardan farkı, önce var olup ne işe yarayacağının bilinememesidir. Halbuki bilgisayarlar, adından anlaşılacağı gibi zaten yapılagelmekte olan işleri mesela ücret bordrolarını, muhasebe defterlerini, banka hesaplarını tutmak, yazmak ve hatta basmak için hemen kullanılmış ve piyasanın talebiyle geliştirilmişlerdir.

5. Sayborglar ve Beyin-Bilgisayar Arayüzleri

2010 yılında Almanya’daki CeBIT fuarına katılan Kobie, beynin dijital dünyayla nasıl iletişim kurabileceğine dair çarpıcı bir deneyim yaşadığını anlatıyor. O dönemde teknoloji şirketi g.tec’in beyin ile bilgisayar arayüzü (Brain Computer Interface BCI) olan intendiX ile tanışarak düşüncelerin nasıl dijital komutlara dönüştüğüne şahit olmuş. Bu deneyim, gelecekte insanların yalnızca düşünerek bilgisayarları kontrol edebileceği bir dünyayı hayal etmesini sağlamış.

2000’lerde BCI teknolojisi, felçli bireylerin iletişim kurmasını sağlayan bir araç haline geldi. 2004 yılında ALS hastası Matt Nagle’ın beynine yerleştirilen bir implant, ona sadece düşünce gücüyle televizyon kanallarını değiştirme yetisini kazandırdı ve bu gelişme, BCI’nin sınırlı motor fonksiyonlara sahip bireyler için ne kadar büyük bir fark yaratabileceğini kanıtladı.

Beyin-bilgisayar arayüzü, özellikle tıbbi alanda geniş bir yelpazede umut verici olanaklar sunuyor. Felçli bireylerin yeniden hareket kabiliyeti kazanması veya beynin dijital dünyayla doğrudan iletişim kurması gibi uygulamalar, BCI’nin potansiyelini gösteren örnekler arasında. Parkinson ve demans gibi hastalıkların semptomlarını hafifletmek için BCI implantlarının kullanımına yönelik araştırmalar da bu teknolojinin tıbbi alandaki önemini pekiştiriyor. Elon Musk’ın Neuralink’i ise insan beynini doğrudan yapay zeka ile birleştirme vizyonuyla, insanların dijital dünyayla daha derin bağlar kurabileceği bir gelecek öngörüyor.

Kobie, beyin-bilgisayar arayüzlerinin ve biyonik uzuvların gelişiminin yalnızca hastalıkların tedavisinde değil, aynı zamanda insan yeteneklerinin artırılmasında da kullanılabilecek potansiyele sahip olduğunu öne sürüyor.

Robotlar hakkında bunları söylerken ne kadar samimiyiz, bilemiyorum. Zira benim gördüğüm pekala işlerimizi gören ve gelişen robotlar var. Ama galiba biz kendimize ait her şekilde istihdam ve suistimal edebileceğimiz köleler arıyoruz.

6. Uçan Arabalar

Uçan arabalar, uzun yıllar boyunca bilim kurgu ve popüler kültürün hayallerinden biri oldu. Jetgiller’deki gibi gökyüzünde süzülen arabalarla metropollerin üzerinde yol almak, çoğu kişinin zihninde bir gelecek tasavvuru haline geldi. Bu hayallerin peşinden sadece hayalperestler değil, mühendisler de koştu. 1950’lerden bu yana süregelen mühendislik merakı, uçan araçların prototiplerinin geliştirilmesine yol açtı. Bazı araçlar resmi onay aldı, hatta uçan otomobillerin satışa sunulduğu dönemler oldu. Fakat uçan arabalar, insanların günlük yaşamında kalıcı bir yer edinmekten hep uzak kaldı. Neden mi? Kobie, bunun ardında pratik engeller, yüksek maliyetler ve çözülmesi zor teknik sorunların olduğunu açıklıyor.

Son yıllarda ise bu hayal, dikey kalkış ve iniş yapabilen elektrikli araçlar (eVTOL) ile yeniden canlanıyor. Lilium gibi şirketler araçların helikopterlerin yerine geçmesini ve şehir içi trafiğini rahatlatmayı hedefliyor. Hem sessiz hem de çevre dostu olmaları, bu araçların şehir merkezlerinde kabul görme ihtimalini artırıyor. Ayrıca, karbon emisyonlarını azaltma potansiyelleri sayesinde daha sürdürülebilir bir ulaşım çözümü olabilirler.

Ancak uçan arabaların geniş kitlelere ulaşabilmesi için birçok engel var. Teknik zorluklar, yetersiz pil teknolojisi ve karmaşık hava trafiği yönetimi bu araçların yaygınlaşması önündeki başlıca sorunlardan.

Yine de yakın gelecekte uçan arabalar belki herkesin gökyüzünde kendi aracını sürdüğü bir dünya yaratmayacak ama toplu ulaşımda çevreye duyarlı ve modern hava taşımacılığı çözümleri sunarak ulaşım alışkanlıklarımızı önemli ölçüde dönüştürebilir.

İlk helikopterin kullanımının üzerinden yüz yılı aşkın süre geçmesine rağmen halen yaygın kullanıma sahip değilken ben insanların uçan arabaya da sıcak bakacağını sanmıyorum.

7. Hyperloop

Hyperloop teknolojisi hem tarihsel kökleri hem de potansiyeli ile son yılların gündem konularından biriydi. Üzerine Elon Musk’ın 2013’te yazdığı bilgilendirme dokümanı (White paper) ilgiyi daha da artırdı. Musk’ın önerdiği sistem, düşük basınçlı tüpler içinde manyetik levitasyon teknolojisiyle saatte 1000 km hızlara ulaşarak şehirler arası ulaşımı çok daha hızlı ve verimli hale getirmeyi hedefliyordu. Ancak Hyperloop’un, bilim kurguya ait bir hayal mi yoksa gerçekten uygulanabilir bir teknoloji mi olduğu hâlâ tartışmalı bir konu. Musk’a göre bu teknoloji, kısa mesafelerde uçaklardan daha hızlı ve daha verimli olabilir, ancak bunu hayata geçirmek için aşılması gereken ciddi mühendislik, güvenlik ve maliyet sorunları var. Hyperloop’un sağlam bir altyapı gerektirdiği aşikâr. Yatırımcı çekmek ve hükümetlerin desteğini almak oldukça zor. Teknolojinin pratikte uygulanabilir olup olmadığını görmek için hala daha fazla zamana ve kaynağa ihtiyaç var.

İnsanın kendi vücudunun deney malzemesi yapılacağı bu yaklaşımı kullanmaya isteklilerin çok olmayacağını düşünüyorum.

8. Akıllı Şehirler

Kobie, 2016 yılında katıldığı bir İngiliz ticaret misyonuyla Malezya ve Singapur’da gözlemlediği ilk akıllı şehir projeleriyle deneyimlerini paylaşıyor. Bu projeler, geleceğin şehirleri olarak tanıtılan iddialı projeler. Ancak iş uygulamaya geldiğinde, hedeflenen başarılara ulaşamıyorlar ve pek çok sorunla karşılaşıyor. Bu projeleri birlikte inceleyelim:

Forest City: Malezya’nın Çinli yatırımcılar iş birliğiyle geliştirdiği Forest City, teknolojik olarak gelişmiş ve sürdürülebilir bir şehir olarak tanıtılmıştı. Şehir, lüks yaşam alanlarıyla öne çıkarken, iddialı bir şekilde “geleceğin şehri” olarak lanse edilmişti. Şehirdeki akıllı sistemlerin, örneğin camları otomatik olarak onaran ve yeşil duvarlarını kendi kendine sulayan yapılarla donatılacağı vaat ediliyordu. Ancak, pandeminin getirdiği aksaklıklar, finansal dalgalanmalar ve politik engeller projenin gelişimini sekteye uğrattı. Şehir, 700.000 kişilik nüfus hedefine ulaşamadı. 2019 yılında yalnızca birkaç bin kişi burada yaşıyordu. İlk baştaki iddialı nüfus planlaması, pratikte karşılanamayacak kadar yüksek bir beklenti olarak kaldı. Zamanla Forest City, yoğun nüfus yerine neredeyse bir hayalet şehir havasına büründü.

Güney Kore’nin “Ubiquitous City” denemesi; bu ülkede geliştirilen Songdo, ülkenin “ubiquitous city” yani “her yerde şehir” vizyonuyla inşa edildi.  İnternet bağlantılı çöpler, akıllı trafik ışıkları, telefon üzerinden kontrol edilen aydınlatma ve ısıtma sistemleri gibi özelliklerle donatılmıştı. Songdo’nun amacı, insanların hayatını kolaylaştıran bir akıllı şehir olarak hizmet etmekti. Ne yazık ki bu şehir de beklenen ilgiyi göremedi. İleri teknolojik altyapıya rağmen, şehir hem iş yatırımcıları hem de halk tarafından tercih edilmedi. Şehrin kurulum aşamasındaki teknolojik yenilikler, akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla birlikte sıradanlaşmış ve Songdo’nun büyük bir yatırım çekmekte zorlanmasına neden olmuştu; nüfus arzulananın yalnızca dörtte biriyle sınırlı kaldı.

Masdar City: Çölde Bir Hayalet Şehir. Abu Dabi’nin hemen yanında kurulan Masdar City, tamamen karbon nötr olma iddiasıyla sıfırdan inşa edilen bir proje olarak dikkat çekmişti. Yenilenebilir enerji kaynakları ve otonom kişisel taşıma pod’ları gibi sürdürülebilir çözümlerle donatılmıştı. Ancak, maliyetler artmaya başladıkça bazı teknolojik çözümler rafa kaldırıldı ve planlanan akıllı sistemlerin pek çoğu uygulanamadı. Sonuç olarak Masdar City, tamamen inşa edilmemiş bir şehir olarak kaldı. Bugün, bu şehir hala birkaç yüz öğrencinin yaşadığı ve başlangıçtaki sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşamayan bir “yeşil hayalet şehir” olarak anılıyor.

Kobie, akıllı şehir projelerinin teknolojiye odaklanırken toplulukların doğal olarak büyümesi ve gelişmesi gereken yönleri göz ardı ettiği tespitinde bulunuyor. Bu eksikliğin sonucunda, planlanan nüfus çekilemiyor ve projeler beklenen yatırımı alamıyor. Buna ek olarak, hızlı teknolojik gelişmelerle birlikte projelerde kullanılan teknolojiler hızla “normalleşebiliyor” ve insanlar, bu özelliklerin zaten mevcut olduğu “normal” şehirlere taşınmayı tercih ediyor.

Yazar, başarılı bir akıllı şehrin yalnızca teknolojiyle değil, sürdürülebilirlik ve toplumsal fayda ile de ilgili olduğunu belirtiyor ve Barcelona ile Medellín şehirlerini örnek gösteriyor. Barcelona’da çöp kutuları doldukça merkeze sinyal göndererek daha verimli bir atık toplama süreci sağlanıyor. Medellín’de en yoksul bölgelerde yeni kütüphaneler, parklar ve okullar inşa edilerek sosyal eşitlik sağlanıyor. Sıfırdan bir şehir inşa etmek için efor harcamak yerine, var olan şehirlerimizi teknoloji ile geliştirmenin daha verimli ve hayırlı bir yaklaşım olacağına inanıyorum.

Geleceği Kim İnşa Ediyor?

Kobie, kitabın son bölümünde Google X Labs’te yenilikçi projeleri yöneten Astro Teller’in vizyonuna yer veriyor. Teller’in bakış açısı, geleceğin sadece teknolojik yeniliklerle değil, bu yeniliklerin hangi değerler ve amaçlar doğrultusunda geliştirildiğiyle şekilleneceğini vurguluyor. Ona göre, teknolojik ilerlemelerin çoğu, şirketlerin karşılaştığı maliyet baskısı ve hızla sonuç elde etme zorunluluğu nedeniyle uzun vadeli fayda sağlayacak çözümler yerine, daha çok kısa vadede kârlılık getirecek projelere odaklanıyor. Bu projeler, genellikle hızla tamamlanmak zorunda kalıyor, bu da geleceğe dair daha derin, insan odaklı bir düşünceyi engelliyor.

Kobie bu noktada “Geleceği kimler inşa ediyor?” sorusunu ortaya atıyor ve görüşlerini detaylandırıyor. Ona göre, Silikon Vadisi milyarderleri, teknolojiyi hangi sorunlara yönelik kullanmak istediklerine karar veriyor, kendi bakış açılarını ve önceliklerini ön plana çıkarıyor. Bu süreçte çoğu zaman kapsayıcı bir perspektif eksik kalıyor. Yazar, daha çeşitli bir teknoloji ekosisteminin farklı yaşam deneyimlerinden beslenerek daha adil çözümler üretme potansiyeline sahip olabileceğinin altını çiziyor.

Gelecek teknolojilerle ilgili tartışmalar sıklıkla umut, hayal gücü ve yenilik etrafında şekillenir. Nicole Kobie’ye göre her yenilik ışıldayan bir gelecek vaadiyle ortaya çıksa da insan hayatını olumlu yönde değiştirme garantisi yok. İşte tam da bu yüzden bu yenilikleri kimin geliştirdiği ve hangi amaçlara hizmet ettiği gibi sorular, yani yapan kişinin ve yapılan işin vizyonu da toplumun gündemine dahil edilmelidir.

Sizce de gelecek inşası bir strateji ve hatta bir komplo teorisi ile ilişkilendirilmeden, insanlara ne kadar ve niye cazip geldiği incelenmeli değil mi?

Hükümetlerin veya hükümet olan insanların iradeleri devlet bütçelerini yönlendirmektedir. Uzay yarışı, silahlanma yarışı, atom silahları imal yarışı ve benzerleri hala sürüyor. Bu tip projelere akıtılan para ise bu konudaki inovasyon ve yatırımları azdırıyor. Belki bunlar uzay yarışı veya nükleer silahlar gibi beyhude çabalar ama bu gelişmelerin teknolojiye pek çok yan faydası oldu.

Bu sapkın ve azgın fikirlerin gelişmesinde Hollywood’un da çok payı var. Ben bunlara “büyüklere masallar” diyorum. Ama inanan çıkınca, heyhat paralar harcanıyor boşuna…

Velhasıl biz lafı söyleyene değil söyletene bakalım, değil mi!

(*) Kobie N. (2024). The Long History of the Future: Why tomorrow’s technology still isn’t here, Bloomsbury Sigma, s.368. 

Murat Ülker

Yorum Yap