Gidenin Ardından

Denizci kadınların kaderinin mutsuzluk olduğunu söyler denizci şarkılarının çoğu... Denizcilerin yüreğinin rüzgar gibi hiçbir limana bağlanmayan gemiler gibi uçarı ve vefasız olduğu anlatılır. Ama her tekne üzerinde bağlı olduğu limanın adını taşır. Başka limanlara gidebilir bir gemi, yıllar boyu seferde kalabilir ama hiçbir zaman unutmaz limanını. Her zaman dönüp geleceği, gelmeyi hayal edeceği yerdir orası...

Deniz insanının kalbi de böyledir... Mutlaka kalbinde biri, bir yer vardır. Yaşar, diğeri yaşamasa da kalan yaşamaya devam eder, onun yokluğunda sanki hiç gitmemiş gibi daha bir bütünleşerek... Ve şimdi olmayan, kalanın rehberidir yaşarken hiç olmadığı kadar. Kalanın yüreğindeki isimdir ve kalan yüreğindeki isme doğru yürür gider, gidenin yaşamını da sürdürür artık...

***

Sabah rüzgarında tuhaf, tanıdık bir koku duyuyor. Rüzgarın denizin üzerinden topladığı tuzlu acı bir nemle karışık tanıdık bir koku. Yatağın artık boş olan tarafına doğru, eski zamanlarda, birlikteyken oldukları gibi kolunu uzatıverdi. Ne kadar zaman geçmişti halbuki onu denize vereli. İlk günlerin o yıpratıcı yüreğinin ortasına oturan o acısı yerini yavaş yavaş dinginliğe bırakmıştı. O artık denizler tanrıçasının kollarındaki sonsuz yaşamına iyice alışmıştır diye düşünüyor aklına geldikçe. Ama yine de ondan, onun yarattıklarından ve onun bıraktıklarından kurulu dünyasında yaşadığı her anda onun kendisiyle olduğunu hissediyor...

Bazen kıskandığı da olmuyor değil hani. Kalan olmanın acısı içini burkuyor. Keşke ben de onunla gitseydim diyor... Şimdi geride kalan olmaz, bir daha onu sevdiğini söyleyemeyecek, ona dokunamayacak olmaktan dolayı duyduğu acıyı duymazdı...

Hiç kapatmadığı heçten içeri giren sabah rüzgarı açıkta kalan yüzünü yalayıp geçti... Dikkat ediyordu, bu hep aynı saatlerde ve aynı şekilde esen hafif rüzgarın okşayışıydı onu uyandıran. Rüzgarla gelen bir duygu, bir hatırlama, bir güzellik, içinin acısını azaltan, onu sakinleştiren bir dokunuş vardı.

Hiç yalnızlık hissetmiyordu, sanki o hep yanındaymış gibiydi, aslında biraz da o olmuştu. Ocağa kahve suyu koyup, her zaman dinlediği radyo 3'ü açtı. Erkendi, çok erken. Tıpkı onun yaptığı gibi erkenden kalkıyordu artık. Oysa eskiden, onun yataktan çıktığını duyuyor ama yatmaya, onun tarafına geçip, onun sıcaklığına sığınarak yeniden uyumaya bayılıyor, erken kalkmamak için bahaneler uyduruyordu kendince. Şimdiyse tıpkı onun yaptığı gibi erkenden kalkıp kafasını dışarı çıkarıyor, teknenin sağına soluna bir göz atıyor, bu arada da kahvesini hazırlayıp havuzlukta kafasında o gün yapacaklarının düşüncesiyle kahvesini yudumluyordu... Giden yarısının böyle anlarda ne düşündüğünü hep merak ederdi, şimdilerde artık çok iyi biliyordu bilmesine ama ona anlatamıyordu sözle.... Yoksa onunla eskiden olduğundan daha fazla bütünleştiğini daha fazla o olduğunu artık çok iyi biliyordu....

Onun yokluğundan beri o kadar çok sorguluyordu ki hayatı. Yaptıklarını, yapmak isteyip de yapamadıklarını, yerli yersiz hırçınlıklarının altında yatan nedenleri, karşılıklı küs kaldıkları ve mutlu oldukları zamanları, en çok da kendisinin mutlu olduğu o zamanları....

Şimdi yapması ve öğrenmesi gereken öyle çok şey vardı ki. Ve zaman çok çok azdı öğrenmesi gerekenlerin yanında. Uzun zamandan beri içinde yaşadığı hatta okyanuslar aştığı bu yüzer evini tanımak, onunla bir olmak. Onun dilini çok iyi anlayabilmek ve istediğini vermeye çabalayacaktı.

Hiç kolay olmayacaktı bunu yapmak. Evet, teknedeki birçok parçanın işleyişini biliyordu, ne nasıl çalışıyor, yelkenler nasıl açılır, nasıl kapanır, bu yüzer evi hangi havada yelken sever, ne zaman açıp ne zaman kapatmak gerekiyor. Teknenin alt temizliği nasıl olacak, sırasıyla nasıl bir yol izlenecek, hepsini ama hepsini bir bir öğrenmişti zamanla. Ama elektrik sisteminde ya da su sisteminde ya da motorda bir arıza olursa ne yapılacağını hiç bilemiyordu... Ancak bildiği ve sevgili ustasından öğrendiği tek ve en önemli şey teknene tanımadığın, bilmediğin ustayı sokmayacak, her gelene dokundurtmayacak, bunun için de sen bileceksin onun ne arızası olduğunu... İlla ki bir usta getirtmek gerekiyorsa başında duracak neyi nasıl yaptığına iyice bir bakacak bir dahaki sefere onu çağırmana gerek kalmayacak şekilde dikkatli olacaksın.

Ne güzel yapıyordu tüm bunları diye düşündü, ve kendine kızdı, neden daha fazla merak etmedim, neden onun yerine havuzlukta oturup kitap okumayı tercih ettim, benden bir şey istediğindeyse ona söylemeden ama belli etmeden ne kadar öfkelenip kızıyordum, halbuki ne kadar da gerekliymiş herşeyi öğrenmeye çalışmak.

Aslında tanıdığı hiçbir kadın da kendisinden farklı değildi. Kendilerini evden çıkarıp tekneye atıyorlar, denizi seviyorlar, gördükleri yerlerde harika zaman geçiriyorlar ama teknede yaptıkları işler yine de temizlik ve yemek yapmayla sınırlı olabiliyordu çoğu zaman.

Tamam, bunda erkeklerin de payı yok değildi. Çoğu zaman üstü kapalı bir "sen anlamazsın, ya da bu erkek işidir" yorumu yapılırdı yapılmasına. Ve hatta kadın biraz da itilirdi mutfağa, bazen senin yerin orası bazen de harika yemek yapıyorsun karıcığım denilerek.

Uzun ama çok uzun yıllarını denizde geçirmiş, birbirlerini iyice tanımış denizde tekneleri ve birbirleriyle bütünleşmeyi başarmış çiftleri hatırlıyor. Onlardan yayılan huzura imrenirdi her zaman... Öylesine huzurlu bir yineleme vardı ki hayatlarında. Kendisinin de öyle olacağını hayal ederdi... Ama işte herkesin hayatı değişik bir yoldan akıp ulaşırdı okyanusa...

Okyanus. Bu kelime onu kendine getirdi... Düşüncelerinden sıyrılıp o taze serin bahar sabahına döndü yeniden... Tüm sitemlerini bir yana bıraktı. Az önce onu uyandıran rüzgarın getirdiği kırlangıçların şarkılarını duydu, kafasını kaldırıp direğe baktığında, muhteşem, uzun kuyrukları ve lacivert renkleriyle, aşkı, sevgiyi, baharı ve hayatı cıvıldayan bir çift kırlangıcı gördü...

Kendi yalnızlığına kaydı duyguları bir an, hüzün kapladı yeniden tüm varlığını… Ama sonra kendine hayır, dedi yapabileceğimiz herşeyi yaptık birlikte. Tüm güzellikleri paylaştık ve keşkelerimiz yok. Hep iyiki yaptık dediklerimiz var. Asıl şimdi benim keşke yapsaydım dediklerim var. Artık iki kişilik bir yalnızlığı taşıyacağım tek bedende. O her şeyi ama her şeyi görecek benim gözlerimde, her şeyi hissedecek benim kalbimde.

Yoo hayat güzeldi... Ve o biliyordu ki istedikten, gerçekten gönülden istedikten sonra yapılamayacak hiçbir şey yoktu.....

Şu kısacık zamanda aradan bunca uzun zamanın geçmiş olmasına hayret ederek kalktı, fincanını yıkadı. Ardından iş eldivenlerini takıp o günkü planı olan motor tanıma dersine başladı. Gülümsüyordu; işte onların şarkısı çalmaya başlamıştı radyoda...

Sema Erdal

Benzer Yazılar

Bu yazıya benzer içerik bulunamadı.

Yorum Yap