Hindistan ile ilgili makalenin 1. bölümünü aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.
https://yelkenciningazetesi.com/hindistan-1-bolum
Hindistan coğrafyasının çok sayıda devlet, krallık ve imparatorluğa ev sahipliği yaptığını belirtmiştim. Buna bağlı olarak çok sayıda saray ve kale de yer alıyordu bu topraklarda. Doğal olarak ülkeye gelen ziyaretçiler de konaklamak üzere bu tarihi yapılardan bazılarında misafir ediliyorlardı. Bizde grup olarak bir Hintli Prensin “Narain Niwas Palace” olarak bilinen, otele dönüştürülmüş müze evine misafir olduk.
Narain Niwas Palace
Tac Mahal’ı hemen hepimiz biliriz. Agra kentinde yer alır. Babür Türk İmparatoru Şah Cihan’ın genç yaşta kaybettiği eşi Begüm’e olan sevgisinin kanıtı olarak inşa ettirdiği bir türbedir. Türk mimar ve ustalarının eseri olan Tac Mahal bana sadece sıradan bir yapı olarak göründü. Yakından uzun uzun baktığımda, bir insana sağlığında gösterilmemiş bir sevginin öldükten sonra kanıtlanmaya çalışılmasının anlamsızlığından başka bir şey düşünemedim. Begüm şimdi ne bilsin üstüne yığılan tonlarca mermerin bir sevgi gösterisi olduğunu? Ancak çevresindeki bahçe-peyzaj ustalığı ve mimari yönüyle Dünya çapında bir eser olduğuna kuşku yok.
Tac Mahal ve Hintli hanımlar
Agra kentinde de imparatorluk eserleri var. Fatehpur Sikri içindeki “Panch Mahal” Babür İmparatoru Akbar’ın bugünlere bıraktığı eserlerden biri. İçinde saray ve çeşitli kompleksleri barındırıyor. Yemyeşil bahçeleri, bu bahçeler içinde yer alan küçük süs havuzları, oya gibi ince ince işlenmiş duvarlar, tavanlar, kemerler ve kakmalar. O döneme göre lüks olan hiçbir şeyden kaçınılmamış.
Panch Mahal
Panch Mahal
Yine Agra yakınlarındaki “Agra Kalesi” Babürlülere ait saray-kale yapılardan. Öncekilerden hiçbir farkı yok. Gösteriş, lüks, görkem, mimari her şey var. Sarayın (Kalenin) dışı adeta çöl görünümünü andırırken saray içinin cennetvari atmosferi yansıtması anlaşılır gibi değil.
Bu zamana kadar ziyaret ettiğim tarihi yapıların bende bıraktığı izlenim, o dönemlerin yönetici elit kadrolarının zevk, sefa, ihtişam, gösteriş, lüks içinde yaşarken tebaalarının tam tersi bir yaşam sürdürdükleri yönündeydi. Tarihi kale ve sarayları ziyaret ederken ilgimi çeken noktalardan biri buralara getirilen çok sayıda öğrenciydi. Geçmişte olan biteni yerinde görüp buradan çıkarsama yapan genç Hintli nesil geleceğini buna göre yönlendirebilirdi.
Bölgede su ihtiyacını karşılamak için kullanılan su kuyularının en büyüğü Jaipur-Agra arasında bulunan Abhaneri Kuyusu. Kıtlık zamanında kullanılmak üzere inşa edilen bu kuyular adeta bir sanat eseri görümünde. Bildiğimiz kuyulardan değil bunlar. Ters piramit şeklinde, yanları kademeli merdiven olarak tasarlanmış, yüzlerce kişinin aynı anda inmesine uygun biçimde oluşturulmuş kuyular. Bugün kullanılmasalar da, hala ayakta kalmış çarpıcı mimarilerini gelen konuklara cömertçe sunuyorlar.
Abhaneri Su Kuyuları
Hindistan’ın çok kalabalık, kalabalık olduğu kadar toplumsal anlamda da fazlaca eksiklikler yaşadığını belirtmiştim. Ancak bu tabloyu bozan münferit görüntüler de yok değildi. Örneğin bir akşam evlerine davetli olduğumuz bir Hintli iş insanının evi klasik Hindistan imajının tersi bir görüntü içindeydi. Evinin kapısında bizleri karşılarken beraberinde gördüğüm ve kendisinden 10-15 yaş büyük gösteren hanımefendiyi annesi sanmıştım, oysa eşiymiş. Hindistan’da aşırı ataerkil bir aile yapısı olmamasına rağmen, geleneksel olarak tüm ev işlerinin üzerlerinde olması nedeniyle hanımların zamanından önce yıpranıp çöktüklerini öğrendim.
Çok güzel bir evdi. Ev sahibi ilk katı gelen konukların ziyaretine ayırmıştı. Oturma grubu, şirin pencereler ve bunları süsleyen rengarenk perdeler, evlerin vazgeçilmezi olan ibadet köşesi, duvarlarda resimlerle konut gerçekten iç açıcıydı. İsteyen mutfağa geçip evin hanımıyla akşam yemeğini birlikte hazırlayabilirdi. Bizler de elimiz boş gelmemiş, Türkiye’den getirdiğimiz bir şişe rakıyla bahçedeki ayak üstü sohbeti renklendirmeye çalışmıştık.
Hintli ailenin evinden bir görünüm
Hindistan üzerine ayaküstü sohbet
Hindistan’da el sanatları dikkat çekici. Özellikle mermer kakma ve halıcılıkta nefis eserler ortaya konuyor. Yönü değiştikçe rengi de değişen halılar hayranlık uyandırıyor. Hele 3 boyutlu canlı renkli duvar halıları birer şaheser. Bunların görüntülenmesine ise hiç izin verilmiyor.
Kakmacılık
El dokuma halılar
Ülkenin kalabalık, kalabalık olduğu bir o kadar da yoğun toplumsal sorunlarla boğuştuğu bir gerçek. Buna bir katkı olarak düşünülmüş, toplumsal üretim ve gelişmeye ivme kazandırma amaçlı olarak oluşturulan bir köy ziyareti sırasında köydeki kadın, erkek ve çocukların ailece üretim yaparak geçimlerine destek sağlama çabalarına tanık olduk. Çok zor da olsa, Hint toplumunun mütevazı bir sıçrama yapması adına sevindiriciydi. Ayakkabı tamiri, örgü-dikiş, çeşitli çocuk etkinlikleri, köy evlerinin boyanarak çağdaş bir görünüme kavuşturulma çalışması biz konuklar için o güne kadar içinde yaşadığımız Hint toplumunun olumsuz imajını tersine çevirme adına atılan güzel adımlardı. Köy ziyaretini küçük çocuklarla resim çektirip küçük harçlıklarla tamamladık.
Pilot köyde oyun oynayan çocuklar
Evde dikiş diken bir baba ve kızı
Kent gezilerinin en keyifli anları bisikletle yapılan açık hava turlarıydı. Arkalarında 2 kişilik oturma yerleri olan bisikletlerle gezi düz yollarda herkes için sorunsuzdu. Ancak yolun rampa haline dönüştüğü yerlerde durum değişiyor, sürücülerin fazlaca zorlandığı gözden kaçmıyordu. Bu durumda bizde yerlerimizden yola iniyor, sürücüyle birlikte bisikletimizi yokuşu tırmanana kadar itiyor, sonra tekrar binerek yola koyuluyorduk. Bu davranışımız zaten zayıf bünyeye sahip Hintli bisiklet sürücüleri tarafından da memnunlukla karşılanıyordu.
Bisiklet sürücüleriyle gezi sonrası hatırası
Hindistan’da da tapınaklar Hindu inancının ayrılmaz bir parçasıydı. İnançlara saygı duymakla birlikte, neredeyse yiyecek ekmeği olmayan insanların ellerindeki az miktarda parayı da gidip Hindu tapınaklarına bağışlamalarını anlamakta zorlanıyordum. “Toplum bu şekilde mi kontrol altında tutuluyor?” diye düşünmeden edemedim. Hele Sih Tapınaklarında fakir insanlara günde 3 öğün ücretsiz yemek dağıtımı anlaşılır gibi değildi. Olayın insancıl yönü bir tarafa bırakıldığında, o insanların toplumsal üretime kazandırılması gerekirken, Sih Tapınaklarında günde 3 öğün ücretsiz yemeğe mecbur bırakılması bana göre topluma yapılmış bir kötülükle eşdeğerdi. Açları doyurmak insancıl dahası evrensel bir idealdi. Ancak hedef miydi? Ne demişti Victor Hugo? “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk”. Ancak Hint toplumu henüz birinci adımı geçememişti, sorun da oradaydı. Bu aşılmalıydı.
İbadet eden ve bağış yapan Hindular
Sih Tapınağında ücretsiz yemek için sıra bekleyen Hintliler
Amerika’nın Hollywood’u varsa Hindistan’ın da Bollywood’u vardı. Bir sanat ve eğlence parkı diyebileceğimiz bu merkezde, özel tasarlanmış salonlarda Hint masal ve destanlarının görsel sunumları hiçbir masraftan kaçınmadan izleyicilere sunuluyordu. Koskoca salonun bir o kadar devasa sahnesi şekilden şekle giriyor, bir orman sahnesi sergilenirken kaşla göz arasında sahne birden kent merkezine dönüşüyordu. İzleyiciler oyuncuların sahnenin yan tarafından geleceklerini beklerken, karanlık tavandan keskin bir ışık hüzmesi eşliğinde uçan bir melek sahneye doğru yol alıyordu. Ne var ki tüm bu harika görsel efektlerin kayıt altına alınmasına izin verilmiyor, giriş kapısında gelen konuklar cep telefonları dahil her türlü elektronik cihazdan arındırılarak salona alınıyordu.
Hayal Krallığı
Eğlence Parkından bir görüntü
Kuzey Hindistan’ın kısaca özeti böyleydi. Delhi’den Türkiye için havalandığımızda, geride bıraktığım Hindistan pasıyla, kiriyle, gurusuyla, yaşam tarzıyla, inanç sistemiyle, toplumsal yapısı, tarihi ve kültürel birikimiyle “Hint Medeniyeti” ünvanını gerçekten hak etmişti. Pencereden baktığımda ise o gördüğüm Hindistan yine yoğun dumanlı bulutların gerisinde kaybolmuştu.