Hindistan’da Herkes Vejeteryan Değilmiş

Geçen yazımızda Agra’ya uçacağız, oradan Tac Mahal’e geçeceğiz demiştim. Sabah otelde kahvaltımızı yapıp çıktık.

Otelden çıkarken bizi bekleyen sürpriz ise bir flüt konseri idi. Güne iyi başlamamızı sağladı.  Nihayet havaalanına doğru yola çıktık. Trafik bildiğimiz gibiydi ama artık öğrenmiştik. Bize bir kaos varmış gibi görünüyor, ama aslında bir harmoni içinde herkes varacağı yere ulaşıyor.  Yine dikkatimi çeken küçücük okul minibüsü idi. Ben bindiğimde dik bile oturamıyordum. Daha sonra da bu minibüsleri CIP’de yolcu taşırken gördük.

Havaalanında terminale giden tüneldeki vitray çiçekler inanılmaz güzeldi. Bir anlamı yokmuş. Sadece modern bir tasarım, dekorasyonmuş.

Bir saatlik uçuştan sonra Agra’ya vardık ve öğle yemeğimizi yiyeceğimiz ITC Hotel’in içindeki Peshawri restorana doğru yola çıktık.

Aracımızın içinde koltukta oturma halısı, tespih gibi süslemeler bana hiç yabancı değildi,  gülümsedim. Ne dersiniz size bir şeyler hatırlatmadı mı?

Agra, Delhi’ye yaklaşık 200 kilometre uzaklıkta, Hindistan’ın kuzeyinde, Uttar Pradesh eyaletinde yer alan ülkenin en çok ziyaret edilen şehirlerinden biridir. Nüfusu yaklaşık 2 milyon kişi civarında. Yamuna Nehri kıyısında bulunan Agra, özellikle eşsiz bir türbe olan Tac Mahal ile tanınıyor. Ayrıca Agra Kalesi ve Fatehpur Sikri denilen eski şehir UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan önemli turistik yerlerdendir.

Hindistan’da yemek kültürü son derece zengin, renkli ve çeşitli. Ülkenin farklı bölgeleri, iklimi, dini inanışları ve etnik çeşitliliği, mutfağın da çok katmanlı olmasına neden olmuş.

Hint mutfağının en ayırt edici özelliği aşırı baharat kullanımıdır. Kimyon, zerdeçal, kişniş, karanfil, tarçın, acı biber, hardal tohumu ve garam masala gibi baharatlar çokça kullanılıyor. Bize bu baharatlar biraz fazla geldi açıkçası ve bizdeki gibi acısız sipariş etseniz bile pek bir şey değişmiyor. Hintliler de bizim gibi mutfak kültürleri ile gurur duyuyorlar. Bir yemek sipariş verdiğinizde, seveceğinizden eminler, ağzınızın içine bakıyorlar. Sadece lezzet amaçlı değil, şifa niyetine de yemeklere kattıkları baharatları seveceğinizden de eminler.

ITC Hotel’in içerisinde Peshawri isimli restorana geldiğimizde sada paan ve meetha paan yazan genellikle betel yani bir tür asma yaprağı içine çeşitli malzemeler sarılarak yapılan “bohçalar” ilgimizi çekti. Bunlar Hindistan’da ve Güney Asya’da yaygın olarak tüketilen iki farklı paan çeşidiymiş. Paan, geleneksel bir ağız tazeleyici, ferahlatıcı imiş. Restoran çok otantik döşenmişti ve karnımızı az baharatlı, lezzetli hint et yemekleri ile bir güzel doyurduk.

Biz et yedik ama Hindistan, dünyada en fazla vejetaryenin yani etyemezin yaşadığı ülkedir. Özellikle Hinduizm ve Jainizm gibi dinler, hayvan öldürmeye karşıdır. Evet, Hindistan’da et yeniyor ama ne tür etin yenip yenmediği kişiden kişiye, bölgeden bölgeye çok değişiyor. Vejetaryen mutfağı çok güçlü olsa da etli Hint yemekleri de çok lezzetli ve çeşitlidir.

Bizim olduğumuz Kuzey Hindistan’da naan, roti gibi ekmek türleri yaygın. Tandoori yemekler, yoğurtlu soslar, kremalı yemekler ve mercimek öne çıkıyor. Güney Hindistan’da ise pirinç ana üründür. Hindistan cevizi, acı biber ve köriler orada daha baskın. Batı Hindistan’da tatlı-ekşi tatlar bir arada kullanılırken Doğu Hindistan’da deniz ürünleri bolca tüketiliyor. Ülke bir kıta kadar büyük olunca farklı bölgelerde değişik mutfak kültürleri hakim. Türkiye, Hindistan ile karşılaştırılınca alan olarak küçük bir ülkeyiz, ama imparatorluk mirası olarak bizim de her bölgemizde birçok farklı mutfaklar hakimdir.

Hindistan sokaklarında gezerken sokak yemekleri her an karşınıza çıkıyor. Ben önceki tecrübelerime istinaden hiçbirinden kimseye tattırmadım, ama chaat, samosa, pakora, pani puri gibi lezzetlerin hem ucuz hem lezzetli olduğu söyleniyor. Hatta ülkemizde sosyal medyada çoğunun tarifini bizim şeflerimiz hesaplarında paylaşmışlar bile…

Tatlılara gelirsek gulab jamun, jalebi, rasgulla, laddoo gibi tatlılar hem bayramlarda hem özel günlerde tüketiliyormuş. Bunlar genelde şerbetli tatlılar. GOYA yaparken raflarda kutu içinde Turkish Baklava da gördük ama gittiğimiz restoranlarda menülerde karşımıza çıkmadı. Benim favorim gulab jamun yani lokma tatlısı oldu. Yemekten sonra otelin kapısının önündeki geleneksel kıyafetler içinde bekleyen görevli ile fotoğraf çektirip ayrıldık ve Tac Mahal’e doğru yola çıktık.

Tac Mahal’e ulaştığımızda birçok yerde gördüğümüz gibi banklarda uyuyanlar vardı. Daha önce görmediğimiz bir şey ise maymunlardı. Tac Mahal’in bahçelerinde sıkça maymunlara rastlanıyor. Bu hayvanlar, genellikle ziyaretçilerin bıraktığı yiyeceklerle beslenir ve bahçede serbestçe dolaşırlarmış. Maymunlarla karşılaştığınızda dikkatli olun ve asla onlara yiyecek vermeyin diye uyardılar. Zira talepkar ve saldırgan olabiliyorlarmış ve gözlük, çanta, anahtarlarınızı kapabiliyorlarmış. Yol boyunca yerel hediyelik eşya satıcılarının çıkardığı gürültü yeri göğü inletiyordu.

Evet, Tac Mahal’in uzun ve etkileyici bir öyküsü var. Asıl adı Arjumand Banu Begüm olan Mümtaz Mahal, , Şah Cihan’ın en sevdiği eşi ve en yakın sırdaşıymış. Mümtaz Mahal, hem güzelliği hem de zekâsıyla tanınıyor ve imparatorluk yönetiminde kocasına danışmanlık yapıyormuş. Ancak bu büyük aşk trajik bir şekilde son bulmuş. 1631 yılında, Mümtaz Mahal 14. çocuğunu doğururken Burhanpur’da hayatını kaybetmiş ve orada gömülmüş.

Tac Mahal’in yapıldığı 17. yüzyılda, Agra, Babür İmparatorluğu’nun başkenti ve Babürler için önemli bir ticaret ve sanat merkeziydi. Burada çok sayıda usta zanaatkâr ve mimar bulunuyormuş. Tac Mahal’in yapımında görev alan sanatçılar, dönemin en iyi taş işçileri, hattatları ve mozaik ustalarından oluşuyormuş. Şah Cihan, başkente yakın bir anıt mezar yaptırmak istemiş, en iyi mimarları, sanatçıları ve taş ustalarını bir araya getirmiş. Projenin başındaki isim, ünlü mimar Ahmed Lahori idi. İran, Osmanlı ve Hint mimarisinin bir sentezi olan bu eser için çalışmalar 1632 yılında başlamış. Yamuna Nehri kıyısında yer seçilmiş; nehir, yapıya ayrı bir özellik ve etkileyici bir görünüm kazandırmış.

Tac Mahal, Şah Cihan’ın büyük aşkı eşi Mümtaz Mahal için yaptırılmış bir anıt mezardır. Onun ölümü, Şah Cihan’ı derin bir üzüntüye boğmuş. Rivayetlere göre aniden saçları beyazlamış ve içine kapanmış. Büyük aşkını onurlandırmak için dünyada eşi benzeri olmayan bir anıt mezar yaptırmaya karar vermiş.

Beyaz mermer, Hindistan, Çin, Arabistan ve İran’dan getirilmiş. 20.000 işçi ve 1.000 fil inşaatta çalışmış. İnci, firuze, yeşim, akik, lapis lazuli gibi değerli taşlar duvarlara kakma olarak işlenmiş. Saf beyaz mermerden yapılmış, dört minareli, simetrik ve ihtişamlı benzersiz bir yapı günümüze kadar ulaşmış.

Şah Cihan’ın oğlu Aurangzeb, 1658 yılında bir saray darbesi yaparak babasını tahttan indiriyor ve onu Agra Kalesi’ne hapsediyor. Şah Cihan, Tac Mahal’i ancak penceresinden uzaktan izleyerek 8 yıl geçiriyor. 1666’da hayatını kaybedince, vasiyeti üzerine Tac Mahal’in içine, Mümtaz Mahal’in yanına gömülüyor. Öykünün sonu böylesine acıklı imiş.

Bugün, Tac Mahal UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde ve dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul ediliyor. Her yıl milyonlarca turist, bu büyük aşk hikâyesinin sembolünü görmek için Agra’ya geliyor. Ama görüp dinledikten sonra da niye daha önce gelmemişim diye hayıflanmadığım gibi, bir daha da gelmem, diyorum.

Hava çok sıcaktı. Bahçede ağaç gölgesinde ama kan ter içinde vardık kısa bir yürüyüşle; yalnız içeri girmek o kadar kolay olmadı, çok kalabalıktı ve güvenlik kontrolü vardı.

Giriş ve Avlu:

Tac Mahal girişi Darwaza-i Rauza kapısından yapılıyor. Bu kapı, kırmızı kumtaşından inşa edilmiş olup, beyaz mermer süslemelerle zenginleştirilmiş. Kapının üzerinde Kur’an’dan ayetler var. Girince geniş bir avlu yer alıyor.

Bahçe ve Havuzlar:

Avludan sonra, dört ana bölüme ayrılmış Charbagh yani simetrik bir bahçe var. Bu bahçe, İslam’ın cennet tasvirine uygun olarak tasarlanmış. Bahçenin ortasında uzun bir yansıma havuzu yer alıyor. Bu havuz, Tac Mahal’in su üzerinde yansımasını sağlayarak gerçekten etkileyici bir manzara oluşturuyor. Bu havuzun önünde Tac Mahal’in minaresini tutar gibi fotoğraf çektirmek isteyen turistler ilginç ve eğlenceli bir görüntü oluşturuyordu.

Ana Türbe Binası:

Bahçenin sonunda, beyaz mermerden yapılmış ana türbe binası yükseliyor. Türbenin dört köşesinde simetrik olarak yerleştirilmiş dört minare var. Ana kubbe, soğan biçiminde, altın bir alem ile taçlandırılmış. Türbenin iç kısmında, Mümtaz Mahal ve Şah Cihan’ın sembolik lahitleri yer alıyor. Asıl mezarlar ise alt katta bulunuyormuş.

Cami ve Misafirhane:

Ana türbenin batısında ise yine kırmızı kumtaşından yapılmış bir cami var. Doğusunda ise simetrik olarak inşa edilmiş bir misafirhane yer alıyor. Her iki yapı da türbenin estetik dengesini koruyor ve kompleksin bütünlüğünü sağlıyor.

Yaklaşık iki saatimizi alan Tac Mahal ile ilgili çok sayıda efsane var:

  • İlki, Şah Cihan’ın, eseri bir daha kimsenin yapamaması için mimarlarının ellerini kestirdiği yönünde. Ancak, bu iddia tarihi belgelerle kanıtlanmış değil. Tac Mahal, olağanüstü güzellikte ve benzersiz bir yapı olduğu için insanlar, böyle bir eserin tekrar edilmemesi için Şah Cihan’ın mimarları cezalandırdığına inanmışlar.

Baş mimar Ustad Ahmed Lahori ve ekibi, Tac Mahal’in inşasından sonra da yaşamış ve farklı projelerde çalışmış. Eğer böyle bir cezalandırma olmuş olsaydı, bu mimarların başka eserler inşa etmesi mümkün olmazdı.

  • İkinci efsane, Şah Cihan’ın Yamuna Nehri’nin karşı kıyısına kendisi için siyah mermerden bir Tac Mahal yaptırmayı planladığını iddia eder. Şah Cihan, Mümtaz Mahal için yaptığı Tac Mahal’in tam karşısına, aynı yapının siyah mermerden bir versiyonunu inşa ettirecekti. Nehir boyunca uzanan köprüyle iki Tac Mahal birbirine bağlanacaktı. Ancak Şah Cihan, oğlu Aurangzeb tarafından tahttan indirilip hapsedildiği için bu proje hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Bu efsane, Fransız gezgin Jean-Baptiste Tavernier’in 17. yüzyıldaki anlatılarından kaynaklanır. Ancak, Yamuna Nehri’nin karşı kıyısında yapılan kazılarda, siyah bir Tac Mahal’in temellerine dair hiçbir kanıt yok.

  • Üçüncü efsane, bazı Hindu milliyetçi grupların, Tac Mahal’in aslında eski bir Hindu tapınağı olduğunu ve Babür İmparatorluğu tarafından değiştirildiğini iddia etmeleri. Bu teoriyi savunanlar, Tac Mahal’in Tapeshwar Mahadev adlı Şiva tapınağı olduğunu öne sürer. Bu iddiaların da tarihi bir kanıtı yoktur. Tac Mahal’in yapım süreci, mimarları, belgeleri ve inşaat kayıtları oldukça iyi belgelenmiş. Bu yüzden bu iddialar genellikle siyasi ve ideolojik amaçlarla ortaya atılmıştır.

Dördüncü efsane ise Tac Mahal’in kubbesinin aslında altın kaplamalı olduğu, minareleri ve duvar süslemelerinin değerli taşlarla işlenmiş olduğudur. Ancak zamanla bunlar ya İngilizler tarafından ya da yerel yöneticiler tarafından çalınmış derler. Biz ekonomiye kazandırılmış diyelim.

Tac Mahal’de gerçekten de inci, akik, firuze, zümrüt ve lapis lazuli gibi değerli taşlar kullanılmış ancak altın kaplama bir kubbe olduğuna dair kesin bir kanıt yok.18.ve 19. yüzyılda, Hindistan’ın çeşitli dönemlerinde Tac Mahal’e zarar verildiği ve bazı süslemelerin çalındığı biliniyor. Özellikle İngilizler döneminde, duvarlardan mücevherlerin söküldüğü belgelenmiş.

Son bir efsaneye göre de, Tac Mahal tamamlandığında gece yarısı gökyüzünde olağanüstü ışıklar belirdi.

Tac Mahal’in üzerine nur indi ve yapının büyülü güzelliğine böylece kavuştuğu düşünülür. Kimileri bunun Mümtaz Mahal’in ruhunun Tac Mahal’i kutsaması olduğunu söyledi. Ancak, bu tür ışık olaylarının olduğunun ya da Tac Mahal’in inşasıyla bağlantılı olduğunun hiçbir bilimsel kanıtı veya tarihte yeri yoktur.

Velhasıl artık memlekete dönüyoruz. Şimdi sormak isterseniz niye Hindistan? Anlatayım: Niçin Hindistan?

Kıta kadar büyük bir ülke, çok kalabalık, zaten yatırımımız var, gelecek vadediyor. O halde devam…

Aslında Hindistan, Türklerin güney göç yolu üzerindeydi, kuzeyinde daha çok melezler yani Türk ırkı ile karışık ve genellikle Müslümanlar yaşar. Zaten ülkenin doğu ve batısında yer alan Bengladeş ve Pakistan da böyledir. Hatta Müslümanların fiziken güzel oldukları bile söylenir, malum melezler ya, hani Brezilya gibi…

Latin alfabesi ve İngilizcenin neredeyse ana dil olması ve yurt dışında Hint diasporasının kuvvetli olması, Hintlilerin eğitimde bir avantaj yakalamasına ve dijital teknolojiye uyumlarının hızlandırılmasına sebep olmuş gibi geldi bana…

Bu goyamızda hem üretim tesislerimizi, hem değişik şehirleri, farklı demografiyi yani farklı tüketici tercihlerini yönlendiren unsurları, muhtelif satış noktalarını inceledik. Aynı zamanda yemek kültüründen, dini, sosyal ve kültürel hayata, tarihin etkilerini araştırıp Hindistan’ı tanımaya çalıştık.

Zira MUTLUETMUTLUOL düsturumuz uyarınca Hint yarımadasının tüketicilerini de memnun etmeyi görev edindik. Hindistan’da glocal yani yerel ve global yani yerli ve yabancı olmak istiyoruz.

Hindistan’ın küçük, büyük, başkent dahil çok önemli bir bölümünü deneyimledik ve tamamıyla ilgili güzel bilgiler edindik, etkileyiciydi. Gelecek 5-10 yılda Çin ile birlikte Hindistan dünyanın gündeminde olacak. Biz de bu duruma uygun bir şekilde global bir şirket olarak hazırlanıyoruz. Bu GOYA planının bir parçası idi.

Murat Ülker

Yorum Yap