Zaman zaman Prof. Dr. Fethi Ağalar Hocam’ın yazdığı pazar yazılarını sizlerle paylaşıyorum. Çok da okunuyor, hatta futbol yazısı büyük takipçili internet siteleri tarafından da yayınlandı, çok beğeni aldı. Geçenlerde bir arkadaş grubu ile güzel bir akşam yemeği yedik, Fethi Hocam da davetliler arasındaydı. Pazar yazısında bu yemekten söz ederken benle ilgili de yanaklarımın kızarmasına neden olan övgülere yer vermiş. “İlahi hocam beni mahcup ettiniz” diyorum ve bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum:
Fethi Ağalar hocamdan;
Gelelim bu haftaya, bu hafta iki dünya markası gündemimiz.
THY’dan başlayalım; … diyen hocamın sadece bizim markamızla alakalı sözlerini dercedeğim.
Bu hafta içinde bir akşam yemeğine katıldım, kişi sayısı olarak dar kapsamlı, meslek olarak geniş katılımlı bir toplantı. Katılımcı olmak için tek şart günü yaşayan, gündemi takip eden ve kendi alanınızda en iyilerden biri olmanız. Davet sahibiyle geçmişimiz neredeyse kırk seneye dayanır. Benim hocalık yaptığım ilk yıllar, Boğaziçi Üniversitesi’nde finans dersi veriyorum. Derste kendini gösteren öğrencilerim var, konularına hakimler, düşünce yapıları ve tarzları mükemmel. O zamanlar Boyner ailesi şirketlerinin yapısını değiştirmeye karar veriyorlar, bir taraftan Beymen’i geliştirmeyi ve büyütmeyi, bir taraftan Türkiye’ye ilk defa “outlet konseptini” getirmeyi planlıyorlar. Hedeflerini gerçekleştirmek için genç yönetici ve yeteneklere ihtiyaçları var. Ben de kendilerine üç gençten bahsediyorum. “Mülakat yapalım, beğenirsek hemen işe alalım“ diyorlar. Öğrencileri davet ediyoruz, ilk aday çok beğeniliyor ve işi kabul ediyor, ikinci aday da işe alınıyor. Sıra üçüncü adaya geliyor. Ben kendisini odaya davet etmeden önce “bu aday içlerinde en iyisi“ diyorum. Çağırıyoruz, çay kahve sonrası yapılan mülakatta konulara hakimiyeti, düşünce tarzı ve yapısı muhteşem… tam istediğimiz aday, iş teklif ediyoruz, pozisyon, maaş, araba, veriyoruz, “gelmem” diyor. Teklif uzadıkça uzuyor, genç “Nuh” diyor “peygamber” demiyor ve bana sitem edilerek bu adayı neden davet ettiğim soruluyor. Ben de oldukça gergin bir şekilde soruyorum “her şeyi verdik, neden gelmiyorsun” diyorum. Cevap beni iyice sinirlendiriyor “hocam ben çalışıyorum”, ben de bir hışım “nerede” diye soruyorum. Cevap “Ülker’de”. Ben artık çıldırmak üzereyim “bu iş kadar canlı ve güzel bir iş varken, hacı hoca şirketinde ne yapacaksın” diyorum, “hocam, hacı babam, hoca amcam olur” diyor. Ben taşı baltaya vurunca, Murat beyin soyadının Ülker olduğunu çok acı bir şekilde öğreniyorum. Ne diyeceğimi şaşırarak “siz çikolata üretiyor musunuz” diye saçma bir soru soruyorum, ne diyeyim bir çuval incir ancak bu kadar berbat edilir.
Başkası olayı nasıl değerlendirir bilmem ama, Murat “soyadına değil, kişiliğine, beynine ve vizyonuna” verdiğim değeri anlayarak, o gün bu gün benimle dostluğunu sürdürdü. Kendisi ülkede en çok kitap okuyan ve dünyada olup biteni çok iyi takip eden kişiliği nedeniyle onunla dost kalmak, masasına, tatiline davet edilmek için onun kadar okumak ve güncel olmak zorundasınız.
2000’li yıllar, İzmir Hilton’da en üst kattaki salonda akşam üstü Cahit Düzel’e rastlıyorum, bizim okuldan ve benden iki sene büyük bir ağabeyim. Philip Morris, Torbalı’da sigara fabrikasını kurmuş ve Türk pazarına yerleşiyor, Cahit abi orada üst düzey yönetici. Laf lafı açıyor, “sen Murat’ı tanırsın, biz firma olarak aynı zamanda Nabisco’nun sahibiyiz-Nabisco Amerika’nın en büyük bisküvi üreticilerinden biri- bize Ülker’i satarlar mı bir sorsan” diyor. Rakam cazip, neden olmasın İstanbul’a döner dönmez Murat’ı arıyor ve o zamanki yönetim binasının içinde olduğu Davutpaşa’daki fabrika kompleksine gidiyorum. Murat’a heyecanla teklifi söylüyorum, “hocam” diyor “biz onlara aynı miktar ödeme yapalım onlar bize markalarını ve şirketlerini satsınlar. Bizim hedefimiz oralarda olmak, üretmek, satmak ve markalarımızı tüm dünyaya tanıtmak.“ Şaşırıyorum, cevabı aynen Cahit abiye geçiyorum, o günlerde aklından geçenler, bu günlerin habercisi oluyor.
O yıllarda fabrikada buluşup ettiğimiz sohbetlerin birinde, “ben tüm ev hanımlarına hitap etmek ve mutfaklara girmek için hazırlık yapıyorum” diyor ve soruyor, “bunun için ne üretmeliyim?” düşünme süreci içinde ilk aklıma gelen ketçap ve hardal oluyor, “hoca” diyor “büyük düşün.” Bisküvi üreticisi olarak mutfağa girmek deyince akla ilk gelen nedense ambalaj ve paket olarak bu ürünler oluyor. Tabii Murat, undan yağa, bakliyattan süt ürünlerine, deterjandan kağıt havluya, hepsinde olmayı planlıyor. Önce gereken markaları alıyor, “Mintax, Piyale, Mis Süt ve benzeri” sonra hedefine ulaşarak tüm mutfaklara girmeyi başarıyor. Unutamadığım anılarımdan biri de, ziyaretlerimin birinde bana ikram ettiği muhallebi. Nedenini soruyorum, “artık bunları hazır alacaksınız, evlerde yapılmayacak” diyor. Gülüyorum, “annelerimiz yapıyor, ayrıca pastanelerde var, hangi dükkan satacak, kim alacak?” diyorum. Otuz yıl geçiyor, her yer hazır gıda, almayan yok. Galiba vizyon bu…
Bir Cuma akşamı arıyor, “yarın Çamlıca’ya gel, kahvaltı yapalım ve konuşalım” diyor. Buluşup birlikte Pendik’e gidiyoruz. Hedef Besler Yağ fabrikası. Ön kapı dururken arka kapıya gidiyoruz, direksiyonda ben, yanımda Murat. Bekçinin keyfi yerinde, bir bahar sabahı ayaklarını önündeki sehpaya uzatmış, kim geldi diye arabaya bakıyor. Murat beyi görünce mosmor oluyor, kapıyı açıyor, kendisine “ben yönetim binasına gidip hemen arkadaşlarıma bilgi veririm“ diyor. Murat beyden yanıt,“ Hayır, kimseye haber vermeyeceksin”. Her yeri adım adım geziyoruz, eksikleri aklına yazıyor, bir saat sonra yönetim binasına giriyoruz. Çok saydığı, konusunda çok değerli ve kendisinden yaşça büyük olan şirketin üst seviye yöneticisini, tüm gördüklerini benim merak ettiğimi ve sorduğumu söyleyerek, onu yönetim önünde zora sokmadan uyarıyor.
Düşünüyorum; yöneticiler, mahcup etmeden, zora sokmadan ancak bu kadar güzel uyarılabilirler. Başarı için gerekli olan, işini bilen yönetici kadrosu ve onları kırmadan incitmeden kontrol etmek, yönlendirmek ve takım olarak aynı hedeflere doğru ilerlemek.
On yıl önce, Ümraniye Carrefour’a gidiyorum, eve alışveriş yapacağım. Hayatta en sevdiğim şey çarşı, pazar gezmek. Hem insanları hem fiyatları hem ekonomiyi yaşamak. Ben dalmış fiyatlara ve ürünlere bakıyorum, yardımcım uyarıyor, “kalabalık bir gurubun başındaki beyefendi, sizi gördü size doğru geliyor” diyor. Murat Bey, tüm ekibini almış mağazaları geziyor, ürünlere, yerleşime ve konuma bakıyor buna kendi deyimi ile “goya yapmak” diyor yani (gez, oturma yerinde artık). Sohbet etmeye başlıyoruz, kısaca neyle ilgilendiğimi anlatıyorum, ilgi duyuyor. Arkadaşlarına “siz devam edin” diyor, kendisi benimle kalıyor, kapıya yakın, derme çatma bir Mado’da çay içiyoruz. Kendisine danışmanı olduğum ve zorda olan şirketi anlatıyorum, dinliyor tabii keskin zekanın sorularına anında ve düzgün cevap vermek zorundayım. Bu bölüm bitince, “siz bir dosya hazırlayın gelecek hafta beraber basket maçı izleyelim ve konuyu detaylı konuşalım” diyor. İkimizin de basketbola merakı var ve o günkü adı ile Fenerbahçe-Ülker’in Euroleague maçında buluşmak üzere sözleşiyoruz. Ben hazırlıkları yapıp elimde dosya konuyu beraber inceleyeceğimiz yöneticisiyle Ülker arenaya gidiyorum. Locası kalabalık, gazetecilerden geçilmiyor, tabii o zaman kendisi basketboldan sorumlu ve salon da Ülker Arena olunca, maça gelenler yanında olmak için can atıyor. Kendisi biraz gecikiyor, herkesle sohbet ve muhabbet bitince de beraber yerimize oturuyoruz. Bendeki acelecilikle hemen dosyadan bahsetmek istiyorum, “önce maçı bir seyredelim” diyor. Akşam saat onbir gibi maç bitiyor, ben de konuyla ilgili ümit kalmıyor, “konuşmadan ayrılacağız herhalde” diye düşünüyorum. Tam o sırada “salonu gezelim, sonra oturalım konuyu konuşalım” diyor Salon boşaldıktan sonra arenayı baştan aşağı geziyoruz, nihayet saat on iki sularında kurmayları ile birlikte oturuyoruz, sabaha karşı üçe kadar getirdiğim dosyayı inceliyor, sorular soruyor ve rakamların üzerinden gidiyor Sonunda kurmaylarına “biz burayı alacağız, siz inceleyin, gereken hazırlıkları yapın ve gerisini hoca ile çalışıp halledin” deyip ayrılıyor. İki aylık çalışma sonunda şirket Ülker grubuna katılıyor. Ben “danışman olarak işim bitti” diye düşünürken, beni yönetim kurulu başkanı yaparak onurlandırıyor.
>>> Altı yıl süren görevim sırasında hiç bir şekilde müdahil olmuyor, beraber projeler üzerinde çalışıyoruz, devamlı olarak uluslararası alanda aktif olmak istiyor, hedefi ülkemiz adına yurt dışında markalar almak, bizim sanayimizi, ticaretimizi ve oluşan potansiyelimizi uluslararası arena ile birleştirmek ve pekiştirmek. Ön ayak olarak, satın aldığı alanının çok değerli ve tarihi uluslararası markası olan “Godiva” sonrası artık kendisi için koyduğu hedef bu. Kırk sene içinde yaşadıkları, en alttan başlayarak detayları öğrenerek en üst seviyeye kadar yükselmesi, devamlı kendisini geliştirmesi, incelemesi araştırması en büyük artıları. Hedefi aile işletmesi olarak başlayan Ülker’i kendi alanında Türkiye sınırları dışına taşımak ve dünyanın en üst sıralarına oturtmak. Hayali, önüne çıkınca rakipleri ile amansız bir mücadele sonrası İngiltere’nin en eski ve tanınan markası “United Biscuits” grubunu satın alıyor. Bu satın alma onu dünyanın ikinci en büyük bisküvi üreticisi konumuna getiriyor. Markanın tüm dünyada olan pazarı onun ülkemizdeki tesislerini daha aktif olarak kullanmasına ve tüm dünyaya hızla mal satmasına ve büyümesine ön ayak oluyor. Ülkemiz için en büyük gurur kaynağı olacak haberlerden biri geçen hafta yayınlanıyor, İngiltere Kralının Taç Giyme Töreninin Kekini “United Biscuits” üretiyor.
>>> Dünyanın en muhafazakar ülkesinin, en muhafazakar kurumunun kekini üreten şirketin sahibi bir Türk… övünmek ve iftihar etmek gerekiyor. Milliyetçilik derseniz bu, ülkemizi tanıtmak derseniz bu, uluslararası arenada söz sahibi olmak isterseniz örnek bu…
>>> Seçim kargaşası, söz dalaşı, akıl almaz kirli ve bize yakışmayacak kampanyaların sonunda sizlere ruhunuzu rahatlatacak, bizim gerçekten iftihar edeceğimiz iki Türk markasını anlatmak istedim.
>>> Bırakın günlük çekişmeleri, kendinizi geliştirin, araştırın, çalışın, öğrenin ki, hem kendinize hem ülkenize katkınız olsun. Örnekler yukarıda, güzel bir pazar olsun ve oy vermeyi unutmayın…
Murat ÜLKER