Kastela’dan Fethiye’ye Dufour 335 Transferi

Atina’dan bir Beneteau Oceanis 38’i yeni yuvası olan Pendik’e getirirken telefonum çaldı ve daha önce koordine ettiğimiz bir tekne transferinin zamanının geldiğini anladım. Henüz varış limanına varmamıştık. Daha önce konuştuğumuz gibi ekibimizden bir kaptan benden daha önce gidip tekneyi hazırlayacaktı ve böylelikle benim transferde olmamdan kaynaklı bir gecikme olmayacaktı. Ekibimizin vazgeçilmez kaptanı Barış Özbaykal yine sahnedeydi. Tekne sahibi de Hava Kuvvetleri’nden emekli olmuş ve aktif olarak kaptan pilotluk yapan bir büyüğümüzdü. Frekansımız hemen tuttu ve seyre ait ince detayları kolaylıkla hallettik. Barış kaptanımız hemen yola çıktı ve ben birkaç gün sonra yanına gidecektim. Bir transferimiz daha başlıyordu…


Kastela’dan Fethiye’ye

Çanakkale’de ikamet etmenin birçok güzel yanı var ama mevzu bir teknenin transferi olunca ilk çıkış noktasına -ki bu genellikle İstanbul’daki havalimanları oluyor- varmak için evden gece yarıları yollara düşmek zorunda kalıyorsunuz. Gerçi işimizin önemli bir bölümü uyku ile ilgili yaşadığımız sorunlar oluyor. Peşi sıra gelen vardiyalar, sabaha karşı seyre çıkmalar, kötü hava şartları olunca gece iki kaptanın da ayakta kalması zor oluyor. Onlarca gerçekleştirdiğimiz binlerce millik transferlerimizin çok güzel yanları olduğu kadar uyku düzenimizin bozulması gibi katlanılması gereken dertleri de var elbette. Her neyse, Zagrep aktarmalı Split’e uçuşum tam zamanında gerçekleşmişti. Artık ekibin bir araya gelme zamanıydı.

Barış kaptanımız ekibimizin en eskisi. Nasıl bir transfer olursa olsun, tekne veya mevsim nasıl olursa olsun “atıl kurt” modunda bir kaptanımız. Sadece makinesi ve dümeni çalışan bir yelkenli tekneyi binlerce mil seyir yaparak getirmişliği vardır. Yanlış okumadınız; sadece makine ve dümeni vardı. Ne yelkenleri, ne demiri, ne otopilotu, ne buzdolabı… Çok zorlu bir seyir olmuştu ekibimiz için.

Kastela marinadaki tekneyi neredeyse hazır etmişti Barış kaptanımız. Bize de havayı beklemek ve çıkış işlemlerini koordine etmek kalmıştı. Bir, iki gün daha çıkamıyorduk Split’ten, marina içinde bile anemometremiz zaman zaman 39 kts rüzgar hızı gösteriyordu. Son market alışverişi, son check list’in üzerinden geçme derken tam çıkıyorduk ki marinada içilebilir su akan muslukların olduğunu öğrenince atmadığımız tüm pet şişelere -her seyrimizde belli bir miktar pet şişeyi boş da olsa çöpe atmayıp teknede tutarız- ücretsiz içme sularımızı dahi doldurmuştuk. Hava da biraz sönümlenince 12:00 gibi Kastela marinadan çıkışımızı yapmıştık. Split’ten deniz yoluyla çıkışı bilenler hatırlayacaktır; ülkeden çıkış yapmadan önce Split akaryakıt istasyonuna bağlayıp yakıt tankımızı ve yedek bidonlarımızı doldurduk. Hemen ardından 14:00 gibi gümrük işlemleri için gümrük iskelesindeydik. 15 dakika süren işlemlerimizden sonra artık asıl seyrimiz başlıyordu, Fethiye’ye sürecek 1000 deniz miline yakın bir seyir…

Hava tahminlerine göre yola çıkmıştık ya zaten, beklenen olmuştu… Rüzgar destekli makine ile güle oynaya seyrimize başlamıştık. Son Hırvat adasını gece geçmiştik ve kara görünmeyecek olan Adriyatik seyrimize başlamıştık. Önce internetimiz gitti, sonra telefonlar çekmedi, en son olarak da kara görünmez olmuştu. Koca denizin ortasında teknemiz “Pehlivan” ve Barış kaptanla baş başa idik. Verimliliğimizi korumak adına birimiz muhakkak istirahat ederken diğerimiz teknenin sevk ve idaresinden sorumlu oluyordu. Geçen ay gerçekleştirdiğim Atina-Pendik tekne transferindeki gece ayazları çok şükür yoktu, en azından üşütüyor ama dondurmuyordu. Sabah gün doğumundaki o mükemmel ışıkta harika manzaranın video’sunu çekerken yunusların bize eşlik etmesini de kaydetmek güzel denk gelmişti. Yaptığımız makine kontrolünde çok az bir yağ sızıntısı olduğunu fark ettik ve hemen takibe aldık. Her ne kadar yelkenlerimiz olsa da, bizim için vazgeçilmezlerimizden biri olan makinemiz göz bebeğimizdir.


Tekneyi teslim aldığımızda sancak çarmıhımıza takılmış bir Hırvat bayrağımız vardı. Hırvatistan’da olduğumuzdan işimize de gelmişti; saygı sancağımızdı ne de olsa. Ama artık görevini tamamlamıştı, uluslararası sulardaydık ve yakında Yunanistan karasularına giriş yapacaktık. Seyirde kendi kendine düşer diye düşünmüştük, çünkü çok uyduruk bir şekilde tutturulmuştu çarmıha. Düşmedi, iyi mi… Denizin ortasında Barış kaptan direğe tırmanıp pense yardımıyla söktü Hırvatistan bayrağını. Onun yerine Yunanistan bayrağını daha kolayca sökülüp takılabilecek şekilde ve daha kolay ulaşılabilecek bir yere toka etmiştik.

Oluşan yağ sızıntısı devam ediyordu ve makineye ne kadar etki ettiğini tespit etmemiz gerekiyordu. Denizin sakin olduğu bir zamanda, yelkenle de hareket edemediğimizden, makineyi stop edip teknenin öylece sürüklenmesine izin verdik. Yağın süzülmesini bekledikten sonra, yağ seviyesini kontrol ettiğimizde hemen hemen hiç yağ eksiltmediğimizi gördük ve bayağı bir rahatladık. Artık yağ kontrollerini daha seyrek yapabilecektik. Sonrasında bizim için sıradan bir gün daha geçti; yelken, yemek, kontroller…

Arnavutluk anakarası gözükmeye başlamıştı ve benim hep kötü anılarımın olduğu Vlora Burnu’na doğru ilerliyorduk. Bu sefer çok sakin karşıladı Vlora açıkları, şaşırtıcı idi ve hatta Vlora’dan sonra Korfu Adası kuzeyine kadar öyle bir kolayımıza ve şiddette bir rüzgar esti ki makineleri stop edip siga siga Imerolia’ya doğru ilerledik. İnternet çekmeye başlayınca akaryakıtçımızla randevu tesis ettik ve 117 litre yakıtımızı 213 €’ya alıp geceyi geçireceğimiz Kassiopi’ye doğru yola çıktık. Imerolia ve Kassiopi aynı yerleşime ait birbirine komşu iki koy. Imerolia balıkçı barınağı gibi bir yer, Kassiopi ise oldtown gibi turistik bir limancık olmuş. Ama oldtown’lık bir durumu yok. 15-20 dakikalık bir seyir sonrası Kassiopi iskelesindeki tek tekne olan bir katamarandan kalan kocaman iskeleye kıçtan kara olduk. Demiri tutturmada bayağı bir uğraştık ama sonunda demirimiz sımsıkı tutmuştu. Önce şükür içeceklerimizi yudumladık sonrasında yemek için yer baktık ama daha sezon açılmadığından istediğimiz gibi bir yer bulamadık. Zaten biri etçi -ki kapalıydı- diğeri deniz mahsulcü -ki çok pahalıydı- olmak üzere iki taverna vardı. Yunanlı bir arkadaşımızdan sonradan öğrendiğimize göre Korfu, Yunanistan’ın en pahalı adalarının başlarında gelirmiş. Kumanya eksiklerimizi ve akşam yemeği için bir şeyler aldıktan sonra harika bir havada Pehlivan’ın havuzluğunda akşam yemeğimizi yedik. Yemek sonrası üzerimize yorgunluk da binince yataklarımıza kavuşmamız çok da zor olmamıştı.

Öğlene kadar uyuruz darken sabah 07:00’de düşük voltaj alarmıyla uyandık. Akülerimiz çok dayanmayacaktı, belli oldu. Barış Kaptan aküleri şarj ederken ben Kassiopi’nin içlerine gidip yerel bir fırından börek aldım ve güzel bir kahvaltı sonrası önümüzdeki seyrin planını hava tahminleri eşliğinde yaptık. Eğer hemen çıkarsak Ege Denizi’ne vardığımızda Ege’yi geçmek mümkün olmuyordu. O yüzden 2-3 gün oyalanmamız gerekecekti. Korfu Adası da yeterince uzaktı, hava tahminlerinin değişmesi durumunda Ege Denizi geçişine başlayabilmek için oldukça uzaktık. Biz de sakin sakin ilerleyip gerekirse sadece gündüzleri seyahat ederek ya da sadece yelken seyriyle ilerleyip Ege’deki havanın düşmesiyle birlikte Ege Denizi’ni geçecektik. Bu durumda, kahvaltı sonrası yola çıkmak en mantıklı hareketti. Korfu kanalından çıkar çıkmaz aldığımız yeterli geniş apaz rüzgar, sadece yelkenle seyir yapmamıza izin verdi. Lefkada’nın batısından geçtikten sonra Kefalonya ve İthaka adalarının arasından gece yarısı geçtik. Zakintos Adası’nı sancağımızda bırakarak Pilos’a doğru yelkenle ilerledik. Akşam gün batımıyla Pilos şehir iskelesine aborda olmuştuk bile. Önce şükür içeceklerimiz, sonrasında ise Port Authority ziyaretimiz… Durumumuzu ılımlı bir dille anlattıktan sonra 15 €’luk liman vergisini ödemek ve Pilos’u terk etmemek şartlarıyla hava düzelene kadar orada kalabilme iznimizi aldık. Hatta karaya ayak basabilecektik bile. Çünkü Schengen bölgesine girişimiz yapılmamıştı; giriş işlemi yapsak, Tepai vergisi ödemek zorunda kalacak ve Transitlog almamız gerekecekti. Hepsi bir masraf ve işlem demekti. Bizim de bunlarla hiç uğraşasımız yoktu.

Ertesi sabah liman içinde hava bir patladı, bütün usturmaçaları dizdik iskele ile aramıza ve başladık nöbet tutmaya. Usturmaçalar teknenin hareketleriyle etkisiz kaldığı anlarda hemen müdahale ediyoruz. Neyse ki öğleden sonra hava dindi de rahatladık biraz. Zaten gece yarısı yola çıkıp öğlene doğru Ege Denizi’ni geçmeye başlamak mevcut hava tahminlerine göre en uygun hal tarzıydı. Sağlam bir akşam yemeği sonrası -ki sağlam yemek dediğim bildiğiniz Gyros (Yunan Döneri) yedik- seyir hazırlıklarını tamamladık ve Port Authority’den aldığımız problemli çıkış izniyle avara olduk. Tüm gece ölü dalgalı denizde ilerledikten sonra tahmin ettiğimiz üzere, Ege Denizi bizi bol dalgalı ama apaz rüzgarla karşıladı. Tam da erkek havası vardı. Pehlivan’ımız adeta dalgaları dövüp rüzgarla dans ediyordu. O kadar çok yelkenle seyir yapmıştık ve yapıyorduk ki Korfu’dan sonra yakıt alma gereği duymamıştık. Böylelikle yani bu rüzgar yönü ve hızıyla Ege Denizi’ni iki günde geçiyorduk. Ama ülkeye giriş işlemleri için önce Kaş’a gitmemiz gerekecekti.

Yaz mevsimine geliyor olmanın yani güneş ışığından daha çok faydalanıyor olmanın etkisiyle, gün kararmadan Kaş gümrük iskelesine bağlandık. Bir Ramazan Bayramı akşamıydı ve liman ışıktan ve sesten resmen yıkılıyordu. İşlemlerimiz bittikten ve biraz dinlendikten sonra varış limanımız olan Fethiye’ye doğru yola çıktık. Gece yarısını geçmiştik ve biz Kaş’tan ayrılırken mekanlar artık sessiz ve karanlıktı. Çok yıllar önce gördüğüm gibi olmuştu yine Kaş; sessiz ve güzel.

Kaş’tan sonra ilk vardiyayı Barış kaptan almıştı. Sabaha karşı 03:00-04:00 gibi uyanıp görevi devir almıştım. Bu seyirde genellikle öyle olmuştu; akşam yemeği sonrası ben istirahat ederken Barış kaptan vardiyayı alıyor, sabah olmaya yakın görevi ben devralıyordum. Sabah kahvaltıyı birlikte yapıyor, gündüz kim ne zaman isterse uyuyordu. Bu vardiya artık benim son vardiyam olacaktı, sabaha Fethiye Ece Saray Marina’ya Pehlivan’ı bağlayıp evlerimize gidecektik. O yüzden enerjimin son anlarını kullanarak vücut pilimin son yüzdelerini bitirebilirdim. Öyle keyifli bir seyir oldu ki Kaş-Fethiye arası… O güzelim kıyıları ve koyları gece geçmiştik, bir şey görememiştik ama zaman zaman burnuma gelen çam kokuları, tenimde hissettiğim serinliği gerçekten tarif edilemezdi…

Sabah, güneş Fethiye’deki tepelerin arkasından doğarken biz ağır yol, Ece Saray Marina girişine doğru ilerliyorduk. Tekne sahibi Kadrican kaptanım, Malezya uçuşundan hemen önce bize vakit ayırıp bizi karşıladı. Tekneyi kıçtan kara yaparken halatlarımızı ilk alan o oldu. Bizimle yüz yüze tanışmayı istemişti. Üç emekli eski meslektaş olarak tekne devir teslimimizi tamamladıktan sonra biz hemen evlerimize doğru yola çıktık. 2-3 günlük bir dinlenmenin ardından Tunus’un Bizerte şehrinde yepyeni bir katamaran -bir Aventura 37- Bodrum’a getirilmek üzere bizi bekliyordu.

Her seyir yeni bir deneyim olmaya devam ediyordu…


Konuk Yazar: Kaptan Fatih İştutan

Kamera ve Fotoğraflar: Kaptan Fatih İştutan

Yayına Hazırlayan: Doruk Ajans / Yelkencinin Gazetesi Kuruluşudur.

Yorum Yap